Türkiye Cumhuriyeti Devleti sıradan bir devlet değil. Kendisine has refleksleri olan, kırmızı çizgileri olan bir devlet. Genel olarak da kendi bekasını rejimin bekasından önde tutan bir devlet. O nedenledir ki Devletin; ülke yönetimine ve yöneticilerine bakışı ile rejimin bakışı farklıdır. Devlet ve rejim ayırımı bilinmeden olaylara bakış ve teşhisler yanlış olabilir.
Gerek Osmanlı ve gerekse Cumhuriyet dönemlerinde iddia edildiği gibi devleti yönetenler ve temsil edenler öncelikli olarak halkın tercihi değil, devletin seçmeleri için halka arzettiklerinden oluşur. Eğer birileri ya da herhangi bir güç odağı bir dayatmada bulunursa devlet bundan da hoşlanmaz. Elbette her insanın eğilimleri, tercihleri farklı olabilir. Lakin bu farklılık devlete rağmen olursa, orada devlet hassasiyet gösterir.
Türkiye adım adım Cumhurbaşkanlığı seçimine yaklaşıyor. Çeşitli görüşler, yorumlar yapılıyor. Neredeyse herkes konuşuyor, lakin devlet konuşmuyor. Zaten devlet konuşmaz, icraatları konuşur. İşte son olarak Ekrem İmamoğlu’na verilen ceza devletin konuşmasının tezahürüdür. Anadolu 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nin vermiş olduğu ceza aslında siyasi iradenin istemi-arzusu nedeniyle değil, sanırım devletin hassasiyeti nedeniyle verilmiştir.
Konuyu açalım. Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul B. B. Başkanı olması aslında ne Erdoğan’ı ne de aklı başında, hırsları aklının üstünde olmayan hiç kimseyi rahatsız etmemişti. Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan seçim sonucuna işaretle: ‘Kızgın demiri soğutma zamanı’ diyerek İstanbul Belediye Başkanlığı seçimine itirazı olmadığını da ortaya koymuştu. Ne var ki kraldan çok kralcılar seçimin iptali için çabaladılar. Sonunu da gördüler. İmamoğlu aslında kamuoyunun önüne çıktığından beri gerek söylem, gerek refleks ve eğilimleri ile devlet adamlığı profili ortaya koymadı. Söylemleri, ziyaretleri, tercihleri devlet adamlığı ile örtüşmedi. Ve önemli bir yanılgıya kapıldı. Sandı ki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına göz yuman, halkın tercihine saygılı olan irade devlet başkanlığına da göz yumacak. Hayır, belediye başkanlığı ile devlet başkanlığı aynı değil, sonuçta belediye başkanları İçişleri Bakanlığına karşı sorumlu, Sayıştay denetiminde bir kurum. Ama devlet başkanlığı öyle değil ki!
Ekrem İmamoğlu Belediye Başkanı seçildikten sonra ve hatta henüz sayım bitmeden Yunan medyasında ve kimi Yunan internet sitelerinde İmamoğlu’nu: ‘Pontus kökenli bir Rum’ olarak tanıttı. Ve İstanbul’u fetheden Yunan başlığı ile manşetlere taşındı. 1453’de Osmanlı’ya kaybettikleri İstanbul’u İmamoğlu sayesinde yeniden aldıklarını söyleyen Yunanlılar: ‘İstanbul’u fetheden Yunan’ diyerek methiyeler dizdi. Keza Yunan basını 31 Mart 2019 seçimleri sonrası başka bir haberde: ‘Ayasofya’nın intikamı’ başlığını atarken, bir başka haber sitesi Keeptalkingreece ise Yunanistan’ın kuzeybatısında yer alan Giantiksa kentini ziyaret eden İmamoğlu’nun Pontus dansı yaptığı ve Yunanca konuştuğu bir video paylaşmış ve: ‘İstanbul’un yeni başkanı bir Pontus’ ifadelerini kullanmıştı. (Bkz. 12 Nisan 2019 Yeni Şafak)
İmamoğlu Beylikdüzü Belediye Başkanlığı döneminde de heykeltraş Azmi Sekban tarafından yapılan ve adı ‘Kıbrıs Anıtı’ olan, önde Rauf Denktaş’ın heykeli, ortada Dr. Fazıl Küçük, Kıbrıs Valisi Sir Hugh Foot’un ve Makarios’un heykelinin bulunduğu rölyefi Beylikdüzü ‘Yaşam Vadisi’ne dikti. 19 Mayıs 2017’de açılan anıtta her ne kadar Denktaş’ın heykeli önde ise de bu heykelin dikilişi İmamoğlu’na karşı bir hassasiyetin oluşmasına neden olmuştu. İmamoğlu bu heykeli savunurken 11 Şubat 1959’daki Londra Anlaşmasına atıfta bulunsa da bu yaklaşım kamuoyunu tatmin etmemişti. Nitekim bir süre sonra Makarios’un rölyefinin bulunduğu yer tahrip edildi.
Elbette bu ve benzeri konular toplumun ve devletin hassas olduğu konulardır. Bazı hassas konular kaşınmaz, kaşınırsa kanar, kanatanlar da cezasız kalmaz. Benzeri olaylar ve hassasiyetler daha önce de yaşandı. 9 Mart 1971 askeri darbe teşebbüsünü hatırlayalım. O dönem K. K. Komutanı Faruk Gürler, özellikle Doğan Avcıoğlu’nun Kemalizm ile Sosyalizmi sentezleyen fikriyatına yakın birisiydi. Tabii ki bu konuda yalnız da değildi. Bilhassa genç subaylardan Ömer Laçiner’den Ali Kırca’ya kadar birçok subay bundan etkilenmişlerdi. Doğan Avcıoğlu’nun: ‘Türkiye’nin Düzeni’ kitabından etkilenmeyen yoktu. 9 Mart 1971 Askeri Darbe teşebbüsünde Faruk Gürler ön saftaydı. Lakin dönemin Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç ve askeri kadro buna izin vermedi.
Hatta İstanbul 1. Ordu Komutanı Org. Faik türün ağır bir tehditle 1. Ordu’nun olaya müdahale edeceğini de duyurdu. Keza sonrasında da Ziverbey Köşkü’nde darbe teşebbüsünde bulunanların hesabını gördü.
Org. Faruk Gürler, 9 Mart darbe teşebbüsünden ders almamış olacak ki ve devletin de hassasiyetini dikkate almadan 6 Mart 1973’de Genelkurmay başkanlığından istifa ederek ve akabinde kontenjan senatörü olarak senatoya girdi. 13 Mart 1973 Cumhurbaşkanlığı’na aday oldu. Seçimlere yakın bir tarihe kadar tek adaydı. Yakın bir tarihte AP’si eski Hv. Kuv. Kom. Org. Tekin Arıburnu’nu, DP (Demokratik Parti) ise Ferruh Bozbeyli’yi aday gösterdi. İlk turda Gürler 175 oy alırken, 12 Mart Muhtırası’na muhatap olan Demirel’in adayı Arıburnu 282 oy aldı. Gürler 4. Turdan sonra adaylıktan çekildi. 15. turda devlet güven duyduğu eski Deniz kuvvetleri Komutanı Oramiral Fahri Korutürk’ü Cumhurbaşkanı seçtirdi.
Soru şu olsa gerek; neden Gürler Cumhurbaşkanı seçilemedi? Oysa henüz Genelkurmay başkanı iken 12. Hv. Üssünde ve tüm seyahatlerinde kendisine Cumhurbaşkanlığı protokolü uygulanıyordu. O günleri yakından takip eden birisi olarak 13 Mart’taki meclis manzarasını şöyle tarif edebilirim: Meclis; milletvekilleri ve senatörlerle tam tekmil yerini almıştı. Dinleyici locaları devletin üst yöneticileri tarafından tam kadro doldurulmuştu.
Özellikle Ankara’da bulunan ve bulunmayan tüm üst düzey generaller localarda idiler. Yalnız bir general gözükmüyordu. O general Hv. Kuv. Kom. Org. Muhsin Batur’du. Batur, Gürler’in C. Başkanlığı’na karşı idi ve devletin de hassasiyeti bu yönde olduğu için Gürler’in seçilmesine mani oldu.
Mesele bu ve benzeri olayları tahlil ederken, olayın kişisel hassasiyetlerle değil, devlet hassasiyeti ile olabileceğini farketmektir. Bu bağlamda İmamoğlu’na verilen ceza onun şahsında, yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gönlünden devlete rağmen aday olmayı geçiren tüm zevata verilmiş bir cezadır. Bundan altılı masada vd. de nasiplerini almışlardır. Devlet geçmişinden, gününden ve geleceğinden güven duymadığı hiçbir kimseye kendisini emanet etmez.
Kılıçdaroğlu’nun CHP’den veya altılı masadan aday olmasına göz yumulabilinir. Lakin bu Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı adayı olacağı anlamına gelmez. Kılıçdaroğlu’nun şu an ki konumu Gürler’in konumu gibi. Özellikle yerel, bölgesel ve küresel sorunların göbeğinde olan ve önemli misyonlar yüklenmiş olan TC. Devleti kendisini kimin yöneteceğine kendisi karar verir. Bundan sonra da İmamoğlu gibi bazıları ergenlik temayülleri ortaya koyarlarsa onları da aynı akibet beklemektedir.
15.12.2022
Vitalen Han Kahvaltı ve Cafe Açıldı
26.05.2023
Zafer Erdoğan'ın!
28.05.2023
Seçim ve Demokrasi | KÜRŞAD ATALAR
04.05.2023
Demokrasi’ye Mecbur muyuz? / Murat Kurtuldu
13.05.2023
SEÇİM VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ/SABİHA ÜNLÜ
13.05.2023
IRAK NOTLARI (VII) / Harun AYKAÇ
25.09.2020
SİYASET İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELER YUSUF YAVUZYILMAZ 28.05.2023
Hibrit Bir Sosyolojiye Doğru… ABDULAZİZ TANTİK 31.05.2023
Fetih Ruhuyla Yola Devam AHMET SEMİH TORUN 27.05.2023
Seçimin ardından VEDAT KAHYALAR 29.05.2023
“Sabahın bir sahibi var” BEKİR BERAT ÖZİPEK 18.05.2023
SEÇİM; SEÇME VE SEÇEMEME BECERİSİ MUSAB AYDIN 25.05.2023
Kifayetsiz Olan Kelimeler Mi? ZEYNEP YÜCEL 07.05.2023
Uçsuz Bucaksız Bir Cehalet ATASOY MÜFTÜOĞLU 08.05.2023
SİYASET İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELER YUSUF YAVUZYILMAZ 28.05.2023
ANNE ORHAN DOĞANGÜNEŞ 24.05.2023