metrika yandex
  • $38.8
  • 43.37
  • GA28455

Hukuk ve Adalet

YUSUF YAVUZYILMAZ
23.03.2025

                                                                                                                                                                                                      Önyargı ve kesin inanç delile ihtiyaç duymaz.”

Önümüze gelen, tanık olduğumuz her siyasal soruşturma benzer yaklaşımlara neden oluyor. Soruşturmadan somut bir şey çıkmasa bir kesim inanmayacak, çoksa diğer kesim inanmayacak. Çünkü iki kesiminde somut gerçekliğe ihtiyacı yok, yargılar şimdiden belli. İdeoloji hukuku yeniyor böylece. Hukuka olan güvenin azalması, bu yaklaşımın temel nedenidir. Siyasal taraftarlığın hukuk ve adaletin önünde olması, hukuksal değil siyasi değerlendirmelere zemin hazırlıyor.  Türkiye'de siyasi yargılamalarda değişmeyen kural: Bir tarafından kahramanı, öteki tarafın hainidir. Bu durum, Cumhuriyet tarihi boyunca özellikle siyasal konularda yargının verdiği kararları tartışma konusu haline getirmiştir. Konu çok daha temelde yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı ile ilgilidir. Bağımsız ve tarafsız olmayan yargının vereceği kararların toplumsal vicdanda karşılık bulmamaktadır. İstiklal Mahkemelerinden 28 Şubat yargılamalarına kadar, yargının hukuksal değil, siyasal kararlar verdiğine dair tartışma devam etmektedir. Bu tartışma bugün de sürmektedir. Bundan dolayı, Türkiye tarihinde siyasi aktörlerin yargılanması hukuki sonuçlarıyla değil, siyasi sonuçlarıyla tartışılır. Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Ali Şükrü Bey, Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Kemal Tahir, Adnan Menderes, Deniz Gezmiş, Erbakan, Erdoğan, İmamoğlu... Bütün yargılamalar siyasi sonuç doğurmuş ve genellikle mahkeme kararları etkili olmamış. İmamoğlu yargılamasında da hukuktan çok vicdanlar belirleyici olacak.

 Umuyorum protestolar, Gezi eylemlerinde olduğu gibi radikal sol grupların ütopik söylem ve eylemleriyle meşruiyetini yitirmez. Çünkü bu tür protesto hareketleri, toplumsal meşruiyeti olmayan radikal gruplar için, kendi ideolojilerini dillendireceği ve şiddete başvurabileceği ortamlar yaratır.

 Öte yandan iktidar ve muhalefet kanalından taraftar mantığı ile yapılan açıklamaların dışında, sayıları az olsa da gazeteci ve aydınlar tarafından sağduyulu değerlendirmeler de yapılıyor.

 Muhalefetin parçalanmışlığı ve CHP içindeki farklı klikler olayın bir diğer yönüdür. CHP’li Belediyelere karşı yapılan operasyonlarda, ihbarcıların büyük bölümünün CHP’li olması dikkat çekiyor. Ancak bu durum hukukun ilgileneceği bir konu değildir. Hukuk ihbarın gerçekliğine bakarak karar verir. Öte yandan ihbarcıların CHP içinden olması, CHP içinde büyük bir mücadelenin yürüdüğüne dair bir işaret olabilir.

 Hukukun siyasal amaçlarla kullanılmasına karşı çıkarken kesin bilgi olmadan tutukluları mahkum etmek veya masumlaştırmak doğru bir yaklaşım değildir.

 Olayın bir yönü de Kürt siyasetinin pozisyonu ile ilgilidir. Bahçeli'nin çıkışıyla başlayan Kürt açılımı, muhalefetin Kürt tarafını tarafsız kalmaya itmiş görülüyor. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgeler oldukça sakin görülüyor.

 Kürt Mahallesi kendini olayların dışında görüyor. Bu hesaplaşmada tarafsız kalmaya özen gösteriyor. Öyle görülüyor ki, Kürt mahallesi olaya taraf olmuyor.

 Türkiye toplumu o kadar bölünmüş ki, bir kaç kişi hariç, siyasal kimliği belli olanların konuşmadan ne söyleyeceği bellidir. Böyle bir toplumda herhangi bir konuda tartışma ve müzakere yapmak bir hayli zordur.

Hukukta üç konu son derece önemlidir.

1- Uygulama herkese eşit bir şekilde yapılıyor mu?

2- Hukuk- siyaset ilişkisi sağlıklı işliyor mu?

3- Suç ve cezalar arasındaki ilişki sağlıklı bir zemine oturuyor mu?

Her zaman olduğu gibi her kesim salt muhalif olduğu grupları ve siyasal anlayışları suçluyor. Bu durum iç eleştiriyi sürekli öteliyor. Haklı olarak başladığı karşı eleştirisi iç çelişkileri ve sorunları örten bir işleve dönüşüyor. Özellikle muhalefet açısından bu zaaf giderek büyüyen bir güvensizliği dönüşüyor. Bu açıdan muhalefeti sevmese bile salt iktidar karşıtlığından dolayı oy veren kitleyi sürekli orada tutmak kolay değil. Muhalefetin kendi içinde sorunlu olması olayı daha da karmaşık hale getiriyor. Muhalefetin destekleyenler bu sorunu ısrarla görmezden geliyorlar.

Yaşanan süreç, hukukun kimsenin umurunda olmadığını, farklı siyasal kesimlerin bu sürecin nasıl bir siyasi sonuç üreteceği üzerine yoğunlaştığını gösteriyor. İnsanların bir konu hakkındaki duygu ve düşünceleri, içinde bulundukları parti grup ve cemaat ekseninde şekillendiği için, tepkileri de bu bağlamda oluşuyor. Taraftarın maddi delile, yargılamaya, hukuka ve adalete ihtiyacı yoktur. Onun derdi kendi menfaatidir. Siyaset böyle bir pragmatizm içinde taşır. Türkiye Halk tv ve A Haber arasında ideolojik bölünmüşlük yaşıyor. Bu bölünmüşlük siyasal taraftarlığı besliyor ve keskinleştiriyor. Her iki kesim " bizden kötülük çıkmaz, kötülük ötekilerdedir" anlayışını paylaşıyor. Çok az sayıda insan ilkesel konuşmaya çalışıyor. Ancak taraftar olmadıkları için onları kimse dinlemiyor ve taraf olmaya zorluyorlar. Kriz zamanlarında aydınlara düşen çatışmanın tarafı olmak ve bir partinin çıkarlarını savunmak değil, hak ve hakikati dillendirmektir. Bir parti, örgüt, grup, cemaat içinde bulunmak insanı suçlu veya mazlum ilan etmeye yetmez. Bir siyasal parti, örgüt, mezhep, cemaat içinden konuşanların fanatizmin eşiğine varan taraftarlığını anlamak mümkündür. Hakikat yolcusu için çok önemli bağlılıklar değildir bunlar.

 Hukuk konusunda yaşanan tartışmaların bir boyutu da Türkiye siyasal tarihindeki devlet ve siyaset anlayışıyla derinden bağlantılıdır. Geleneksel Türk- İslam siyaset düşüncesinde muhalefet fitne kavramı ile eşleştirilmiştir. Bu eşleştirme de iktidara( Halife, sultan) merkezli tutum öne çıkar; muhalefetin ise meşru olmadığı tezi ön plandadır. Bizatihi iktidarın karşısında olmak veya iktidara aday olmak, savunduğu düşünce ne olursa olsun, fitne unsuru olmaktır.

Ebu Hanife, bu durumun kurbanlarından sadece biridir. Asıl sorun müzakere, şura ve istişareye yer veren bir siyaset anlayışından otoriter ve merkezi bir siyaset anlayışına geçiştir. Emevilerden itibaren Sünni siyaset felsefesinin kodlarını bu bakış belirlemiştir. Üstelik halife sultan modeli fıkhi ve teolojik bir çerçeveye oturtulur. Siyaset içtihadın değil, itikadın parçası olur. "İbn Teymiye şöyle diyor: ”Emeviler döneminde yaşayan halkın çoğunluğu devlet başkanının (imamın) -dünyada ve ahirette-(çev.) sorgulanmasının yahut cezalandırılmasının söz konusu olmadığına inanırlardı. Ayrıca onlar, halifelere itaat emiş oldukları için Allah’ın kendilerini hesaba çekmeyeceğini, aksine bu itaati bizzat Allah’ın emretmiş olduğunu düşünür ve dolayısıyla tek yapmaları gereken şeyin itaat olduğuna inanırlardı. Şam’daki bazı aşırı Emevi fanatikleri ise şöyle derlerdi: ”Allah bir kişiyi halife olarak başa geçirdi mi artık onunu kötülüklerini affeder ve iyiliklerini kabul eder, hatta onu hesaba bile çekmez.”(Ahmet El Katip - Demokratik Hilafet’e Doğru, Mana yayınları) Bu anlayış üzerine oturan siyasal paradigma son derece sorunludur.

Kutsal devletin iktidarı da kutsaldır. Bu durumda muhalefet bu kutsallığa karşı çıkan bir fitne kurumudur ve devlet düşmanı olarak kodlanır. Bu bakış Osmanlıdan cumhuriyete devam eden siyasal mirasın en önemli unsurudur. Yaşadığımız semptomlar bununla ilgilidir. Öyle görülüyor ki, sorun çok köklü ve derindir ve önemli bir paradigma değişimini gerektirmektedir.

Hangi olayla karşılaşırsa karşılaşsın, söz konusu en yakınları olsa bile, Kur'an'ın Müslümana yüklediği sorumluluk adalettir. Hakikat yolcusu iktidar ya da muhalefetin değil, adaletin yanındadır. Adalet isteyen herhangi bir tarafın değil, sonuç ne olursa olsun adaletin tarafındadır. Kim haklıysa onun yanında kim haksızsa onun karşısında durmak en genel ilkedir. Hukuk konusunda siyasal taraftarlığın varacağı eşik siyasal fanatizmdir. Fanatizmin, taraftarlığın hakim olduğu bir ikilimde adalet aramak ise bir hayli zor bir yolculuğu gerektirmektedir. Bundan dolayı Siyasal taraftarlıktan uzaklaşmak, adalet ve hukuku savunmak gerekir. Kriz zamanlarında hukuk, adalet ve hukukun üstünlüğünü savunmak temel ilkedir.

Hiçbir toplumsal ve siyasal beklenti, Allah'ın rızasını kazanmaktan daha önemli olamaz, olmamalıdır. Bundan dolayı, siyasi aktörlerin kendi geleceklerine ilişkin pozisyon almaları adaleti arayanlar için bir ölçüt olamaz.

Kur’an, adalet konusuna özel bir vurgu yapmakta ve Müslümanların nasıl davranmaları gerektiği konusunda temel ölçütler vermektedir. “Ey iman etmiş olanlar! Haktan yana olup adaleti sapasağlam ayakta tutun, Allah için şahitler olun (dürüstlükten ve hakkaniyetten asla uzaklaşmayın). İsterse kendinizin veya ana-babanızın ya da yakınlarınızın aleyhine olsun (yine adaletten, doğruluktan ve Hakk’tan asla ayrılmayın), isterse onlar (şahitlik ettiğiniz kimse) zengin veya fakir bulunsun. Allah ikisini (korumada) sizden elbette öndedir. Artık hak ve adalette (kendi) heves(iniz)e uymayın. Eğer (haktan, adaletten ve doğru şahitlikten) dilinizi büker veya yüz çevirirseniz, (bilin ki) kuşkusuz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisa 135)

Cemal Külünkoğlu bu ayetin açıklamasında şu bilgilere yer vermektedir: “Ayette, insanları adaletten ayıran iktisadi, sosyal, psikolojik sebeplerin hepsi sayılarak insanlar uyarılmış, hükmeden veya şahitlik eden kimsenin yalnızca Allah korkusunun tesiri altında hareket etmesi telkin edilmiştir. (D. Vakfı Meal Açıklaması) İnsanların dünya hayatlarındaki en önemli sorumluluklarından başlıcaları; adaleti ayakta tutmak, Hakkı ve haklıyı savunmak, adalet ve hakkaniyetle şahitlik etmek anlaşmalara uymak gibi Allah’ın kesin emirlerindendir. İslami ıstılahta adalet; kültür, bilgi, mevki, cinsiyet, dil, din, mezhep, meşrep, parti, tarikat, ırk veya kişi farkı gözetmeksizin insanlara eşit davranmak ve haklarını vermek demektir. İnsanın huzuru ve güveni, toplumun birliği, dirliği ve barışı; adaletin ayakta durmasına, hakkın teslim edilmesine, haklının korunmasına, adil şahitliğin canlı tutulmasına bağlıdır. Adaletin olmadığı yerde huzur olmaz, ahlak kalmaz, sevgi-saygı bulunmaz, birlik sağlanamaz, barış tesis edilemez, hele medeniyet hiç kurulamaz. Ayetin, müminlere hasım topluluklara dahi adaletle muamele etmeyi emretmesi ve bu davranışın takva ile ilişkilendirilmesi bilhassa önemlidir. (Cemal Külünkoğlu, Kur'an-I Kerim Gerekçeli ve Açıklamalı Meali, Burhan Yayıncılık )

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş