Katip Çelebi; ‘’Osmanlı medreselerinde ne zamanki Felsefe dersi kaldırıldı, Osmanlı Ülkesi medreselerinde bilimin rüzgarları da kesilmiş oldu.’’ der. Demek ki, Katip Çelebi kendince felsefe ilmine bu kadar büyük anlam yüklemiş ve önem arz etmiştir.
Acaba, Felsefe ilmi neden bu kadar önemli görülmüş?
Öncelikle kelime olarak tanım ve tarifini şöyle özetlemek mümkündür.Sözcük kökeni olarak Yunancada ‘’seviyorum, peşinden koşuyorum, arıyorum’’ anlamlarına gelen ‘’Phileo’’ ve bilgi, bilgelik anlamına gelen ‘’sophia’’ sözcüklerinden türeyen terimin işaret ettiği entelektüel faaliyet ve disiplin,’’Phileo’’=sevgi, ‘’Sophia’’=Bilgi veya bilmek kelimelerinden türemiştir. Philosophia=bilgelik arayışı, bilgiyi sevmek, araştırmak ve peşinden koşmak anlamlarına gelmektedir. Felsefe bilimiyle uğraşan, gelişmesine katkısı olan ’’Filozof’’da bilgeliğe ulaşmaya çalışan kişi anlamlarına gelir.
Felsefeyi; ‘’varlık, bilgi, gerçek, adalet, güzellik, doğruluk, akıl ve dil gibi konularla ilgili genel ve temel sorunlarla ilgili yapılan çalışmalardır’’ diye tanım ve tarif etmekte mümkündür. Kısaca ‘’Varlık hakkında düşünmek ve düşünmenin ürünü olan bilgiyi dile getirmektir.’’ şeklinde de tarif etmek mümkündür.
Daha geniş ve anlaşılır bir şekilde açıklamak gerekirse şayet;
Birinci olarak:Felsefe okuyan ve felsefe öğrenen kişi, herhangi bir konu hakkında bilgi edinmek isterse şayet öncelikle konu hakkında bütüncül bir bakış açısı kazanır.Mesela, herhangi bir varlık türünü incelerken bütününü ele almadan sadece herhangi bir kısmını incelerseniz şayet bütünü dikkate almadığınız için, hata yapma, eksik bırakma ihtimaliniz kaçınılmaz olabilir.
İkinci olarak: Felsefe eğitimi aynı zamanda eleştiri yapma fikrinide doğurur ki, bu tutum zaten olumlu anlamda bir eleştiridir.Zira olumlu bir eleştiri doğru düşüncenin ortaya çıkmasına yardım ederken, hem doğru seyretme, hem de doğru yapma yollarını da bulmaya yardımcı olur.
Üçüncü olarak: Felsefenin toplum içinde faydası vardır.Zira insanoğlunun tek başına yaşaması, hayatını idame ettirmesi takdir edersinizki oldukça zordur.Hatta bir insanın tek başına yaşaması imkansızdır da denilebilir.Zira ‘’insan çevresinin çocuğudur’’ bir arada yaşamaya bir yönüyle mecburdur dersek fazlada abartmış olmayız.Ancak, insan yaratılış olarak egoisttir.Hem bir arada yaşamak ister, hem de istediği gibi ve dilediği şekilde yaşamak ister.Ama bunlar bir arada yapılınca tabii olarak çelişkiler baş gösterir.Çünkü, insan bilgisi görecelidir mutlak bilgiye zaten sahip olmaz/olunamaz.Çünkü, bilimde tarihidir durmadan gelişir.İnsan mutlak bilginin sahibi olmadığı/olamadığı için, farklı bilginin ve farklı fikirlerin sahibi olması, farklı düşünceler üretmesi tabiidir.Böyle oluncada bir arada yaşama durumu çoğu zaman bu açıdan bakılınca kimi zaman sıkıntılarda doğurur.
Bu bakımdan insanın fıtratı gereği bir duyguya ihtiyacı olur ki, O’da toleranstır.Tolerans kelimesini genelde hoşgörü diye tanımlıyoruz.Ama bu tanımı da toleransın tam karşılığı olarak görmek sanırım yüzde yüz doğru bir tanım olarak görüp kabül etmekte kanımca pek mümkün değildir.Çünkü, hoş görme belki yapılanlara ‘’inanmadığı halde katlanma’’ şeklinde tanımlanabilir.İşte bu da felsefenin insana kazandırdığı ilave bir yük ve bir vazifedir.İşte bu toleransın fertlerde gelişmesinde en büyük rol felsefe eğitiminde ortaya çıkar.
Kısaca felsefe öğretiminin insana kazandırdıklarını özetlersek şayet Felsefe; Öncelikle insanın hakikatı anlama, hakikatı bilme gibi ‘’manevi düşünce’’ ihtiyacını da karşılar diyebiliriz.Ayrıca Felsefe, kişiye eleştirel bir bakış açısı da kazandırır, Felsefe; İnsanı ‘’insan olma bilincine’’ de ulaştırır ve aynı zamanda sistemli olarak doğru, önyargısız ve bireye saygı duyarak düşünebilme melekesi de kazandırmış olur.
Felsefe toplum için de bazı kazanımlar sağlar.Mesela, Felsefe toplumda ortak bir kültür zemini oluşturur.Farklı toplulukları bir arada yaşamaya sevk eder, bilgi toplumunun gelişimini destekler, daha eşitlikçi bir yapının oluşmasına yardımcı olur ve kişinin teknoloji, bilim gibi alanlarda analitik düşünebilme becerisini kazandırır.
Felsefe, insana hür düşünmeyi, hür düşünebilme kabiliyeti de kazandırır.
Hür insan kimdir? diye sorulan soruya son dönemlerde kimileri; ‘’dilediği her şeyi başkasına zararı olsada özgürce yapabilendir’’ diye anlarken, İslâm’a göre ise; tamamen hür insan yoktur, insan ya Allaha kulluk eder, ya da nefsine kuldur.Bu ikisi arasında zaman zaman da gel-gitler yaşar.
Ayrıca İslâm’a göre mutlak hürriyet insan için imkansızdır.Hürriyetten kast edilen, ‘’kişinin kendi nefsi dahil Allah’tan başkasını razı etmeyen, yalnız O’nun rızasını kazanmaya çalışmaktır.’’ şeklinde anlaşılmaktadır.
1950’lerden itibaren batı dillerinde yazılmış felsefe metinlerini daha önceleri Arapça ve az sayıda Farsça ve Türkçe kelimelerden oluşan felsefe yazımı, batı dillerinden bize geçen ve türkçeye aktarılan başta Fransızca, zamanla Almaca, İngilizce gibi dillerden gelen kavram ve kelimelerin Türkçeye yerleşmesine yol açtı.Yani bir nevi bir karışımın ortaya çıkmasına sebep oldu.
Bu nedenle Felsefeye Müslüman alimler ilk zamanlar daima ihtiyatlı yaklaşmışlardır. Bütün bilim insanları arasında var olan kıskançlık, Müslüman bilim insanları arasında da her zaman kıskançlık ve haset var olmuştur, var olmaya da devam edecektir.
Sonuç olarak Felsefeyi şöyle özetlemekte mümkündür. Felsefe; ‘’Alimin ilmini, fasıkın fıskını, kafirinde küfrünü artırır’’ vesselam.
Mustafa YILDIZ/ANKARA