metrika yandex
  • $32.47
  • 34.8
  • GA18240
İtidal

EYLÜL AYININ GETİRDİKLERİ VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

SÜLEYMAN ARSLANTAŞ
08.10.2021

Geçtiğimiz Eylül ayı oldukça hareketli geçti. Bölgemizi ve dünyayı ilgilendiren birçok konu ve temaslar birbirini izledi. Özellikle bölgemizde, Suriye merkezli, İdlib ile alakalı ciddi temaslar oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın BM Genel Kurulu’nun 76. zirvesine katılmak için gittiği New York’taki temas ve konuşmaları ve yine New York sonrası yaptığı konuşmalar kayda değer konuşmalardı.

New York seyahati ardından 29 Eylül'de Putin'le Soçi'de bir araya gelmeleri ve bu ikili görüşmeden sızan haberler Suriye ve İdlib açısından oldukça önemli idi. Keza Kafkasya’da da ciddi gelişmeler yaşanıyor. İran, Bakü’ye karşı yer yer tehditkar, yer yer de nasihatkâr hatırlatmalarda bulunuyor. Dağlık Karabağ koridorunun kaybı ardından Bakü yönetimini suçlayıcı ifadelerde bulunuyor. Bunların yanı sıra da Azerbaycan’ın stratejik bölgelerinde askeri tatbikatlar yapıyor. Sanıyorum Putin-Erdoğan görüşmesinde bu hassas konularda gündeme gelmiştir.

    Belki de bölgemizde meydana gelen olayları, temasları daha da önemli kılan konuların başında ABD'nin apar topar Afganistan'ı terk etmesi geliyor ve tabii Türkiye'nin neredeyse eksen değişikliği şeklinde yorumlanabilecek yaklaşımları, savunma sanayi başta olmak üzere sanayideki gelişmeler ve artış Amerika vb. ülkeleri kaygılandırmıyor değil. Keza bu gelişmeler ve sayın Cumhurbaşkanı’nın çeşitli platformlarda yaptığı konuşmalar da Türkiye’nin özgüveninin artışı olarak da okunabilir. Bu nedenledir ki Türkiye’nin Amerika'dan ve NATO'ya bağımlılıktan kurtulma çabaları da gözardı edilmemelidir.    JONSEN mektubundan (1964) günümüze Türkiye-ABD ilişkilerine baktığımızda bugün gelinen nokta Türkiye lehine fevkalade farklı. 1974 Kıbrıs Harekâtı sonrası uygulanan ambargoya rağmen, bir teknik personel olarak yedek parça yokluğu nedeniyle uçakların uçamadığı bir zaman diliminde, kendi gayretlerimle bir parçanın imal edilmesi dolayısıyla NATO Napoli karargâh emri ile soruşturma geçirmiş birisi olarak Türkiye'nin savunma sanayiinde bugünkü geldiği noktayı takdir etmemek mümkün değil. Zaten ABD'yi ve onun İsrail başta olmak üzere bölgesel müttefiklerini de kızdıran husus bu ya!

             

  Küresel, bölgesel ve yerel olarak öne çıkması gereken o kadar çok konu var ki maalesef bunlar tehir ediliyor. Mesela İran’ın son zamanlarda attığı adımlar ki bu adımlar başta Türkiye olmak üzere, Azerbaycan, Ermenistan, Rusya gibi bölge ülkelerini fevkalâde ilgilendiren gelişmelerdir. Öyle görünüyor ki İran; Türkiye destekli Azerbaycan’ın Ermenistan ve Karabağ zaferini hazmedemedi. İsterseniz buna bir de Soçi’de gerçekleşen Erdoğan-Putin İkili görüşmelerini de ilâve edebilirsiniz. Tüm bunlara rağmen iç politikadaki gelişmeler, söylemler ve yine ekonomik sıkıntılar öne plana çıkartılıyor. Elbette ekonomi, hayat pahalılığı önemli hususlar. Buna er ya da geç bir çözüm bulunur ve bulunmalıdır da. Ama bölgemizde küresel güç odaklarının ortaya koydukları, ve koyacakları önemli konuları göz ardı etmemiz de ülkeyi sıkıntılı bir sürece sokabilir. Unutmayalım, her ne kadar Biden yönetiminde ABD-İsrail İlişkilerinde bir durağanlık gözleniyorsa da, işin aslı hiç de öyle değil. Zira ABD'nin devlet politikasında İsrail'in güvenliği önemli bir yer tutmakta. ABD, bugün Ortadoğu'da ve Suriye'de varlığını rastgele korumuyor. PYD-YPG vb.lerine NATO müttefiki, 1947'den beri ikili anlaşmaları olan Türkiye'ye rağmen destek vermesi sıradan bir şey değil. ABD'nin hiçbir zaman için bölgemizde ne Türk'e, ne Fars'a, ne Arab'a ve ne de Kürtlere içten, samimi bir yakınlığı olmamıştır. ABD başta olmak üzere İngiltere, Rusya, Fransa gibi ülkelerin bölgemize ilişkin politikalarında kendi çıkar ilişkilerinin yanında, stratejik amaçlarının da olduğu muhakkak. Keza İsrail'e olan muhabbet ve ilgileri de yine stratejiktir. 15 Temmuz 1974'deki Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios'a karşı yapılan Nikos Sampson darbesi ve sonrasındaki gelişmeler ve tabi Türkiye'nin Kıbrıs Barış Harekatını başlatması da bir bakıma ABD'nin İngiltere'nin kontrolünde bulunan Ağrotur ve Dikelya üslerinin ABD'nin kontrolüne geçmesi içindi. Keza İngiltere'nin kontrolündeki bir Kıbrıs ABD'ye güven vermiyordu. Zira Yalta (5-11Şubat 1945) sonrası aralarında Kıbrıs’ında bulunduğu Ortadoğu. Balkanlar ABD’nin siyasi nüfuz alanına girmiştir. Bu nedenledir ki özellikle Kıbrıs, Amerika için Ortadoğu’nun tarassut kulesidir. Halen Kıbrıs konusunun sürüncemede bırakılması da bu nedenlerdir.

   Belki de dün NATO'ya girmemiz gerekli idi ve doğru bir adımdı. Ama aslında dün de, bugün de ABD'nin NATO'ya yüklediği misyon hiç de hayırhah bir misyon değildi. Prof. Dr. Türkkaya Ataöv konuya ilişkin yıllar öncesinden bu konuyu şöyle değerlendiriyor. ''NATO Türk savunması açısından meydana getirilmiş siyasi ve askeri bir örgüt değildir. Özellikle Amerika'nın emrindedir. Türkiye'nin 'savunulamaz' gerekçesiyle terkedilmesi ya da Ortadoğu savunma çizgisinin Toroslar, giderek Kuzey Afrika'dan geçirilmesiyle Türk topraklarının kendi kaderiyle baş başa bırakılması mümkündür. Amerika Birleşik Devletleri soğuk savaş perdesi altında, Türkiye de dahil, bütün müttefiklerini yalnız Amerikan çıkarlarına hizmet eden ve kendi iradesine ses çıkarmayan uygulayıcıları durumuna sokmak istemektedir...'' (Amerika Türkiye ve NATO Türkkaya Ataöv Aydınlık yay. 1969 sh. 223-3)

   Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın BM. Genel Kurulu çalışmaları için gittiği New York'taki temas ve konuşmaları zahiren iyi ve kötüyü içermektedir. Özgüvenle, 'Ben Oğul Bush'la çalıştım, Sayın Obama ile çalıştım, Sayın Trump ile çalıştım, Ama Sayın Biden ile iyi başlamadık diyebilirim. ' Hele hele ABD Ulusal Güvenlik Konseyi MENA koordinatörü Brett McGurk ile ilgili söyledikleri Amerika açısından yenir-yutulur değil. Zira Sayın Erdoğan McGurk için Suriye'de teröristlere destek veren birisidir derken aslında McGurk'un şahsında Amerikan yönetimini hedef almakta. New York dönüşünde Amerika ile gidişatın hayra alamet olmadığını belirtmesi de cesur bir çıkış olarak değerlendirilebilir. Ama hayra alamet olmasını beklediği 30-31 Ekim Roma G-20 zirvesi ve yine 1-12 Kasım'da İskoçya'nın Glasgow kentinde düzenlenecek 'İklim Konferansı'nda da hayra alamet bir sonucun ve yine Erdoğan-Biden görüşmelerinin hayır getireceği meçhul!

   Sayın Erdoğan'ın Amerika temaslarında zahiren kötü olan ise New York dönüşü 29 Eylül'de Putin ile Soçi'de yapacağı görüşme öncesinde Polonya-Ukrayna ile ilgili sözleri olmuştur. Bilhassa 'Kırım'ın ilhakını tanımayacağız.' açıklaması Soçi öncesi Türkiye'nin Putin karşısında elini sıkıntıya sokmuştur diyebiliriz. Zaten Kremlin sözcüsü Dimitri Peskov tarafından da adı geçen açıklamanın Rusya tarafından üzüntü verici olduğu ifade edilmiştir.

      Erdoğan, ABD dönüşü 29 Eylül'de Putin ile ilgili görüşmeler yapmak için Soçi'ye gitti. Soçi görüşmeleri yalnızca (tercümanlar hariç) Putin-Erdoğan arasında geçti. Zaten Erdoğan da New York'ta: 'görüşmelerimizde üçüncü bir şahıs olmayacak.' açıklamasını yapmıştı. Peki! Putin-Erdoğan görüşmelerinde öne çıkan ne? Elbette bunu bilmek şu an için mümkün değil. Ancak sızan haberlere bakılırsa iki konunun öne çıktığını görüyoruz. Bunlardan birisi kısa vadede Suriye-İdlib konusu, uzun vadede ise sanayi işbirliği konusu ve yine yukarıda bahsettiğimiz gibi Kafkasya’daki gelişmeler de gündeme gelmiş olabilir. Erdoğan'ın özellikle Suriye konusunu öne çıkarması ve “Suriye'nin barışı yine- Türkiye-Rusya ilişkilerine bağlı.” sözü oldukça önemli ve bu sözün altını çizmek lazım. Zira Erdoğan bu sözleri ile başta ABD olmak üzere İran'ı da Suriye denkleminde devre dışı bırakıyor. Zira yukarıda da ifade ettiğim gibi McGurk'un teröre destek vermesinin altını çizmesi Suriye'de ABD ile çözüme gidilmesinin mümkün olmadığının bir ifadesidir.

      Görünen o ki, her ne kadar Rusya son zamanlarda İdlib ve çevresine yoğun hava saldırıları düzenlese de Suriye konusunda Türkiye ve Rusya mutabakat sağlamak mecburiyetindedirler. Hatırlanacağı üzere Rusya, 26 Eylül-30 Eylül arası İdlib’de yaptığı hava saldırılarını durdurmuştu. Ancak 1 Ekim itibariyle bu saldırılar yeniden ve yoğun bir şekilde başladı. Türkiye de Suriye'de bulunan askeri gücünü yeni ve stratejik silahlarla takviye etmeye başladı. Sonuç ne olur ileride göreceğiz. Ancak yazımızı sonlandırmadan bir kaç hususun altını çizmekte yarar var.

      Yakın bir zaman içerisinde Kremlin’de Esed-Putin görüşmesi gerçekleşti. Suriye Dış İşleri Bakanı Faysal Mikdat New York'u ziyaret etti ve orada Rusya, İran, Mısır, Tunus, Ürdün, Irak Dışişleri Bakanları ile görüştü. Suriye Ulusal Konseyi Başkanı (SUK) Salim Meslel ABD'den SDG'ye verdikleri destek gibi kendilerine de destek olmalarını istiyor. Ürdün-Suriye yakınlaşması son sürat gidiyor. Mısır Dış İşleri Bakanı Sami Şükrü Suriye'nin yeniden Arap Birliğine dönmesi için çaba sarfediyor. Hasılı Eylül ayı oldukça yoğun geçti ve bu yoğunluk Ekim'e de sirayet etti. Ürdün'ün yakınlaşması Türkiye'nin de Suriye politikalarına etki edebilir. Zira Suriyeli mültecileri en çok barındıran iki ülke Türkiye ve Ürdün’dür.

      Eylül ayının getirdikleri, Ekim ayı ve gelecek ayların getirecekleri bize şunu gösteriyor ki; bölgemizde Suriye başta olmak üzere sorunların halli için Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin yeniden masaya oturmaları ve çözüm üretmeleri zorunludur. Unutmayalım ki ABD'nin aklında sadece bölge ülkelerinin küçültülerek, butik devlete dönüştürülerek İsrail'in güvenliğinin sağlamanması var. Türkiye bunu görüyor ve bu nedenle de Irak'ta, Suriye'de barışın ne kadar önemli olduğunu sürekli hatırlatıyor. Elbette Türkiye gerek Irak’ta ve gerekse Suriye’de emperyâl amaçlarla bulunmuyor. Laik bir ülke olması nedeniyle de mezhep ve din ihracatına da niyeti yoktur. Sonuç olarak şunu ifade edebiliriz ki Amerika’nın vb. ülkelerin bölgemiz için emperyâl amaçları olduğu gibi İsrail’in güvenliği için bölge ülkelerini parçalama arzusu da açıktır. Zira neo-con albay Peters’in 2006’da Amerikan Askeri Strateji dergisinde yazdığı “KANLI SINIRLAR” makalesini ve bölge ülkelerinin parçalanmış haritalarını da neşretmesini unutmadık. İran, Suriye, Irak ve Pakistan lütfen sizlerde unutmayın.

    8 EKİM2021

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş