metrika yandex
  • $32.57
  • 34.69
  • GA19020

Ey Nebi! Özür dileriz

RAMAZAN KAYAN
30.10.2020

Yeryüzünün gelmiş geçmiş en fazla övgüye mazhar olanı insanı kimdir, sorusuna verilecek en net cevap; kuşkusuz Hz. Muhammed (sav) olacaktır.

Öncelikle Onu en çok ve en güzel öven, Allah azze ve celle’dir…

“Şüphesiz Allah ve Melekleri Peygambere salat ederler (överler). Ey iman edenler! Siz de Onu övün Ona salat ve selam getirin.”(Ahzab,56)

Buna rağmen bu gerçeğe kör ve sağır kesilen, Onu yerenler ve Ona sövenler yok mudur? Olmaz olur mu!.

Tevhidin özü Onu övmekse, şirkin özeti Ona ilan-ı harp etmektir…

Kulluk sınavının en kritik konularından biridir Hz. Muhammed… Hepimiz Onunla sınanıyoruz… Onu sahiplenme ve savunma nispetince sahici bir kulluğu sürdürebilme imkânını yakalayabiliriz… Onu sahiplenmenin sahih imanın sonucu olduğunu da biliyoruz.

Peki, bugün Ona yönelik bunca saldırıya rağmen biz işin neresindeyiz?

Sistematik saldırılar, karalama kampanyaları, gerçekleri çarpıtma, hakikati karartma operasyonları periyodik olarak sürdürülüyor… Küresel istikbar; ifsadın, ilhadın, iğvanın her türlüsünü sahneliyor…

Olup biteni hep sabırla mı geçiştireceğiz?

Ona yönelik bunca tahkir, tahfif, tezyif sürüp giderken nasıl bir tavır takınmamız gerekiyor?

İmanın asaleti, İslam’ın izzeti nasıl bir duruşu salık veriyor?

Bu ve buna benzer sorular cevapsız kalırsa, Müslümanların içine düşeceği boşluk ve belirsizlik nasıl bir sonuca dönüşür tahmin edersiniz?

Sinir uçlarımıza dokunuyorlar, aman gaza gelmeyelim; doğru da peki bu durumda ve bu süreç içerisinde sinirleri alınmış bir ümmete dönüşürsek o zaman ne olacak?

Bu kadar hakareti sineye çekmek ne kadar doğru?

Tepkisizlik, tavırsızlık zamanla bizi tanınmaz hale getirirse ne yapacağız?

Sağduyulu olalım, ama sakın yapılan edepsizliklere sağır kalmayalım…

Haklı bir öfkenin, hakkaniyet ölçüleri içerisinde dışa vurumuna kim ne diyebilir?

Bu alçaklıkları ifade özgürlüğü olarak dayatıyorlar, sonra da bizden alışmamızı istiyorlar… Genişlilik, çoğulculuk ve çok seslilik adına hazmedin, katlanın diyorlar.

Bir yerde saldırı varsa cevap da vardır.

Sormak gerekmez mi?

Liberal söylemleriniz, özgürlük şarkılarınızdaki ikiyüzlülük ya da yüzsüzlük ne anlama geliyor? Alçaklığa alkış tutmak mıdır, özgürlük?

Hümanizmanızda neden ötekilere yer yok?

Bunca iğrençliği hangi özgürlük kalıplarına sığdırabileceksiniz?

Müslümanları ötekileştirmekle de bu iş bitmiyor…  Ötekileştirmeden de öte öcüleştirme ve önünü kesme, kökünü kazıma operasyonlarıdır, yaşananlar… İslamofobinin esas temeli tam da budur…

Bu tezgâhı özür dilemeci bir algı ile engelleyemeyiz…

Haklı davamızda bizi haksız duruma düşürecek eylemlerle de bu işin içinden çıkamayız.

Peki, ne yapmalı?

Öncelikle bir eylem bilinci, eylem kültürü, eylem geleneği, eylem ahlakı ve eylem fıkhı oluşturmalıyız… Eylemsiz olmaz, bunun altını tekraren çizmeliyiz…

Eylem biçimimizi adalet, ahlak, itidal bağlamında değerlendiririz.

Eylemlerimiz bir basiret ve cesaret üzere şekillenmeli… Öykünmeci özentilerden kurtulmalıyız… Davamıza zarar verecek ferasetsizliklerden kaçınmalıyız… Bu kaçınmak, eylemden kaçmanın bahanesi olmamalı…

Ve bilmeliyiz ki, bu saldırıların hesabını sormazsak, yarın hesap günü hesabımız zorlaşacaktır…

Hakkı örtmeye, engellemeye, gizlemeye çalışanlara karşı hakkı haykırmak, gerçekleri gün yüzüne çıkarmak akidenin gereğidir…

Aksi takdirde ‘dilsiz şeytan’ olma derekesine düşmekten kim bizi kurtarır?

Düşünce özgürlüğü kapısından girip değerlerimize saldıranları susturmak hakkın asaletindendir… Yoksa münkere muhalif, şerre muarız olduğumuz nasıl bilinecek?

Tabii ki tepkimiz de bize göre olacak? Yani nebevi bir duruşla… Çünkü nebi bize dik durmayı öğretti… Aziz ve asil bir örneklik sundu… Bu dik duruşun ismi direniştir… Zulme, zillete boyun eğmemektir. Acziyet ve zaafiyet göstermemektir…

Biliyoruz ki, tüm sindirme, silme, sıfırlama, sınırlama, sömürme salvolarına karşı sebadın, savunmanın sahici adıdır Muhammed (sav).

Muhammed, tüm ahlaksızlıklara, azgınlıklara, alçaklıklara başkaldırının adıdır… Muhammed, bir meydan okumadır… Ulvi bir değişimin, deruni bir dönüşümün, Rabbani bir devrimin karşılığıdır Muhammed…

Siracen münira/nur saçan kandilin ışığını ağızlarıyla, kalemleri ile söndürmek isteyenlerin buna güçleri yetmeyecektir. O’nu canlarından daha aziz bilenler, O’nu can siperane savunmasını da bilirler…

Herhalde İsrailoğullarının Hz. Musa(as)’a dediklerini diyecek değiliz…

“(Ey Musa) Sen ve Rabbin gidin savaşın biz burada oturup bekleyeceğiz…”(Maide, 24)

Tam aksine bizden beklenen Bedir ehlinin duruşunu güncellemektir…

“Ya Muhammed! Sen bize Berku’l Gımad’a yürümemizi emretsen biz yine de seninle geliriz.”

Ya da bizim tutumumuz, Ebrehe’nin fil ordusu karşısında Abdulmuttalib’in yaklaşımı gibi olmayacaktır.

Hani Kâbe risk altıda iken, o develerinin derdinde idi…

Nasıl olsa Kâbe’nin sahibi var, diyordu…

Evet, Muhammed’in de sahibi olan Allah’dır…

Ancak o Allah bizden Peygamberi sahiplenmemizi istiyor…

Tam da sınavımız burada başlıyor…

Peygambere salavat ne demekti?

Onu sonuna kadar sahiplenmektir…

Onu savunmaktır…

Ona sadakattır…

Ona samimiyettir…

Ona karşı sorumluluktur…

Onu her zeminde ve tüm zamanlarda savunabilmektir.

Sokakta, salonda, sahada, sahnede, stüdyoda , sınıfta, seferde, savaşta, sanalda…

Hem de sonuna kadar…

Sürekli ‘Fedake Ya Resulallah/ Canım sana feda olsun ya Resulallah’ bilincini diri tutmaktır…

İşte bu hassasiyet Muhammedi misyona hayatiyet kazandıracaktır…

Aksi takdirde nebevi misyon ve mesaj zamanaşımına maruz kalacaktır… Ve şimdilerde Batının, İslam’ı ve Hz. Muhammed’i kirli dillerine dolayıp magazinleştirme hamleleri fasılasız devam ediyor…

Yöntemler, taktikler, araçlar farklı olsa da amaç aynı…

İslam’ın ve onun yüce peygamberinin ağırlığını eksiltmek, itibarını zedelemek…

1400 yıl öncesinde demokrat, laik, liberal, sosyalist, nasyonal, seküler bir İslam, seküler bir Muhammed arayışına girdiler…

İslam’ı tartışmaya açmakla savaşı farklı zeminlerde sürdürmek istiyorlar…

Evet, İslam’ın ve Hz. Muhammed’in ismi üzerinden sürdürülen bu savaşta nihai hedef ise,

Onun ümmetini hafızasızlaştırmak…

İradesizleştirmek… İtibarsızlaştırmak…

Ve sonunda sömürgeleşmeye teşne bir ruh haline getirip sürüleştirmektir…

Bu tuzağı boşa çıkarmanın yolu, Onun sünnetine sımsıkı tutunmaktır…

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş