metrika yandex
  • $34.83
  • 36.6
  • GA21150

Eskisi Öldü, Yenisini Kim Kuracak ve Bu Ne Kadar Mümkün? - 3

MEHMET YAŞAR SOYALAN
29.11.2023

 

 

Üçüncü Bölüm

Resul Dönemi Müslüman Ailesini Günümüz Gerçekliğinde Kurmak Ne Kadar Mümkün veya Bu Aileyi/ Toplumu Nasıl Kurarız?

Öncelikle şunu söyleyelim; tasavvur yoksa gerçeklik de yoktur. Tasavvur ise kavramlaştırma ile başlar. Müslümanların kendi kavramlarını oluşturacak erginliğe ve fikri yetkinliğe erişmeleri konunun olmazsa olmazıdır. Ancak bugünün gerçekliğinde Müslümanların kavramları yok, kavram üretecek fikri ve ilmi bir tasavvur ve ameliyeden de mahrumlar. Bireyiyle, toplumuyla Müslüman dünya dört başı mamur özgün ve yeni bir fikir ve tasavvur oluşturacak zihni ve fikri donanıma sahip olmadıkları gibi rüştlerini ispat edecek psikolojik eşiği aşabilecek özgüvene de sahip değiller. Mevcut kültürel, fikri, siyasi atmosfer böyle bir oluşuma/yeniliğe müsait değil. Kendilerini hep başkaları/ öteki zerinden ifade etmek durumunda kalıyorlar. Böylece “öteki” dedikleri ile aynılaşıyorlar. Aile ve toplum tasavvuru hala İslam öncesi “zalim de olsa kardeşine yardım et” anlayışı çemberini aşabilmiş değil, tasavvurunun merkezini bu anlayış oluşturuyor, ama bir yandan da küresel hegemonyanın kıskacında. Bu anlayışını bir yandan “yerli” bir yandan da “evrensel/ küresel” gibi yeni isimlendirmelerle tahkim etmeye çalığıyor. Henüz kendi zihnini ve toplumsal tasavvurunu cahili/ kabilevi kodlardan arındırabilmiş değil ve böyle bir tartışma da yok. Küresel modern kültür de onu kuşatmaya devam ediyor. Zihinsel kodlar ve tasavvur anlamında bile, küresel ve geleneksel anlayış, algı, yapı ve kurumlardan farklı bir fikri oluşumun ortaya çıktığına dair bir işaret da henüz görünmüyor. Şu an bir yandan mevcut durumdan yakınılıyor ama bir yandan da alışkanlıkların esareti dışına çıkılamıyor. İşin tuhafı kevgire dönmüş ve yıkılmasından korktukları mevcut aile yapısını “İslami” sanıyorlar ve yaktıkları ağıt biraz da bundan. Şu anki ailevi ve toplumsal yapılarını “islami” olarak kabul ettiklerine ve feryatlarının da bu yapının yıkılmasından kaynaklandığına göre, var olan veya az önceki kutsanmaya devam edildiği sürece yeni bir aile veya toplum kurmak nasıl mümkün olacaktır.

Yaşanılanı bir kanun, yasa ve uygulama sorunu olarak görmek sorunu örtmenin ve ötelemenin dışında bir işe yaramaz. İlgili birkaç yasa ve kanun maddesini değiştirmekle veya geçmişte cari olmuş bazı fıkhı hükümleri, zamansal ve mekânsal gerçekliğini yadsıyarak, onun ruhunu yok sayarak günümüz gerçekliğine monte ederek ailenin yeniden kurulabileceğini veya kurtulabileceğini varsaymak sadece acıların ve kayıpların artmasına ve zaman kaybına sebep olur. Aile ve toplumun bir kırılma ve yok oluş yaşadığı kanaatinde olanların, nedenler üzerinde kafa yormaya çalışırken, nasıl bir aile ve toplum arzu ettiklerini de ortaya koymaları gerekir. Bu arzularının toplumun tümünün ortak arzusu olması gerektiğini yoksa ortak bir anlayışın mümkün olmayacağını bilmeleri gerekir. Dolayısıyla önce ortak bir tasavvur üzerinde uzlaşılması gerekir. Tasavvur yoksa eylem de, uygulama da, yapı da yoktur.

Bir Müslüman olarak söyleyebilirim ki, Resul dönemi aile ve toplum tasavvurunu günümüz gerçekliğinde yeniden inşa edebilirsek, zaman içerisinde bu tasavvura uygun bir aile ve toplum (en azından bir model olarak) ortaya çıkabiliriz. Ancak burada iki aşamalı bir süreç işlemek durumundadır. Birincisi; Müslüman olduklarını söyleyenlerin Resul dönemi aile ve toplum tasavvurunun ne olduğu ve günümüz aile ve toplumunun, ancak bu tasavvurun “bugün”ün gerçekliğinde yeniden inşası ile mümkün olacağı konusunda ortak bir kanaate varmaları işin olmazsa olmazıdır. İkincisi ise bu ortak kanaatin/ tasavvurun günümüz gerçekliğinde karşılığının ne olduğu, bugünün zaman ve mekân gerçekliğine nasıl ve ne şekilde inşa edileceği konusunda da ortak bir kanaatin /tasavvurun bulunması/ oluşması gerekir. Bunun için Müslüman fikir adamlarının bu sorun üzerinde yoğunlaşarak, Resul dönemi aile ve toplum tasavvuru ve bu tasavvurun bugüne nasıl taşınacağı konusunda araştırmalar/ çalışmalar yapmaları ve çalışmalarını toplumla paylaşmaları işin aciliyet ve zaruret kısmını oluşturmaktadır. Çünkü bu çalışmalar hem Müslüman toplumun hem de aklı selim ve vicdan sahibi insanlığın bu dönemin gerçekliği ile tanışmalarına ve mevcut durumla kıyaslamalar yapmalarına, bir yerde kendileri ile yüzleşmelerine vesile olacaktır. Biz bir ön çalışma olarak bu ve ilgili önceki yazılarımızda bu tasavvurun çerçevesini kendi kapasitemiz ölçüsünde çizmeye ve içini doldurmaya, Resulullah ve arkadaşlarının ortaya çıkardıkları modeli görünür kılmaya çalıştık. Biz inanıyoruz ki Müslüman dünyanın farklı anlayıştaki fikir ve ilim adamlarının en azından bu konuda ortak bir kanaate ulaşmaları ve çalışmalarını kendi çevreleri ile paylaşmaları, bir süreç içerisinde toplumun genelinde de ortak bir kanaatin ve anlayışın oluşması mümkün kılabilir.

Bu temennilerimizin gerçekleşmesinin, yaklaşık 1450 yıllık Müslüman tarihi içinde oluşan fikri, siyasi, dini anlayışlar, ayrışmalar, çatışmalar, kan davasına dönüşen önyargılar nedeniyle imkânsıza yakın olduğunun farkındayım, ancak, eğer böyle bir şey mümkün olacaksa, “imkânsız olan” bir şekilde aşıldığında buradan başlamak gerekecektir.

Önemli bir konu da bu işlerin zulme destek ve aracı olmamak koşuluyla nasıl bir Müslüman pratik ortaya koyarsa koysun, kendisini Müslüman kabul eden bütün kesimler dışlanmadan ve onları da kapsayacak şekilde yapıldığında ancak tasavvur ve pratiğin kaynaşmasının ve kalıcı olmasının mümkün olacağıdır. Aynı şekilde bu anlayış ve uygulamaların yeryüzündeki zulme ortak olmayan tüm birey ve toplumlara da açık olması, örneklik teşkil etmesi, onlar için de bir yol döşenmesi gerekliliği de Resul dönemi tasavvurunun bir başka boyutudur ve günümüz gerçekliğinde bunun ihya ve icrası da günümüz temsilcilerinin temel görevi durumundadır.

Belki bir başlangıç noktası olarak, Resul dönemi gerçekliği ile kıyaslarsak yeryüzündeki mevcut Müslüman toplumu, içinde doğduğumuz kabile/ aşiret, diğer gayri Müslim toplumları da çevredeki diğer kabileler olarak görerek işe koyulabiliriz. Güncelleme konusuna buradan, böyle bir varsayım üzerinden başlayabiliriz. Önce örfü dışlamayan ancak daha çok tasavvuru ve bu tasavvurun inşa sürecini (Mekki dönemde olduğu gibi) esas alan bir yaklaşımla yola çıkabiliriz. Genel ilkeler ve mutabakatlar çerçevesinde katı ve donmuş özellik arzetmeyen, elastiki/ geçirgen, yatay hiyerarşiye sahip yapılar kurarak süreci yönetebilir ve Müslüman toplum ve aileyi eş zamanlı olarak kurabiliriz. Belki böylece var olanla/ mevcut durumla yüzleşilip, zulmü dışlayarak, salihat/ salih işler çerçevesinde bir araya gelinebilir, yeni Müslüman toplumun bir prototipi oluşturulabilir.

Bu konsensüs ve ortak anlayışın ve yeni toplum dinamiklerinin bir gereği olarak üzerinde yoğunlaşılması ve uzlaşılması gereken konulardan birisi de Hucurat Süresinde (49/14) ifade edilen Müslim ve Mü’min anlayışının ve birlikteliğinin çerçevesini Kur’an ve ilk dönem uygulaması merkeze alınarak günümüz diline/ anlam dünyasına/ gerçekliğine uygun olarak yeniden çizmek ve içini doldurmak durumundayız. Çünkü bu müslim ve mümin anlayış ve birlikteliğini günümüz şartlarında yeniden oluşturamazsak daha önce de ifade ettiğimiz gibi, zulme destek ve aracı olmamak koşuluyla nasıl bir Müslüman pratik ortaya koyuyor olursa olsun bütün Müslüman yapıları, anlayışları, grupları içine alan yeni bir toplum oluşturamayacağımız gibi toplumun temelini oluşturan yeni bir aile modeli de ortaya çıkaramayız.

Aynı şekilde zulme rıza göstermediğini, el, dil ve buğzu ortaya koyan insanlık için etrafımızda surlar örmek yerine bizim onlara, onların bize ulaşmasını sağlayacak köprüler kurmak da bu yeni toplum modelinin en temel ayaklarından birisidir. Bu sağlandığında ancak toplumun dinamizmi ve sürekliliği sağlanmış olur. Bu sayede aile de kan merkezli olmaktan çok hak, adalet ve sorumluluk merkezli bir yapıya kavuşur ve Resul dönemi tasavvuruna erişilmiş olur. Yine bu anlayışın bir gereği olarak “zulm” ve “şırk” kavramlarının Kur’ani ilke ve hikmet çerçevesinde yeniden güncellenmesi gerekmektedir ki bu konu bu gün için bir zaruret haline gelmiştir. Dolayısıyla bu “zaruret”, Müslüman fikir ve ilim adamlarının boynuna yüklenmiş bir görev ve sorumluluk olarak orta yerde durmaktadır.

Sonsöz Yerine

İmkânsız veya imkânsız gibi görünen şey, zihne takılan düşünsel bir prangadır. Bu pranga kırıldığında, “imkânsız”, “ mümkün”e dönüşür.

NOT: BU MAKALE YETKİN DÜŞÜNCE DERGİSİNİN 22. SAYISINDA (HAZİRAN 2023) YAYINLANMIŞTIR.

Yorum Ekle
Yorumlar (1)
İlhan Ayan-Turhal | 30.11.2023 13:15
Merhaba Yaşar abi, rahmetli babam; “Bir işe başlamak, o işin yarısına gelmektir” derdi. İmkansız diye görülenin, mümkün olduğunu görebilmek için bir kıvılcıma ihtiyaç vardır. Bir bardağa yüzlerce damla düşer,lakin bardağı taşıran son damladır. Bir yerden başlamak gerek. “Umut yiğidin kamçısıdır” sözünden hareketle, düşünce, tasavvur ve çabaya yönelik tüm çalışmaları önemsiyorum. Toplum olarak bunlara ihtiyacımız var. Teşekkürler.

Her Taraf - Türkiyenin habercisi