"Ancak, ilkenin mücadelesini vermek; kimin lehine olursa olsun haktan yana, kimin aleyhine gözükürse gözüksün haksızlığa karşı bir tavra sahip olmak, sanıldığı kadar kolay değildir. Haksızlığa uğradığında hakkı için mücadele verdiğimiz niceleri, güç ellerine geçtiğinde haksızlığa yeltenir de kendilerini uyarsanız, uyanmaz ve teşekkür etmezler genellikle. Bilakis, alttan üstten bin türlü yöntem kullanarak, ilkeli hatırlatan sözünüzü ve ilkeli duruşunuzu kıymetten düşürmeye çalışırlar. Bunun en kolay yolu da, yanlışı yapan 'sizden' , kendisine yanlış yapılan 'onlardan' ise; yanlışa tavır koyup hakkı ketmedilenin hakkını savunduğunuz için sizi de ' onlardan' ilan etmektir. Halbuki mesela bir komüniste yapılan haksızlığa tavır koymakla komünist, bir liberalin söylediği doğruya sahip çıkmakla liberal olunmaz; adil olunur. "
( Metin Karabaşoğlu, Adaleti Emreden Namaz, İz yayıncılık, s:30)
Adil olmak bir Müslümanın olmazsa olmaz temel özelliklerinden biridir. Adaleti ikincilleştiren, önemsizleştiren, ihmal edilebilir bulan görüşlerden uzak durmak gerekir. Çünkü adalet ihmal edilebilir bir değer olarak görüldüğü andan itibaren her türlü haksızlığı meşrulaştırmaya çalışan söylem öne çıkar.
Yaşadığımız süreç içinde karşılaştığımız çok sayıda olay adaletin ihmal edildiğini açıkça gösteriyor. Oysa biz, “Sizden önceki milletlerin yok olmasına sebep, içlerinden soylu biri hırsızlık yapınca ona dokunmayıp, zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca ona cezasını vermeleriydi. Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık yapsaydı, onun da elini keserdim.” (Buhari, Enbiya 54, Megazi 53, Hudud 11, 12; Müslim, Hudud 8, 9. Ayrıca bk. Ebu Davud, Hudud 4; Tırmizi, Hudud 6; Nesai, Sarık 6; İbn Mace, Hudud 6) diyen bir gelenekten geliyoruz.
Her koşulda adaletin izini sürmek temel ilkemiz olmalıdır. Bırakın onlar bizi davayı satmakla, ihanet etmekle, düşmanın safında yer almakla itham etsinler; biz adaletin izini sürmekle yükümlüyüz. Bunu yaparken bir zamanlar beraber yol yürüdüğümüz insanlara, yolun hatırı için, onları gittikleri yolda yaptıkları hatalardan dolayı uyarmak ve yardımcı olmaktan başka bir niyetimizin olmadığı da bilinmelidir.
Çıkarları, nepotizmi, adam kayırmayı sorun etmeyen, bizden olanın hatalarının görmezden gelinmesini öneren kişilerle yürünecek yol kalmamıştır.
Biz yolun başında verdiğimiz sözün arkasında duruyor ve haksızlık kimsen gelirse gelsin karşısında durmaya çalışıyoruz.
Gördüğümüz bir haksızlığa karşı çıkmak ve engellemek yerine, cemaatimiz, mezhebimiz, örgütümüz, partimiz adına görmezden gelmeye, sahiplenmeye, savunmaya çalışmak gibi bir ahlaki zaafı kabul edemeyiz. Çünkü adalet hayat mücadelesinde kabul edilen en üst değerdir. Adaleti ihmal ederek sağlanacak her kazanım yenilgiye giden bir kötülük olarak karşımıza çıkacaktır.
Öte yandan mevcut iktidara eleştirilerimizi sıralarken, yolumuz asla 1930'larin Tek Parti döneminin hayalleri kuran, otoriter siyasetin çıkış yolu olduğunu savunan, askeri darbeyi çıkış yolu olarak gören, terör örgütlerini mazur gösteren ulusalcı/ seküler/ milliyetçi / dini araçsallaştıranlar ile kesişmeyecektir. Adalet ve hukuk devleti yolunda onlarla da yürünecek yol, gidilecek menzil yoktur.
Hangi görüş ve düşünceden olursa olsun ateist, agnostik, Hristiyan, Yahudi, liberal vs. temiz fıtratın onayladığı ilkeleri gerçekleştirmek için birlikte çalışmalar yapmayı hedefliyoruz. Bu konuda 'Hılfu'l Fudul' ve 'Medine Vesikası'nın mirasını izliyoruz. Hangi etnik grup, din ve ideolojiden olursa olsun insanlığın vicdanındaki adalet duygusunu harekete geçiren birliktelikler kurulabilir, zulme ve haksızlığa karşı mücadele edilebilir. Bunu yaparken münafıkça davranıp, gücü eline aldığında Müslümanlara zarar vermeyi amaçlayan kişi ve gruplara karşı uyanık olacağız. Haksızlık ve zulüm yapan dışında mücadele edeceğimiz hiçbir grup ve kişi yoktur. Ötekimiz Türk, Kürt, Arap, Ermeni, Rum, ateist, deist, agnostik, Hristiyan, Yahudi değil, hangi gurup ve dinden olursa olsun zulüm yapanlardır.
Eleştirileri yaparken asla yıkıcı olmayacak yol gösterici olacağız. Her türlü faaliyetimizde Müslümanların aleyhine olacak hiçbir girişimin içinde olmayacağız. Hedefimiz bütün toplum kesimlerinin katıldığı müzakereye dayalı bir toplumsal metin oluşturmaktır. Bunun yolu da demokratik katılımcı bir yolla belirlenecek anayasadan geçmektedir.
Tarafımız hak ve hakikatin tarafıdır. Bu yüzden hiçbir parti, örgüt ve cemaatin militanı değiliz. İyilikleri kim yaparsa yapsın destek olur, kötülük kimden gelirse gelsin karşı çıkarız.
İslamcılığın temel argümanlarını savunuyoruz. Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh'la başlayan İslami yenileşmeci anlayışın temel mottosu şudur: Müslümanların içinde bulunduğu olumsuz durumun nedeni kendileridir. Bundan dolayı yenileşme ve değişime bu zaafın onarılmasıyla başlamalıyız.
İlk nesil İslamcılar üç temel ilke belirlediler:
1- Kur'an ve Sünnete dönüş
2- Cihad ruhunun uyandırılması
3- İçtihat kapısının açılması.
Bunların tümü de iç sebeplerle ilgilidir. Müslümanlar tüm olumsuzlukları Şeytanın üzerine yıkarak sorumluluktan kurtulamazlar. Bu durum Kur'an'ı Kerim'de son derece açıktır. "Hesaplar görülüp iş bitirilince şeytan şöyle der: “Allah size gerçekleşmesi kesin olan bir vaatte bulundu; ben de size öylesine vaatte bulundum fakat sözümde durmadım. Aslında benim size istediğimi yaptıracak bir gücüm de yoktu. Sadece ben sizi inkâra çağırdım, siz de bana uydunuz. Öyleyse beni kınamayın da kendinizi kınayın. Bugün, ne ben sizin feryadınıza yetişebilirim, ne de siz benim feryadıma yetişebilirsiniz. Dünyada iken beni Allah’a ortak tanımış olmanızı da reddediyorum. Elbette zalimlere can yakıcı bir azap vardır.” (İbrahim /22) Şeytan dış sebep, Müslümanların zaafları iç sebeptir. Bir kötülük odağı olarak Şeytanın hilelerine karşı uyanık olunacak ancak işlediğimiz günahların ve hataların nedenini ona yüklemeyeceğiz.
Toplumsal alandaki her tür ilişkimizde ahlaki tutarlılığı öne çıkaracağız. Dindarlar sistemi bahane ederek kendi ahlaki sorumluluklarından kurtulamaz. İbadetlerini yapmama, yalan söyleme, verdiği sözü tutmama, güler yüzlü olmama konularındaki eksikliklerini sistem üzerine yükleyerek sorumluluklarından kurtulamazlar. Değişim özneden başlar. Özneyi ihmal eden her yaklaşın sonuçta totaliter bir toplum projesine dönüşür.
Eleştirilerimizde militan tavırdan uzak duracağız. Çeşitli platformlarda düşüncelerini açıklayan bazı kesimlerde militan bir tavır öne çıkıyor. Militan, muhaliflerine karşı Kur'an ayetlerini kılıç gibi kullanır. Hariciler gibi onu ayrıştırma ve nefret objesi yapar. Militanın ayete anlam verirken metinle uyumu, anlam bütünlüğü, kapsam ve yorum kaygısı, Hz. Peygamberin uygulaması ve nüzul sebebi ile ilgili bir endişesi yoktur. Sahip olduğu bilgide entelektüel, irfani ve ahlaki bir derinlik olmadığı için öfkeli ve saldırgandır.
Eleştirilerimizde ideolojik körlük tuzağına düşmeyeceğiz. Sabit ve değişmez bilgiler, tartışmayı engellediği gibi, değişime ket vurur ve doğal olarak ideolojik körlük yaratır. İdeolojik körlük, kendini eleştirinin sürekli dışında tutar. Ona göre yanlış, eksik ve tutarsız düşünce daima karşıdadır. Militanlardan oluşan örgütlerin tartışmaya değil, eyleme ihtiyacı vardır. Eylem, düşünmeyi değil, adanmışlığı öne çıkarır. Örgütlerin düşünceye, araştırmaya, sorgulamaya ihtiyacı yoktur. Örgütlerde emir ve uygulama, koşullar ne olursa olsun, olmazsa olmazdır. Kendi örgütü için canını feda etmeye hazır bir canlı bombanın düşünmeye ihtiyacı yoktur. Militanın görevi örgütün her dediğine kayıtsız şartsız teslim olmaktır. Militanın bağlı bulunduğu örgütle ilişkisi dikkate alındığında en kötü partinin en iyi örgütten kesinlikle daha demokratik olduğu görülecektir.
İtaat bakımından FETÖ, İŞİD, EL- KAİDE ve PKK gibi örgütler arasında fark yoktur. Birinde Hocaefendi, diğerinde önderlik kurumu belirgindir. İkisinin etrafında metafizik bir tartışmasızlık tutumu egemendir. Bu tür yapılarda eleştiren olursa dışlanma, infaz, katletme gibi bir sonla karşılaşmaktadır. Partilerdeki itaat da kuşkusuz aynı toplumsal zeminden beslenir. Ama hiçbir partideki itaat terör örgütlerindeki itaatle eşitlenemez.
Dini araçsallaştıran ve istismar eden yapılar ile aramızda daima kapanmaz bir mesafe olacaktır. Namaz kılan, oruç tutan ve ağzından ilahi kelamı düşürmeyen insanların, kendi menfaatleri için her türlü ahlaksızlığı yapmaya eğilimli olmalarının ürettiği hastalıklı dindarlık kimseye çekici gelmeyecektir. Yeniden iman etmek ve İslam ahlakını temsil etme gayretinde başka çıkar yol yoktur. Kur’an, atalara, geleneğe uymayı ve onları vahyin değerlerinden öne koymayı reddeder. " Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun” denildiğinde, “Hayır, atalarımızdan gördüğümüze uyarız” dediler. Ya atalarının aklı bir şeye ermemiş, doğru yolu bulamamışlarsa!"( Bakara / 170) Gelenekten gelen değerlerin bir anlamının olabilmesi için, vahye aykırı olmaması gerekir ki, fıkıhta bu tür geleneklere örf denir.
" Üstünlük takvadadır" ilkesi Aziz Kur'an’ın temel ilkesi olduğundan bu ilke toplumsal zeminde rehberimiz olacaktır. Takva, Allah'a karşı sorumluluk bilinci demektir. Bu değerle eşitlenecek ya da bunun üzerine çıkacak hiçbir değer yoktur. Müslüman insan, hiçbir değeri, nereden gelirse gelsin bu değerin üzerine çıkaramaz. Etnik aidiyet gibi kişinin oluşmasında hiçbir katkısının olmadığı bir değeri etkin değer olarak sunamayız. Allah katında bütün etnik gruplar aynı değerdedir. Bu değeri bozan takvadır. Bir Müslüman için takvada üstün olan bir Ermeni, takvada daha alt derecede olan Türk’ten üstündür. Evrensel anlayışlar etnik aidiyetle sınırlandırılamaz. Bundan dolayı Kur'an'ın hitabı "ey insanlar" ya da "ey iman edenler" şeklindedir. .Modern dünya kendi refahı için sömürdüğü toplumların hesabını ödemek zorunda. Kimse sorumluluğu mültecilerin üzerine yıkarak, sınırlarını kapatarak sorumluluktan kaçamaz. Biz, komşusu açken tok yatan insanlar olamayız. Hz. Peygamber, "Komşusu açken tok yatan bizden değildir" diyor. Bizden değildir, yani Müslüman değildir.
Modern dünyanın en büyük sorunlarından olan mülteci sorununa adalet ilkesi çerçevesinde yaklaşacağız. Modern dünya, sistemi adaletsiz uygulamalar ve sömürgecilik faaliyetleri sonucu yarattığı göçmen sorunuyla yüzleşecektir. Kimse sınırlarını kapatarak bu sorumluluktan kurtulamaz. Sınırlarının dışında ne olursa olsun yaklaşımı ahlaki ve insani değildir. Mültecileri Türk olan olmayan üzerinden ayırmak İslam ahlakına aykırıdır. Müslüm Gürses'in dediği gibi " yakarsa dünyayı garipler yakar." Hz. Muhammed, zulme uğrayanların duasından korkmamız gerektiğini ifade eder. Hz. Peygamber (s.a.v.) bizleri şöyle uyarmıştır: "Zulme uğrayanın bedduasından kork. Çünkü mazlumun bedduası ile Allah arasında hiçbir engel yoktur." (Buhari, Zekat, 41, 63; Tevhid, 1; Müslim, İman, 31; Tırmizi, Zekat, 6) Mülteci sorununa yüz çeviren, ulusal çıkarları öne alan, Müslüman kardeşinin açısına duyarsız kalan, biz derken sadece kendi etnik grubunu kasteden kişiler mazlumun bedduasından korkmalıdır.
Yazarımız Osman Kayaer Emekli Oldu
18.10.2025
İyi bir İNSAN: Aliya|Mehmet Doğan
19.10.2025
Challenge diyen bir Tarihçiye / Fuad Durgun
23.10.2025
Bir cami, bir imam ve cemaat OSMAN KAYAER 28.10.2025
Dindarların Trajedisi YUSUF YAVUZYILMAZ 25.10.2025
Sünnet Üzerine YUSUF YAVUZYILMAZ 19.10.2025
gazze mahkemesi ay’ı RESUL UZAR 21.10.2025