I-
Epeydir banyonun sert zemininde yatıyordu. Bedeni el yazısındaki E harfi gibi tuhaf bir şekil almıştı. Başı biraz geriye yaslı, yüzü yukarı dönük duruyor, bedeniyle bacakları tuhaf birer kavis yapıyordu. Yüksekten düşmüş olmalıydı. Ne kadar zamandır burada yattığını kestirmesi mümkün değildi. Bedeninin uyuşukluğuna ve hareketsizliğine bakılırsa birkaç saatten daha uzun süredir burada olmalıydı. Hiç acı duymuyor ama hiçbir yerini hareket ettiremiyordu. Sırtıyla bacaklarının aynı eksende durmadığı hissi içini bulandırdı. Acaba omurgası hasar görmüş, felç falan mı olmuştu? Ellerini, ayaklarını, en azından parmaklarını hareket ettirmeye çalıştı. Bana mısın demediler? Hiçbirinde en ufak hareket yoktu.
Yukarıdan bakıldığında yattığı yer, -nedense- bir suç mahalli izlenimi uyandırıyor olmalıydı. Çünkü başkaları gibi sıradan bir şekilde düşemez, düştüğü yer sıradan bir manzara arz edemezdi. Düşerken -tabi düştüyse, bir yerlere çarpmış olabilir miydi? Neden düşmüştü? Gözü falan kararmış, hareket etmeye çalışırken ayağı bir yere takılmış, tökezlemiş miydi? Belki biri arkasından başına vurmuş ya da onu itmişti. Gerçi neden biri böyle bir şey yapsındı bilmiyordu. Böyle bir hareket ancak düşmanlıkla açıklanabilirdi. Düşmanı var mıydı ki acaba? Herkesin düşmanı olabilirdi de arkadan yaklaşıp başına vuracak, onu bir yerden itecek daha önemlisi ölümünü isteyecek kadar kimin düşmanlığını çekmiş olabilirdi üstüne?
Hayatında düşmanlar kazanmamak için elinden geleni yapmış, kimsenin etlisine sütlüsüne karışmamaya gayret etmişti. Dost neyse de düşman; kazanmayı isteyeceği en son şeydi. İşine gücüne bakar, yanlışa yanlış, doğruya doğru demezdi. Kimsenin tepkisini çekmemek için bugüne kadar neredeyse hiçbir konuda fikrini açık etmemiş, hele inandıklarını savunması gerekecek ortamlarda bir kelime dahi ettiğini duyan olmamıştı. Kavga çıkmasın diye tuttuğu takımı bile söylemez, futbol muhabbeti açıldığında sessizce dinlerdi. Biraz üstüne gelen olsa insanların hayatı kendilerine ne kadar zorlaştırdıklarından dem vurup boş vermenin önemini anlatırdı. Kimseye yer vermesi gerekmesin diye otobüste en arkaya yürür, minibüste uyuyor numarası yapardı. Sırf şoförlerle, yolcularla tartışmaya girmemek, önünde duran insanlardan izin istemeyip muhatap olmamak için kendi durağında inemediği bile olurdu. Öğrenciyken yüz alması gereken kâğıtlara verilen düşük notlara bile kibrinden itiraz etmemişti. Değerinin kendiliğinden anlaşılmasını bekliyordu. Böyle tuhaf biriydi işte. Varlığı, yokluğu; yeryüzü ve insanlık alemi için hiçbir fark teşkil etmese de kendini pek değerli bulurdu. Bir şeyi düzeltmek için zahmete girmek, terlemek, üzülmek, konuşmak, dilekçe falan yazmak onun işi değildi. Kendini hiçbir şeyle üzemez, yoramaz, incitemezdi. İkram gelecekse, varoluşuyla hak ettiği için gelivermeliydi. Ha yine kimse onu aksaklıklardan şikâyet etmekten alıkoyamazdı. Her şey başkalarının suçuydu, neden düzeltmek için bir şey yapmıyorlardı? Tabi bu kadar kamufle olmanın, hiçbir şekilde rengini belli etmemenin yan etkisi yalnızlık olmuştu. Halbuki kendisine benzeyenler vardı, en azından onların dostluğunu kazanacağını sanmıştı, öyle olmadı.
Yattığı yerde yüzüne banyo kapısının altından gelen hafif esinti vuruyordu. Canlılığını korumasını bu esinti sağlıyordu. Bedenindeki tek hayat emaresi belli belirsiz nefes alıp verişiydi. Hani o nefes almıyor da nefes ona geliyordu sanki, tıpkı hayattaki duruşunun gerektirdiği gibi. Bu sefer işler kötü, durum, hayat memat meselesiydi. Başının tuhaf, geriye yaslı duruşunun sebebi içgüdüsel olarak hava akımını yakalama ihtiyacı olabilirdi. Birinin gelmesini ve kendisini fark etmesini beklemekten başka çare yoktu. Biri mutlaka gelirdi. Burada böylece ölmesine izin vermezlerdi, veremezlerdi. Bugüne kadar kimse için “orada” olmamıştı ama şimdi birinin gelip kendisini kurtarmasını umuyordu.
II-
Banyoya dişlerini fırçalamak için girdi. Fırçasına macundan bir miktar sıkarken aklında dünya kadar mesele vardı. Bu macun ne kadar sürülüyordu fırçaya? Mercimek kadar mı, nohut kadar mı? Tam iki dakika mı? Dipten uca mı, sağdan sola mı? Neyse neydi? Fırçayı ağzına soktu ve dişlerini fırçalamaya başladı. Ferah köpük ağzına yayılmaya başlayınca süre meselesi yeniden geldi aklına. İki dakika bazen çok kısaydı da diş fırçalarken uzun geliyordu nedense? Yukarıdan aşağı, içten dışa, dıştan içe, sağdan sola, soldan sağa, aşağıdan yukarı… Bu havluları değiştirmek lazım. Tuvalet kâğıdının yedeğini getirmek gerek. Şu kremlerin son kullanma tarihlerine bakılsa keşke. Bu diş fırçasını yenileme zamanı gelmiş midir? Onlar fırça tüketimini arttırmak için firmaların uydurduğu şeyler… Midir? Klozetin dibi yine kireç bağlamış onu bir ovmak lazım. Bu eskiyen fırçayla… Yok artık! Bas çamaşır suyunu! Bak nasıl temizleniyor! Ama çamaşır suyu herkese, her şeye zarar. Ne yazıyordu çamaşır suyunun üstünde? Sucul canlılar için ölümcül olabilirmiş? Sucul canlı nedir? Hepimiz sudan yaratılmamış mıydık? Öyleyse bu çamaşır suyu sucullar için ölümcül de karacıllar için ölümcül değil mi? Sucullar ölüyorsa karacıllar nasıl sağ kalır ki? Birileri ölürken birileri “sağ” kalabilir mi? Kalsa ona sağ denebilir mi? Karacıl canlılar karada mı yaşar? Kara ne zaman görünür? Kara görünmezse sudakiler ne yapar? Daha ne kadar yüzebilirler? Yorulmazlar mı, pes etmek istemezler mi? Sudakilere bir el uzatmayan bundan sonra kendine ne der? Nasıl nefes alır, adını ne koyar?
Ağzının içi köpüklü tükürük dolmuştu. Tükürüklü macun sıvısı dudağının kenarından akmaya başlayınca midesi bulandı. Öğürerek lavaboya tükürdü. Tükürüğü kanlıydı. Fırçayı ağzında birkaç kere daha gezdirdi, iki dakika dolmuştur herhalde diye düşünerek suya tutup yerine koydu. Ağzını çalkalayıp lavaboya birkaç kez daha tükürdü. Ellerini, değiştirmeye karar verdiği havluyla kurularken yerde temizlikten kalmış tuhaf şekilli bir toz iplikçiği fark etti. Ne garip! Tozun şekli el yazısıyla yazılmış E harfini hatırlatıyordu. Eğilirken bazı insanların hayattaki duruşunun bu iplikçiğe benzediğini düşündü. Böyleleri mesela sadece sucul canlıları değil, hiçbir canlıyı önemsemezdi. Hayatta hiçbir şeyi düzeltmek için bir çabaya girmez, her türlü ayrıcalığı, ikramı doğal olarak hak ettiklerini düşünürlerdi. Eğilip nemli parmaklarıyla aldı onu ve klozete bıraktı. Havlular birkaç gün daha idare ederdi ama tuvalet kâğıdını yedeklese iyi olurdu. Banyodan çıkıp ışığı kapattı.
Yazarımızın başka yazı ve hikâyeleri için: https://yagmurluikindiyazilari.blogspot.com/
Esra Özer Duru, Ankara, 4.9.2024.
HOCAM ŞEYHO DUMAN-CELAL SANCAR
06.12.2024
HTŞ’ye Humus yolu açıldı
06.12.2024
Hocam Şeyho Duman|Talip Özçelik
09.12.2024
ALİYA’DA HUKUK VE DÜZEN / Muharrem BALCI
11.11.2024
Hamza ER'le Derkenar..
11.11.2024
Taassup | Ümit Aktaş
12.11.2024
Yemen’den İsrailli kimya devine büyük darbe
15.11.2024
Ecel ve Ölüm SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 05.12.2024
CUMAYA GİTTİM GELECEĞİM ESRA DURU 06.12.2024
Suriye'de Neler Oluyor? YUSUF YAVUZYILMAZ 08.12.2024
Ecel ve Ölüm SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 05.12.2024
ÇAĞDAŞ HAÇLI SAVAŞLARININ YÖNTEMLERİ AYTEN DURMUŞ 13.11.2024
KUR’AN’A GÖRE HZ. PEYGAMBER YUSUF YAVUZYILMAZ 17.11.2024