metrika yandex
  • $42.38
  • 49.23
  • GA41400
Düşünce

Dile Gelen Bakış Varlığın Boyutundaki Hakikattir…

ABDULAZİZ TANTİK
25.04.2022

Dile getirilen her bakış, varlığın bir boyutu içinde hakikatine tekabül eder. Bu gerçeği idrak etmek yolu yarılamaktan da ötedir...

İnsanın sahip olduğu bilgi ve yorum kabiliyeti ile varlık ve var olanla kurduğu ilişki ve iletişim özelliği sayesinde hakikat ile bağını kurmada da öncelikli bir özelliğe ve imtiyaza sahiptir. Bu insanın yaratılışının Yaratıcı Kudret nezdindeki değerini işaret eder. Ancak insan yeryüzüne gönderildiği andan itibaren bir imtihan vesilesi kılındığı için doğru ve yanlışı, iyi ve kötüyü mündemiç yaşamaktadır. Bu yüzden insan, sahip olduğu bakış yetisi ile ve sahip olduğu bilgisi ile iletişim ve ilişki kurarak hakikat ile bir bağ kurma zeminine sahiptir.

İnsan, herhangi bir yönlendirme olmadan kurduğu ilişkide hakikatin kendisi açığa çıkar. Bu yüzden insan, ilişkide olduğu olgu ile kurduğu bağ ölçüsünde o olgunun hakikatinin o boyutunu açığa çıkartır. Sonra bu hakikati kendi beklentisi içinde yeniden yorumlayarak ona yeni bir form kazandırır. Yani beklenti üzerinden hakikatin yeniden içerik ve biçim kazandırılması ameliyesinin kendisi bir sorun olarak öne çıkmaktadır. Meseleyi bu çerçeve içinde anlamak önemli ve farklılaşmanın boyut kazanmasının nedeni de açığa çıkarılmış olur.

İnsan etkileşim içinde var olur. Bu etkileşimin niteliği, bilginin etkileşimde alacağı biçim açısından önemli… İnsan, öfkelenebilir, çok kızgın olduğu zaman, o öfke ve kızgınlığın olguda meydana geleceği hakikati bize gösterir. Bu çerçeve içinde insan yaşadığı hallerin her zemininde kurduğu bağ ile bize o olgunun hakikatini vermektedir. Bu da bize hakikatin bütünlüğü açısından ne kadar önemli olduğunu gösterir. Mesele, kişinin yaptığı şeyin yanlışlığı bir tarafa o yanlışı yaparken bile bize hakikatin bir boyutunu işaret ettiğini ve açığa çıkardığını göstermesidir.

Hakikat, olgudan bağımsız ama olguda açığa çıkan bir özellik taşır. Olgu, hakikati yansıttığı ölçüde olguya dönüşür. Bir olgunun hakikat ile sanal olma özelliği, o olgunun insanda meydana gelirken, insani özellikleri dışsallaştırması ile birebir ilişkili bir durumdur. Bu anlamı dikkate aldığımız zaman insan, hakikat ile ilişkisi bağlamında hakikatin izharı ve bu izhar olan hakikatin dile gelmesi ve getirilmesi aşamalarında önemli bir konumu ihtiva ettiğini işaret eder. O zaman dile gelen şeyin o dile geldiği biçimi ile bir hakikat özelliği taşıdığı düşüncesi önemli hale gelmektedir.

Bu bize neyi sağlar?

İnsanın, en yalın hali ile hakikati izhar ettiği gibi dile getirdiğini belirgin kılarak, insanın tavırlarının hakikati; bir, çıplak hali ile gözler önüne sermesi; burada kastettiğim şey, olgu insani halin hakikatini dışa vurur. İki, insanın beklentisi ile oluşmuş yeni biçim ve içerik bile bize hakikatin farklı bir boyutunu işaret ederek, beklenti üzerinden insanın hakikat ile kurduğu ilişkinin mahiyetini bilmemize imkân sağlar. Her iki hakikat biçiminin birbirinden ayrı düşünülmesi doğru olmakla birlikte insanın hakikat ile kurduğu bağın mahiyetinin farkındalığını sunması açısından çok kıymetli bir durumu izah ettiğinden dolayı da kıymetlidir.

Hakikat dediğimiz şey ete kemiğe insanın ilgi, algı, duyuş, kavrayış, idrak ve sezgisel zemini üzerinden kendisini deşifre eder. Bu insanın mahiyet olarak değişiminin niteliğini gösterir. İnsan bir boyutu ile Kemale doğru yürüyüş yapan biri iken bir başka boyutu ile ise Esfeli Safiline yönelik bir sürüklenişe tabi kılınmaktadır. Her iki konumun arasında da birden fazla konumun ihtiva edildiği gözlemlenebilir.

Tekrar başa dönersek, insanın dile getirdiği her bakış, en saf hali ile hakikatin izharı olarak betimlenebilir. Bu noktada insanın kendi beklentisinin taşıdığı yönlendirmede buna dâhildir. Çünkü insan, kendi duygusunun tezahürü olarak var oluşa katılmaktadır. Bu hakikatin çok yönlü ve çok yüzlü oluşunu gösterir. İnsan, temel bir anlam dünyası içinde ilişki ağını kurabileceği gibi reel durumu içerecek bir şekilde duygusal bir ilişki ağı içinde de var olabilir. Her iki durumda da hakikat kendisini izhar eder. Bu konuda hakikat değer dışı bir konumu ihtiva eder. Yani değer bağımsız bir özelliktir. Kastım şu; ontolojik olarak hakikat, insanın bütün hallerinde meydana gelen bir izdüşüme sahiptir. Epistemik bir karakter taşımaz. O zaman hakikatin epistemik düzeyi ile ontolojik düzeyi farklılaşmaktadır. Bu ayrımı dikkate almayan bir bakış hakikat ile sahici bir ilişki kuramaz! Ya da cümleyi şöyle tamamlayalım: hakikat kendi bütünlüğünü sunmaz…

Modern düşüncenin ürettiği bilginin hakikat nezdindeki değerini bu çerçeve içinde yeniden düşünmek elzemdir. İnsanı tanımak ve onun çok boyutluluğunu doğru kavrayabilmek için geçmiş kültürlerin insana dair tecrübeleri, dile getirmeleri, yaklaşımları ne kadar önemli ise modern düşünce ve kültürün ürettiği bilgi çerçevesinde insana yönelik tespitler, tanımlar, değerlendirmeler bize insanın hakikatine dair geniş çerçeveli bir bakış sunar. Bu modern düşüncenin insanı konumlandırdığı yerin olumsuz/ kötü/ ifsat edici boyutundan bağımsız olarak böyledir.

İnsan yeryüzüne imtihan için gönderilmiş ise, insan yaşadığı her an ve durum için sorgulanacaksa, bu an ve durumların hakikatini bilmek de insana imtihanında başarılı olma imtiyazı kazandırabilir. Bu yüzden insana dair her bakış, her yaklaşım, her değerlendirme ve bilgi asla göz ardı edilmemelidir.

İnsanın öfkeli olduğu zaman neler yapacağını bilmenin yolu, öfkeli olan insanların genel özelliklerini tecrübe ile ortaya çıkarmaktır. Aynı şekilde sevinçli hallerde insanın büründüğü psikolojik vasatın genel özellikleri, tekil olaylarda ne tepki verdiği vesaire de bize hakikatin farkı yüzlerini gösterecektir. O zaman bir meseleye yaklaşım biçimimiz iki yönlü olmak zorundadır: ilki, sahip olduğumuz değer, iman ilkeleri, dünya görüşü bağlamında yapılan şeyin kritiğini yapmak, iki, değer bağımsız, yapılan şeyin bizatihi kendisinin neye taalluk ettiğini anlama çabasına sahip olmaktır. Bu bize insanın çocukluktan, yaşlılığa yönelik serüveninde de farklı evrelerde aynı olguya farkı tepkiler vermesinin hikmetini açıklar. İnsan, tekâmül eden bir varlıktır. Bu tekâmül, hem yükselişe hem alçalışa sahiptir. İşte insan bütün bu süreçlerde verdiği tepkilerin niceliğini ve niteliğini doğru bir şekilde öğrendiğinde insanın bütünlüğünü kavrama istidadı kazanabilir.

İlginç bir yaklaşım da insanın farklı konumlarda farklı tepkiler göstermesi ile ilişkilidir; İnsan zengin olduğu zaman farklı, fakir olduğu zaman farklı, korkak olduğu zaman farklı, cesur olduğu zaman farklı, amir olduğu zaman farklı, memur olduğu zaman farklı, kadın olduğu zaman farklı, erken olduğu zaman farklı, çocuk olduğu zaman farklı, nefret ettiği zaman farklı, sevdiği zaman farklı davranır… İşte insan farklı hallerde farklı tavırlar gösterir ve bize bu farklı hallerin hakikatini işaret eder. Meseleye bu çerçeve içinde baktığımız zaman, sosyolojinin, psikolojinin, tarihin, bilimin, siyaset biliminin vesairesinin insanın hakikatine dair söylediklerini kendi parça bütünlüğü içinde değerlendirdiğimizde insana dair bütünsel bir bakış geliştirebiliriz.

Yukarıda saydığımız her zemin ve alanda söylenen her sözü dikkate alarak değerlendirmek ve onu ikili yapı içinde; kendi bağlamı içinde ayrı, kendi bağlamının dışında ayrı değerlendirerek hakikatini öğrenebiliriz.

O zaman dile gelen her bakış bize hakikatin bir veçhesini dile getirir. Velev ki yönlendirilmiş bir zemine de sahip olsa…

Bu bize ne kazandırır?

Olay, olgu, durum ve ilişkiler ağına yönelik yaklaşımımızı derinden etkileyerek karşılarında etkilenmek yerine tarafsız kalarak onu doğru ve kendi hakikati içinde anlamaya çalışmanın zeminini kazandırır. Kendi duygularımıza yenilmekten kurtulmanın imkânını sunar. Konuyu ret ve kabulün ötesinde anlamaya matuf bir refleks kazanmamıza neden olur. Bakışın yönlendiriciliğinden azat olmamıza vesile olur.

Söylenen her sözü ciddiye alarak benim kemal yolculuğumda bana katacağı gerçeğini dikkate almayı öğretir. Öğrenme, öğretme, öğrenim üzerine farklı bir bakış geliştirme ve yeni teknikler üretme konusunda malzeme sunar.

Elbette ki bütün bu söylediğimiz şeylerin bilgisini değerlendirmeye yönelirken, bir değer olarak vahyin belirleyiciliği Müslüman açısından zorunlu bir bilgi olduğu kadar, elzem bir durumu da içerir. Anlam arayışında vahyin belirleyiciliği hala insanlığın ulaştığı bilgi seviyesine göre önemini korumaya devam ettiği gibi nihayete kadar da önemini koruyacağı idrak edilebilir. Meselenin değerden bağımsız algılanması, bir değer tarafından betimlenmesini ve anlamlandırmasını ötelemez, öteleyemez de…

İnsan, bilgi, varlık, yaratılış, oluş ve olan arasındaki bağın bütünsel yaklaşımını verili bilgi üzerinden yorumlamak bizi hakikate taşır. Bu verili bilgi, isim, tanım yapma ve kavram üretme bilgisi kadar bu isim, tanım ve kavram üretmede dayanacağımız temel ilkelerin/vahyin de verili olduğunu unutmayalım…

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş