" İnsanın devlete öncelendiği durum, devleti bir organizasyon olarak gerekli görürken, devletin insana öncelendiği durum devleti insan üzerinde metafizik bir ögeye dönüştürmekte; dolayısıyla devlet, insan üstünde kutsallaştırılmış bir güç olarak varlık bulmaktadır. " ( Mustafa Tekin, Kutsalın İzini Sürmek, Rağbet Yayınları, s: 37) Bu durum Türk tarihinde hala değişmeyen baskın bir özelliktir. Bu nedenle devleti hukukun içine çekmek kolay olmamaktadır. Türk tarihinde " Devlet aklı" kavramsallaştırması, devletin kutsallığı üzerine oturur.
Devlet, insandan hareketle, insan ve toplum öncelikli bir anlayış üzerine bina edilmelidir. Aksi durumda devlet birey ve toplumun dışında ve üstünde metafizik bir güce dönüşür. Modern ulus devletin temelini atan Hegel'de devlet Tanrısal içenin yeryüzündeki yürüyüşüdür. Devletin metafizik bir anlayışla yukarıdan aşağıya hükmetmesi totaliter rejimlerin en önemli dayanak noktasıdır.
Türkiye siyasal aklındaki "devlet aklı" ve "Hikmeti hükümet " anlayışı devleti birey ve toplumun üstünde algılayan bir anlayışın ifadesidir. Devlet insanların bir arada yaşamak için inşa ettiği bir kurumdur. Bu yüzden devlet iyi doğru ve hakikatin kaynağı olamaz. Devlet iyi ve hakikatin kaynağı ise bu durumda devlet dinin yerini almış olur.
Devletin görevi vatandaşları arasındaki farklılıkları güvence altına almaktır. Öte yandan hiçbir grup diğerleri üzerine baskı uygulayacak bir konumda olmamalıdır.
Türkiye siyasetin temel sorunu, adaleti temel değer olarak alan bir devlet örgütlenmesinin olmamasıdır. Kuşku yok ki, aşkın devlet anlayışını meşru gören bir toplumsal zemin vardır. Orta Asya siyasal geleneği ile Emevi modeli devletin kutsallığı ve aşkınlığı üzerinde anlaşmıştır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında devlet öncelikli bir siyasallık ön plandadır. Siyasallık devlet öncelikli konumlandırıldığında en önemli kurum ordu olur. Nitekim Türkiye siyasal tarihinde sıklıkla darbelerin olması, devleti korumak amacına dönük bir arayışın sonucudur.
Hiç kuşku yok ki, ulus devlet örgütlenmesi, diğer devlet biçimleri gibi tarihseldir. Tarihin son çevrimi değildir. Çağımızda ortaya çıkan küreselleşme ve ulus üstü entegrasyonlar ulus devleti zorlamaktadır.
Siyasal tarih incelendiğinde, sofistlerden başlayarak anarşistlere kadar devlet karşıtı düşünceler olmasına karşın, devlet bir zorunluluk olarak varlığını devam ettirmektedir. Kuşku yok ki, insanlar arası ilişkileri sağlayacak ve düzeni koruyacak bir organizasyona ihtiyaç vardır. Sorun organizasyonun varlığı değil, yönetim biçimidir. Bu anlamda üzerinde düşünülmesi gereken devletin temel görevleri olan güvenlik ve özgürlük arasındaki dengenin nasıl kurulacağıdır? Bu denge güvenlik ve istikrar yönünde bozulduğunda devletçi uygulamalar olan baskıcı ve totaliter rejimlere doğru yol alınmaktadır.
Devlet söz konusu olduğunda karşımıza çıkan önemli bir sorun da otoritenin nasıl kullanılacağı sorunudur. Esasen devlet biçimlerini ortaya çıkaran temel özellik de budur. Hukuk devleti kavramı bu tartışmaların doğurduğu bir sonuçtur.
Devletin konumunu ortaya koyan bir özellik de, devlet ile birey arasındaki ilişkidir. Devlet ile birey arasındaki ilişkinin ne olacağı sorunu bir taraftan bu ilişkinin niteliğine, öte yandan bireyin temel haklarıyla bağlantılıdır. Elbette sorunun bir ayağı da bireyin devlet karşısındaki konumu ve önceliği ile ilgilidir.
Devleti her tür değerin üzerinde metafizik bir yapı olarak görmek, zorunlu olarak, zorunlu olarak devlet öncelikli düşünce biçimine yol açar. Bu anlayışta birey devlet içindir felsefesi ön plandadır.
Devleti insan yapımı bir organizasyon olarak görmek ve hukukun içine çekmek, en uygun çözüm olarak görülmektedir. Öyle görülüyor ki, Türkiye siyasal anlayışının temel sorunu da devletin gücü ve sınırı ve birey karşısındaki konumu ile ilgilidir. Tarihsel süreçte oluşan siyasal aklın temel özelliği otorite ve itaat değerleri etrafında bir anlayışa sahip olmamızdır. Bu anlayışta devlet kutsal olduğundan, devlete yönelik her eleştiri vatan hainliği olarak görülmektedir. Devleti kutsal olmaktan çıkarıp, insan yapımı bir organizasyon olarak görmek köklü bir zihniyet değişimini gerektiriyor.
İslam geleneğinde adalete yapılan vurgu, birey devlet ilişkileri bakımından anahtar bir kavram olarak ele alınabilir. Bu anlamda Hz. Ali'ye atfen söylenen " devletin dini adalettir" ifadesi son derece önemlidir. Ancak tarihsel tecrübe adalet etrafında değil, otoriteye itaat etrafında şekillenmiştir.
Bireyi devlet karşısında edilgen hale getiren, özgürlüğü değil itaati esas alan, devleti kutsayan, devleti insana önceleyen siyasal zihniyet değişmeden devlet anlayışını dönüşe itmek zor görünüyor. Bu konuda temel model, Medine Vesikası'nın temel felsefesi olmalıdır. Vesika, bir yandan toplulukların hukukunu korumaya öncelik verirken diğer yönden güvenlik zaafını ortadan kaldırmayı temel hedef olarak görmektedir. Hem insanı ve toplumu önceleyen, hem de güvenliği sağlayan bir devlet organizasyonu kurmak için Medine Vesikası temel başvuru kaynağı olmalıdır.
Öte yandan devletin toplumla ilişkisini belirleyen hukuktur. Devlet toplum ilişkisi hukukun içinde çekilmesi için tarafların özgür iradeleriyle bir toplumsal sözleşme yapmaları kaçınılmazdır. Yaşadığımız süreç, Türkiye'nin yeni bir toplumsal sözleşmeye acil bir ihtiyacının olduğunu gösteriyor.
Büyük Direnişci Cevher Dudayev
22.04.2025
Mustafa Ökkeş Evren ile Derkenar..
20.04.2025
Ankara'da 525 torbacı yakalandı
17.04.2025
İmamoğlu gösterilerinde 172 kişi tutuklandı
26.03.2025
Güven ve Adalet Toplumu |HAMZA ER
28.03.2025
UMRAN SORUYOR: DÜNYA NEREYE GİDİYOR?
29.03.2025
Sorular YUSUF YAVUZYILMAZ 19.04.2025
Bir Umreden Arda Kalan AHMET GÜRBÜZ 18.04.2025
Çağdaş Sorunlar ve Entelektüel… ABDULAZİZ TANTİK 18.04.2025
Şah Kalender Veli ORHAN GÖKTAŞ 19.04.2025