sene 1996,
eski Türkiye işte… refah-yol hükümeti kurulmuş
omzu kalabalık paşaların öncülüğünde
5 çete ve sermaye, bir de basın bir olup postmodern darbe rüzgarı ile ülkeyi adeta savuruyordu
o günlerde iş yerime iki arkadaş ziyarete geldi
ve “biz mazlumderin konya şubesini açmak istiyoruz 6 adam lazım kurucu için
seni de düşündük, olur musun?”
diye teklifte bulundular.
teklif edilen kurucu üye olmanın insan hakları mücadelesinin ne anlama geldiğini
elbette biliyordum.
çünkü hak ihlali yapan sonuçta ordular sahibi devletti.
ben o ara 4 çocuk babası yaş 31 olmuş ve
acaba paralı çıkar mı diye her üç ayda gelen askeri celbe katılmıyor,
sağlık ocağından aldığım raporla geçiştiriyor askerlikten kaçıyordum.
hazır askerdim mazeretim vardı yani.
ah ki ah!
teklifi düşündüğümü hatırlamıyorum bile, “olur” dedim sonra
çok kısa bir sürede derneği kurduk, ortada başkan falan olmadığı gibi
kimin olacağına dair bir derdimiz de yoktu.
ilk basın bildirisini yazan arkadaşın işgüzarlığı ile yazdığı metnin altına benim ismim
mazlumder Konya şube başkanı olarak geçince
aynı zamanda kurucu başkan olmuş oldum. valla!
sebebi de tamamen cv’denmiş.
başkanın “hekim” ünvanı olsun iyi olur diye düşünmüşler bana bile sormadan işi halletmişler
değilse diğer 5 kişi de ziyadesiyle bu göreve layık arkadaşlardı
bu anıyla yazıya başlama nereden mi icap etti? derseniz eğer:
“ilahi bana hayırla ‘gündem edecek’
bir kapı aç o yola düşür” diye duaya durduğum yıllardır.
onun için mazlumder çatısı altında hak mücadelesi yapmak benim kabul edilmiş bir duamdır.
insanın en önemli kavşak noktalarından birisi de içinde olduğu,
birlikte yürüdüğü sosyal çevresi ve cemiyetidir.
derler ya! “yakın 5 arkadaşını söyle senin hikayeni yazayım” tam da böyle bir şeydir işte.
kesintisiz 25 yıl hak mücadelesi yapmak demek
esasında hayatımın en önemli “gündemini” belirlemek demekti
o 2 arkadaşın
beni nereye iteklediklerini eminim kendilerinin de haberi yoktu.
“mazlumun sesi olmak zalim kim olursa olsun karşı durmak”
günlük hayatımızın en önemli meşgalesi, “gündemi” oluverdi be dost. onu derim…
şimdi sözü bağlamak istediğim yer: doğumla ölüm arasına sıkışmış
an be an tüketilen bir ömrün hikayesini yazıyoruz.
hayat denilen defteri neyle doldurduğumuzu belirleyen en önemli kriter ne derseniz:
“gündeminize” bakıverin yeterlidir.
“gündem” ettikleriniz bizim yorulduğumuz işlerimizdir.
kulağımızı açtığımız, gözümüzü diktiğimiz, dilimizin döndüğü ne varsa gündemimizdir
zamanı hoyratça tüketmek de var.
hayatı anlamlandırmak esasa yönelik gerçek sahici gündemlerle doldurmak da var.
bu dindarlığın olmazsa olmazıdır.
kişinin gündemi neyse yoldaki yürüyüşü ve duruşu o oluverir
gündelik telaşları gündem etmek,
hazlarımızı azdıran özü itibariyle boş beleş gündemler peşinde koşmak da var...
veya
hayrı çoğaltan sahici gündemler edinmek de…
dost
“derin gündemi” olmayanlar
“sahte gündemler” ediniyor demektir.
bilirsiniz işte: biz atamız İbrahim as’dan öğrendik ki:
“batan, kaybolan, yalan, sahte olanı sevmeyiz”
ökkeş ayetin ifadesiyle
“Bir işi bitirince hemen başka bir (hayırlı) işe koyul.”
yani “derin gündem” edin
diyorsun,
eyvallah!
dedi ve sustu ..
Pursaklar’da Ramazan | Osman Kayaer
19.03.2025
Mehmet Ali Başaran ile Derkenar..
17.03.2025
DİN BELİRLEYENDİR | RECEP GARİP
16.03.2025
Orhan Göktaş ile Derkenar..
04.03.2025
dindar babalar ve oğulları! MUSTAFA AKMEŞE 14.03.2025
Darbe yok Macera var MEHMET ALİ BAŞARAN 19.03.2025
Osmanlı ve Milliyetçilik YUSUF YAVUZYILMAZ 17.03.2025
İlgili Anne Baba: Serap ve Rıza FEYZULLAH AKDAĞ 18.03.2025
DİNDARIN TRAJEDİSİ YUSUF YAVUZYILMAZ 01.03.2025
Can Avar -2- FEYZULLAH AKDAĞ 03.03.2025
Can Avar -1- FEYZULLAH AKDAĞ 25.02.2025
SURİYE GEZİSİ ARDINDAN! SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 21.02.2025