metrika yandex
  • $32.45
  • 34.8
  • GA18240
Düşünce

Araf’ta Olma…

ABDULAZİZ TANTİK
16.01.2021

Bir ‘aradalık’ durumu olarak arafta olmak ile belirlenimin ve bilinemezliğin ağırlığı altında arada kalmak arasında mahiyet farkı vardır. Araf, Kur’ani bir terim olarak cehennem ehlinin dışında olup yukarıdan onlara soru soran olarak anlatılır. Bir anlamıyla da sezgisel yoğunluğu içerir. Hatta o kadar yoğun bir sezgisel durum oluşur ki tam olarak bir şeyin neye tekabül edeceği konusundaki acziyetini kabul ederek arafta durmayı tercih eder. İki durum söz konusu olduğunda adalet ile hükmetme arayışı için iki tarafa eşit mesafede durarak nesnel bir zemini yoklama da bir Araf hali olarak düşünülmelidir. Kemale doğru yolculuğu esnasında sürekli haller ve makamlar arasındaki yolculuğu esnasında bir şeyin başlangıcı ve nihayeti arasında yaşadığı gerilimi de Araf olarak betimlemeliyiz.
 
Sonuç itibarı ile Arafta olmak, her zaman bir aradalığı içinde taşır. İster duygusal arafta olma, ister bilişsel arafta olma, ister olgusal zeminde arafta olma hali yaşansın; arafta olma kişinin bir konuda kesinliği içermeyen bir durum karşısında bir korunak olma özelliği kazanma arayışıdır.
 
Arafta olmak bir sorun olarak düşünülür mü? Bir sorun olma hüviyeti kazandığı evreler vardır tabii ki… Ama birçok şeyin aydınlatılması bağlamında nesnel bir zemin oluşturma hüviyeti arafta olmayı bir artı değer olarak teşmil etmeye imkân sağlar. Göreliliğin egemenliği altında yaşamını sürdüren kişinin bir çıkış noktası olarak arafta olmak bir pozitif göndermedir. Her kavram, olay, olguda olduğu gibi kişi, niyet ile arafta olma halini negatif veya pozitif kılma becerisine sahiptir. Bu yüzden arafta olma, kötüye kullanıma açık olduğu gibi iyiye ve doğruya ulaşma konusunda da kullanışlıdır. 
 
Arafta olmayı bırakacak bir zemin kurulabilir mi? Arafta olma, yeni durum, olgu ve olay söz konusu olduğunda kendisini ibraz etme özelliği sayesinde bir sürekliliğe sahip olduğu gözlemlenir. Bu dikkatten kaçtığı zaman, şiddet ve zulüm açığa çıkabilir. Çünkü kesinlik arayışları her zaman bir otorite ve totaliteyi içinde taşır. Bu yüzden bir alanda oluşan kesinliği diğer alandaki görelilik ile dengeleyerek yaşamın dinamik yapısını idrak edecek bir pozisyonu işaret edebilir kılarız. Kesinlik arayışının insani temelini göz ardı edemeyiz. Ancak, kesinliği bütün yaşamsal alanlara taşımanın imkânsızlığını da dikkatlerden kaçırmamalıyız. Yoksa oluşabilecek haksızlıkların zemini kurulur.
 
Bir Araf hali, bir denge halinin icrası gibi düşünülmelidir. Denge, herhangi bir şeyin veya şeylerin arasını bularak o denge üzerinden neliğini düşünmek ve müzakereye konu edinmektir. Arafta olma hali, önümüze soru ve sorun olarak sürülen meselelere daha dikkatli ve gözden kaçırmadan neliğini algılayabilme ve idrake konu edinme imkânı sunar. Bu yüzden araf halini bir olumsuzlama zemini olmaktan kurtarmak elzemdir. Elbette ki süreklileşen bir araf pozisyonu kendi içinde sorunlu bir tutumu gösterir. Bu anlamsızlığı tetikler, hiçliğin girdabına düşmeyi kolaylaştırır. 
 
Bu noktada araf olma halini sağlayan kesinliğin neye tekabül ettiği konusunda da bir yaklaşım geliştirilmelidir. Kesinlik, mümkün bir kategori midir? Bu soru behemehal cevaplandırılmalıdır. Kesinlik iki temel unsur üzerinden gerçekleşir. Bir, duygusal kesinlik, bu tecrübeye konu edinilen şey ile ilişkili olarak kişide meydana gelen duygusal itminan sonucu oluşan netliktir. Bu duygusal netliğin belirli şartlarla mücehhez oluşunu dikkate almadan bu konu tamamlanamaz. Duygusal yoğunluğun oluşturduğu baskı ile ulaşılan kesinliğin aldatıcı bir özellik kazandığını da gözlemlerimizle biliyoruz. İki, soyutlayarak elde ettiğimiz bakışın düşünsel yapımızda oluşturduğu kesinliktir. Bu konuda da yapılan gözlemler/çalışmalar ve gözlemler bize her soyutlamanın oluşturduğu kesinliğin de belirli bir sınırlama içinde gerçekleştiği ve yeni bir bilgi ile bu kesinliğin değişime uğradığını göstermektedir.
 
Yani kesinlik arayışı, niyetimizin gerçekleştirilmesi için bizim kendimize dayattığımız bir algısal operasyondur. Bu kesinliğin olmadığını değil, bilakis kesinliğin sınırlı bir zeminde gerçekleştiğini ve değişime açık bir yapı oluşturduğunu gösterir.
 
Yani kesinlik arayışının evrensel bir karakteri yoktur. Örneğin, müminlerin, Allah’ın varlığına dair inançları kesin bir inanç gibi görünür. Eğer, bu kesin inanç farklı zeminlerden hareketle güçlendirilmezse, salt bir inanç olarak kaldığı sürece, değişime açık bir yapı arz eder. Ve dinden uzaklaşarak Tanrısızlığı seçenlerin kahır ekseriyeti de bunu açık bir şekilde bize göstermektedir. Bu yüzden kesinliği, imanın güven tazeleyen eylemlerinin sürekliliği içinde gönderilen bilginin zihinde oluşturduğu güveni, eyleme dönüştürürken, her olay, olgu ve durum içinde ulûhiyetin varlığını idrak edecek bir melekeyi kazanmakla orantılı sağlanabilir.
 
Kesinlik arayışları, yaşam karşısında oluşan beklentilerin elde edilmesi konusunda ciddi avantajlar sağlar. Bu yüzden kesinlik, stratejik bir unsur olarak öne çıkar. İnsanların bir arada oluşlarını sağlama ve bir noktaya doğru yöneltme imkânını kesinlik algısı sunar. Her kesinliğin bir otoriteyi zorunlu kıldığını bilmeliyiz. Her otorite ise bir totaliteyi zorunlu kılar. Otoriter ve totaliter yapılar, kesinlik algısı üzerine kurulabilirler. Bu hiçbir zeminde otorite veya totalite yoktur anlamında değil, bilakis, otoritenin ve totalitenin varlığı düşünsel ve duygusal zeminle ilişkili ve özgür bir iradeye dayalı olmaları gerektiğini ilzam ettirir. Sağlıklı ve sahici bir otorite ve totalite yaşamın üzerine bina edileceği ve sabit bir yapının olmazsa olmazıdır. Ama değişkeni devre dışı tutma arayışlarına dönüştüğü andan itibaren özgürlüğü ortadan kaldıran bir zemini inşa etmekten de uzak kalamaz…
 
Arafta olma veya kesinlik üzere bulunma halinin özgürlük ile ilişkisi, kişi açısından her iki kavram ile sahici bir bağ kurma adına çok önem arz eder. Bu önemi gözden kaçırmak başka yanlışlara kapı aralar. İşte denge halinin önemini izah için yeter sebep…
 
Bu noktada milyarlarca insanın belirli inançlara sahip oluşunu nasıl açıklayabiliriz sorusuna geçebiliriz. İnanma duygusu, insani boyutun en temel unsurudur. Güven hissi olmadan kişi yaşayamaz. Çünkü güvensizlik, kişiyi çaresiz bırakır, iradeyi çürütür, yanlışa kapı aralar, doğruya yönelmeyi engeller. Bu yüzden kişi güvenmek ister. İşte bu güveni sağlama almak için inanmayı kesinlik düzeyinde inşa etme uğraşısını hiç terk etmez. Bu da bize insanın güvenme duygusunun kesinlik arayışındaki temel önemini gösterir. 
 
Her denge hali bir güven halini inşa eder. Arafta olma bir güvenin zeminini kurma açısından belirli bir yeterliliği sağlar. İnsan, güven duyarak, kesinlik algısını kurar, kesinlik algısının sınırlarını idrak ederek denge arayışını güçlendirir, denge üzerinden arafta olma pozisyonunu sahicileştirerek yeni bir denge ve kesinlik algısına yönelir. Bu süreçte ise anlam ve anlam arayışı kendisine bu yolculukta eşlik edecektir. Anlam, bilgi öncesi kişide var olan güven algısının temelini kurma açısından çok önemlidir. Bu güveni, araf halinde güçlü kılarak dengeye ulaştırır. Her denge ise güveni daha da sağlamlaştırarak kesinlik algısını kurar ve kesinliğin sınırlarını dikkate alarak onu yararlı bir şekilde denge üzerinden yaşamın anlam üzere kuruluşunu tamamlamaya zemin kılar. Anlam ise soyut zeminde algının sağlam ve sahici bir kuruluşunu güvene alır. Böylece kişi, anlam üzerinden ön varsayımlara sahip olur. Bu ön varsayımları inanç haline dönüştürür. Bu inancı güven ile temellendirerek eylemin kaynağı olarak görerek yeni Araflara ve yeni kesinliklere kapı aralar.
 
Göreliliğin varlığını arafta olmanın zemini kıldığı gibi kişi, arafta olmayı dengeye taşıyarak kesinliğin oluşumunu kesinler. Bu kesinliği dengede tutarak ilişkiyi güvene ve ahlaki zemine ulaştırır. Bu noktada anlamın her kişide aynı işleve sahip olduğunu ve her kişinin sahip olduğu inançların eylemlerini belirlediğini, eyleme dönüşmeyen inançların bir değişim geçirerek eylemler üzerinden yeni inançlara dönüştüğünü biliyoruz. Burada gözlemlerimiz ile kendi değişimimiz arasındaki korelâsyonu ve etkileşimi de dikkate almalıyız. 
 
Ezcümle, kişi, kendi tarihi serüvenini kendisi yaşayarak özgürlüğünü tadar. Bu özgürlüğü tatma ile anlamını buluşturur. Anlama ulaşan özgürlük, araf halini dengede tutarak kesinliğin tarifsiz tadını bulur. Ama bu kesinliğin hazzı ile yeni
 
Araflara yelken açmaya da aday olur. Göreliliğin yaşamın temel dinamiği olduğu gözlemi ise ona anlamı inşa etmede yararlı olduğunu tecrübe ederek kendi varlığının anlamını o denge üzerine kurduğunda kesinliği elde edecek bir yakine/yakınlığa sahip olacağını bilir. 
 
Zor olan kolay, kolay olan ise zordur. Bu göreliliğin altın kuralıdır. Bize zor görünen şeyin kolay bir tarafının olacağına olan inancımıza onun o zorluğunu aşmanın kolay bir yönünü/yöntemini buldurur.  Kolay olanın ise kolay olduğu inancı, onun zorluğunu görmeyi engelleyerek onun zorlaştığının farkındalığını kaybederek kolayı zorlaştırır. 
 
Denge, arafta olmakla kesinliğe ulaşmayı aynı zeminde bir dilemma olarak gördüğümüzde sağlayabileceğimiz bir şey olur. Bu yüzden sürekli bir dikkat ve süreklileşen bir zihni faaliyet bizi bu meselelerde doğruya taşır. Bu yüzden şartlara teslim olmuş bir zihni yapının esareti kabul ederek özgürlüğünü kaybedeceğini ve dolayısıyla dengeden uzaklaşarak anlamı yitireceğini söylemek bir insanlık borcu olur. 
 
Meseleye basiret üzere bakmak ve feraset ile iş tutmak göreliliğin anlamsızlık üreten boyutunu aşarak onun kesinlik ile yaptığı izdivaca taşıyacaktır bizi…
 
Evlilik, aynı özelliği taşıyanların yapması gereken bir iş birliği değil, zıt karakterlerin birbirini tamamlayan bir eylemidir. Zıtların bileşkesi, hakikatin tecellisinin neye tekabül ettiğini anlamak için vazgeçilmez bir bakış sunar. Ateş ve su yan yana akar ve denge ateş ve suya değmeden yol almaya çalışmaktır. Kesinlik ateşin ateş, suyun ise su olduğunu bilmektir. Arafta olmak ise ateş ile suyun buluştuğu zeminde neliğini titizlikle araştırmaya tekabül eder.
 
Anlam ise ateş ve suyun bir Yaratıcısı vardır ve ‘onlar Yaratıcıdan bağımsız hareket edemezler’ diyebilmektir.

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş