metrika yandex
  • $39.61
  • 45.65
  • GA29980
İtidal

45.yılında İran İslam Cumhuriyeti

SÜLEYMAN ARSLANTAŞ
08.02.2024

Dünün İran’ı ile bugünün İran’ı arasında gözle görünür farklılıklar olduğu muhakkak. 11 Şubat 1979’da Ayetullah Humeyni liderliğinde gerçekleştirilen devrim, dünya tarihinde eşine az rastlanan bir devrimdi. Devrimin üzerinden 45 yıl geçti. Devrim sürecini o günün şartları içerisinde yakinen takip etmeye çalışan birisiyim. Zira İmam Humeyni’nin gerek devrim öncesi ve gerekse devrim sürecinde ortaya koyduğu söylem ve eylemler sadece biz genç Müslümanlarda değil, hemen her kesimde heyecan doğurdu. Mesela bunun tipik örneklerinden birisi de gazeteci Cengiz Çandar’dır.

İmam Humeyni’nin; 'Şiîlik de yok, Sünnilik de. Ancak İslâm var. Ne Şark, ne Garb ancak İslâm.' sözleri İslâm dünyası için fevkalâde önemli söylemlerdi. İmam’ın bu sözleri bizleri yeniden Hz. Resûl’ün (as) stratejik sünnetini tahlile sevketti. Kısaca Hz. Resûl’un stratejik sünnetinde birkaç merhale görmekteyiz. İlkin; 'Yaratan Rabbinin emri ile oku.' (96/1) Ayeti ile başlayan Risalet görevi; 'Mü’min’lerden sana uyanlara kanatlarını indir.' (26/215) Ayeti ile birinci safha diyeceğimiz kadrolaşma safhası başlamıştır. Sonrasında; 'Sana emrolunanı açıkça tebliğ et ve Allah’a ortak koşanlardan yüz çevir.' (15/94) Ayeti ile aleni tebliğ dönemi başlamıştır. Kadrolaşma ve aleni tebliğ dönemi ardından İslâm’ın hakim olacağı yurt arayışı ve hicret gündeme gelmiştir. Allah’ın hicret emrinden önce Hz. Resûl’un ruhi hazırlık safhasını görmekteyiz; 'Gecenin bir kısmında da uyanarak sana mahsus fazla bir ibadet olmak üzere teheccüd namazı kıl ki, Rabbin seni Makam-ı Mahmud’a ulaştırsın.' (17/79) Ve bu emrin ardından; 'De ki: “Rabbim! (Gireceğim yere) doğruluk ve esenlik içerisinde girmemi sağla. (Çıkacağım yerden de) beni doğruluk ve esenlik içerisinde çıkar. Katından bana yardımcı bir kuvvet (sulta) ver.”' (17/80) Tüm bu merhaleler tamamlandıktan sonra gelen, günümüzde ve gelecekte üzerinde en çok durmamız gereken ayetlerden olan; 'De ki: “Hak geldi, batıl zail oldu. Zaten batıl zail olmaya mahkumdur.”' (17/81) Ayetidir.

Kısaca Kur’an’a göre özetlemeye çalıştığım stratejik sünnetin son safhası bize, Müslümanlara sonuca değil, sürece odaklanmayı öngörüyor. Önceliğin batılı yok etmek olmadığını, Hakk’ın ikâmesi olduğunu ortaya koyuyor. Her Resûl, her Nebi geldiği toplumlar tarafından dışlanmışlardır. Hatta onların ortaya koydukları, Tevhidî mesajları İslâm karşıtı güçler kendi ekonomik ve siyasi düzenlerine meydan okuma olarak değerlendirmişlerdir. Ve o kutlu insanlar (Nebiler, Resûller) muhataplarının bu algılarına karşı; 'Ben sizden tebliğ görevime karşılık bir ücret istemiyorum; benim ücretim yalnızca alemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.' (26/109) diyerek onları sakinleştirmeye çalışmışlardır.

Bunları şunun için anlatıyorum; İslâm’ın mer’iyetten kaldırılmasından sonra İslâm dünyasında çeşitli İslâmi hareketler, cemiyetler yeniden İslâmi otoriteyi ikâme bağlamında görüş ve eylemler ortaya koymuşlardır. Yani süreç odaklı olmayan, sonuç odaklı projelere yönelmişlerdir. Ve tabii ki bunların hepsi de sonuçsuz kalmıştır.

Kısaca Hz. Resûl’ün (as) stratejik ve siyasi sünnetini Kur’an ışığında hatırlattıktan sonra tekrar başa döndüğümüzde yani İran İslâm devrimine baktığımızda Humeyni’nin de başta Şah’a ve rejimine meydan okuduğunu görmüyoruz. Daha çok şahlık rejiminin gerek İslâmi ve gerekse siyasi ve sosyolojik olarak ortaya koydukları yanlışlara dikkat çekerek olması gerekenleri dillendirdiğini görüyoruz. Bu bağlamda kendi iç yapılanmalarına yönelik olarak da irşad boyutlu, toplumun bilinçlenmesine yönelik mesajlar verdiğini görüyoruz:

“Şah ve hükümet güçlerinin Şah’ın aleyhinde konuşmamalarını, İsrail’e karşı tavır takınmamalarını, İslâmiyetin tehlikede olduğunu söylememelerini tavsiye ettiklerini duydum. Bu üç şeyin dışında dilediklerini söylemeleri serbestmiş. Şimdi bana söylermisiniz; Şah ile İsrail arasındaki bağ nedir? Bizzat hükümetin kendi adamları, yoksa Şah’ın bir Musevi olduğunu mu düşünüyorlar? Gün gelip de çarklar tersine döndüğünde, bugün sofranın etrafında yer alanlardan yanında kalmağa devam edecek olanlar çıkacak sanıyorsan, bil ki yanılıyorsun. Onlar senin dostun değil. Onlar, dolar dostudur.” (Asaf Hüseyin, İranda Devrim Ve Karşı Devrim sh.157) Ümmet bütünlüğüne yönelik bir cümle: “Sünnî-Şiî farkının ortaya çıkmasının sebebi, her iki gruba da mensup olanların cehaleti ve bu yapay farkı kendi çıkarları için olabildiğince istismar etmek isteyen münafıkların ve yabancıların iştihasıdır.” (age. sh.125) Humeyni’nin Türkiye’de başlayan sürgün hayatı, Necef sürgününde kadrolaşmaya dönüşmüştür. Paris sürgünü ise adeta hicretten önceki son durak olmuştur. Genel olarak Paris’e kadar Şahlık düzenine karşı ciddi bir siyasi bir başkaldırı görmüyoruz. Hatta öyle ki uzun bir süre mazlumiyet konumunu muhafaza ederek İran halkı nezdinde hem mazlum, hem de umut olmuştur. Paris ise hem Şahlık rejimine meydan okuma hem de Şahlık rejiminin taviz ve iktidarı paylaşma vb. tekliflerini elinin tersiyle iterek İslâmi iktidarın tecezzi kabul etmeyeceğinin ilân yeri olmuştur. İmam Humeyni İslâmi mücadele ve çalışmalarında sonuna kadar şu iki hususun altını çizmiştir. Tevhidde vahdet ve Ümmetiin vahdeti. Diğer yandan; ‘Şiîlikte yok, Sünnilikte yok ancak İslâm var.’ tezi ile de Ümmetin vahdeti noktasında bir mesaj verirken; dünya siyasetine yönelik olarak da mesaj vermeyi ihmal etmemiştir; ‘Lâ Şarkiye lâ Garbiye İslâmiye İslâmiye.’ Ne şark ne garb ancak İslâm. İşte bu mesajlar hem İslâm dünyasında, hem de sair dünyada geniş yankı uyandırmıştır.

İran İslâm Devrimi’nin üzerinden 45 yıl geçti. Bugün o soylu devrim ilkelerini koruyor mu, Ümmetin bütünlüğüne, vahdetine hizmet ediyor mu? Ya da bugün için devrimin geldiği noktayı nasıl değerlendirmeliyiz? İmam Humeyni’nin vefatına kadar (3 Haziran 1989) devrim mezhepsel ağırlıklı olmaksızın İslâm öncelikli yoluna devam etti. Ali Hamaney’in bir gecede Ayetullah olup, ertesi gün İran Anayasası’nda yapılan bir değişiklikle Rehberiyet makamına getirilmesi ardından devrim, mezhep ağırlıklı bir yola koyuldu. Rafsancani, Cumhurbaşkanı olduğu zaman diliminde, o makamı insan ve İslâm merkezli götürmeye çalıştı. Muhammed Hatemi’yi istisna tutarsak Rafsancani sonrası gelen Cumhurbaşkanlarının da mezhep öncelikli hareket ettiklerini söylemek yanlış olmasa gerek. İmam’ın sağlığında, kendisinden sonra o makamı temsil edebilecek yetenekteki şahsiyetlerin çoğu da ya suikasta kurban gitti, Beheşti 72 arkadaşı gibi ya da tasviye edildiler. Ayetullah Muntaziri, Kerrubi, Muhammed Hatemi gibi isimler. Şu anda da yönetim Şiî merkezli odakların elinde. Hatta bir şey söyleyeyim; şu an ki İran yönetiminin adına ‘İran İslâm Devleti’ demek yerine; “Devrim Muhafızları Ordusu Devleti” demek daha doğru olur.

İran’daki mevcut devletin İslâmi kaygılarının olduğunu söylemek de güç. Zira İmam Humeyni sonrası İran’da; İran, Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen özelinde Şiî eksen ön plana çıkmakta. Bunun yanı sıra Basra Körfezine bağımlılığın azaltılması için de ekonomik ve enerji eksenli yeni bir oluşum göz ardı edilmemelidir. Aslında sanıldığının aksine İran Şia’sı da Nuseyrilere İslâmi gözle bakmazlar. İran, Suriye yakınlığının arka planında Şii eksen, ekonomik ve enerji ekseni öne çıkmaktadır.

Gelelim günümüze. Bilindiği gibi 7 Ekim 2023’de Hamas’ın İzzeddin el-Kassam TUGAYLARI İsrail’e bir saldırı başlattı. Beşinci ayına giren Hamas-İsrail savaşı ateşkes söylemleri arasında devam ediyor. Bu savaş başta halkı Müslüman olan ülkeler olmak üzere tüm dünyanın imtihanı oldu. İnsan hakları savunucuları, soykırım karşıtları, kimyasal silah karşıtları vb. birçok kurum, kişi ve devletler sınıfta kaldılar. Savaşın ilk günü Hamas savaşçıları 45 km. İsrail içlerine girdikleri halde ne Hizbullah’tan, ne Ürdün, Suriye ve Mısır’dan hiçbir yardım ulaşmadı, bunu Hamas yetkilileri söylüyor. Sormak lazım yüzmilyarlarca dolar silah harcaması yapan bölge ülkeleri bu silahları kendi halklarından korunmak için mi alıyorlar acaba? Temmuz 2006’da İsrail’e kök söktüren Hizbullah yoksa patronundan izin mi alamadı!

Humeyni’nin günündeki İran’ın Kudüs sevdası vardı. Sanki Hamaney’in İran’ı bu sevdayı kaybetmiş gibi. Kasım Süleymani’nin katlinden bu yana (3 Ocak 2020) Adeta Amerika ile tatbikat yaparcasına ya da danışıklı olarak birbirlerinin işaret ettikleri yerleri vuruyorlar. Görünen, ifade edilen o ki; ne İran Amerika ile ne de Amerika İran ile savaşmak istemiyor. İran’ın Irak, Suriye ve Yemen üzerinden gerçekleştirdiği zararsız saldırılar İran ile Amerika çatışıyorlar izlemini verse de bu gerçekçi değil. Tüm bunlara rağmen İran bu pasif ve edilgen konumunu devam ettirirse, 14 Şubat 2005’de Lübnan’da Refik Hariri suikastı ardından Lübnan’da bulunan yaklaşık 36 bin Suriye askeri Lübnan’ı terketmek mecburiyetinde kalmıştı. Bu gidişle birileri de İran’ ve askerlerini Suriye’yi terke zorlarsa şaşmamak lazım.

Özetle İran, İmam Humeyni sonrası bölge için, İslâm dünyası için bir umut, bir istikrar unsuru olmaktan uzaklaşmıştır. İran adına vekalet savaşı veren ülkeler de yarın gerek ABD Savunma Bakanı Lyod Austin’nin “Biz İran’la savaşmak istemiyoruz.” açıklaması ve gerekse Pentegon sözcüsü Sabrina Sing’in basına verdiği beyanatta; “Kesinlikle biz savaş peşinde değiliz.” sözleri ve yine İran Dışişleri Bakanı Abdullahiyan’ın; “Amerika bizden itidalli davranmamızı istiyor.” açıklaması vekalet savaşı veren ülkeleri düşündürmez mi? Bir başka soru Amerika ve İran’lı yetkililerin karşılıklı olarak birbirleri ile savaş istemediklerini deklare ettiklerine göre Doğu Akdeniz’deki ABD donanması kiminle savaşacak acaba? Sakın bu savaşacağı ülke Türkiye olmasın?

8 Şubat 2024

Yorum Ekle
Yorumlar (6)
hasan tahsin | 19.02.2024 18:58
bazı konularda size katılamayacağım;1.iran şiası nuseyrilere islami gözle bakmazlar diyorsunuz.doğrudur.islam aleminin hangi kolu diğerini islami görür ki..sanki islam tek bizim uhdemizdeymiş gibi davranmıyor muyuz.ayrıca uluslar arası ilişkiler din temeli üzerinden değil ülke çıkarları üzerinden yürür.yanlış mı biliyorum? 2.filistin üzerinden iran eleştirisi yapmışsınız.bu konuda da haklısınız.yalnız bir yangından eteklerinizi korumak istiyorsanız gerekli tedbirlerinizi alırsınız.ya da o yangında kül olursunuz.geçmişin mayın eşşeği şah idi,şimdi ise körfez şeyhleri ve dostları.mayın eşşekleri de ancak geçilecek yolun temizliğinde kullanılır.sırtına bile binilmez.yaptığınız eleştiriler yerinde ve güzel eleştiriler.katılmamak mümkün değil.ama keşke kendi kapımızın önünü de görebilseydik. 3.bir gecede ayetullah olmak ..gülünç ve bir o kadar da trajik.hani bizde de bir gece yarısı bir kanun maddesi değiştirilip bazı arkadaşlar ünvanlarına ünvan katmışlardı.o kanun maddesi ertesi gün öğleyin tekrar yürürlüğe sokulmuştu.liyakat dediğimiz şey bu mudur acaba 4.son olarak;amerika bu.mayın eşşeklerini yolunu temizlemek için patlatmaktan çekinir mi dersiniz.burada aklıma gelmişken,jon trovolta nın yıllar önce evirdiği filmi ''kod adı kılıç balığı'' ve kara şimşek düştü filmlerini herkesin izlemesini tavsiye ederim.iyi seyirler
Mehmet Ersoy | 10.02.2024 19:41
Sülûk ehli, Müslümanlar arasında güdeme geldiğinde, tasavvufun önemli konuları arasında akla gelir. Bu kavram, salikin Allah’ın rızasını kazanmada bal arısı örnekliğinde manevi ve ruhi yolculuktaki yaşam düşüncesinin aksine bal arısı ibret alınarak insan davranışlarının olması gereken doğal akışıdır. Sâlikin / ehl-i sülûk, başarı sağlamasının şartı aşılması zor ve muhtelif zorlukların üstesinden gelebilmesi ile mümkün olur. İran ve Türkiye’de iktidar sahiplerinin inanan halkları hayal kırıklığına uğrattığını hep birlikte gördük ve yaşadık. Seyr-ü sülükte ya da bir mesleği icra etmede ve zorlukları aşmada, Allah’a itaat eden ibretlik başarısı ile bal arısının düşünen insanlar için nasıl bir ayetin olduğu incelendiğinde, bıkkınlık göstermeden, boyun eğerek/ zelül, Kur'an-ı Kerim’in inananlara bir görev olarak yüklediği Allah ve Resulüne itaat etmekle mükellefiz.
Vahdettin / Adana | 09.02.2024 18:44
Selâm İle.. Kıymetli Ağabey, İstifâde ettiğimiz, referans kaynağı bir yazı olmuş. Kaleminize,yüreğinize sağlık. Hürmet ve muhabbetle ellerinizden öperim.
Mehmet Can | 09.02.2024 07:36
Eksik noktalar olmasına rağmen yerinde ve tarihi süreci ortaya koyan güzel bir değerlendirme... Elinize sağlık... İslam ülkelerinin kurtuluşu öncelikle içlerindeki hoca kılıklı hokkabazları susturmaktır. Dünya müslümanlarının kurtuluşunda ne "sünnilik" ne de "şiilik" kurtarıcı olmayacaktır. Bu iki parti dünya müslümanlarını ifsat eden birer oluşumdur. Kur'an'ı bunların kirlerinden temizleyip tekrar davranışlarımızla dünyaya sunmamız gerekiyor. Şu anki tatbikatta bulunan "İSLAM DİNİ" yahudiliğin "törensel" dininden farklı değil..
Yusuf karakan | 08.02.2024 22:18
Yazık. Çok yazık.suleyman abi.yapma.yazma.ne yazdığını farkinda değilsin.yada.beyaz..........? Densin.
Nadir Adbay. | 08.02.2024 18:29
Sevgili ağabey yazdıklarınıza gönülden katılıyorum inşallah bu savaş Türkiye üzerinden olmaz.Ancak sanki gelecekte biz A.B.D .ile galiba karşı karşıya gelmek mecburiyetinde kalacağız gibi görünüyor. Allaha emanet olunuz selam ve dua ile