metrika yandex
  • $32.61
  • 34.71
  • GA18500

14 MAYIS SEÇİM ANALİZİ

YUSUF YAVUZYILMAZ
21.05.2023

         

14 Mayıs seçimlerinden önce şu tez öne sürülüyordu: Seçimleri dip dalgaların belirleyecek. Kuşkusuz bu eleştiriye katılıyorum. Muhalefet bu dip dalganın kendileri lehine oluştuğunu savunuyordu. Kuşkusuz bu bakışı sorunlu karşılıyordum. Sosyolojik anlamda iki çeşit dip dalga belirebilirdi.

1- İktidarlardan memnun olmayan sessiz kitlelerin yaratacağı dip dalga.

2- İktidara oy verip de bazı uygulamalarından rahatsız olan ancak yine de muhalefete duyduğu endişelerinden dolayı sessiz kalan yığınların tekrar geri dönmesiyse oluşacak dip dalga.

Her halükarda seçimin sonucunu muhafazakar dindarlar belirleyecek. Onlar yerinde durduğu sürece hiçbir dinamik sonucu etkilemez. Seçim sonucu gösterdi ki, muhalefetin öngördüğü bir tip dalga toplumda söz konusu değildir.

Kuşku yok ki, muhalefetin en büyük bileşeni olan CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun seçimle ilgili bir stratejisi ve beklentileri vardı.

Kılıçdaroğlu:

1- Cumhur İttifakının yüzde 42 oy alacağını düşünüyordu.

2- Ak Parti'nin yüzde 35 alacağını tahmin ediyordu.

3- Muhafazakar seçmenin CHP ye mesafesinde dolayı, Saadet, Deva ve Gelecek partilerinin birleşerek İttifak içinde bağımsız seçime girmelerini istiyordu.

4- HDP'nin yüzde 12 ve üzeri oy alarak 80 milletvekili çıkaracağını öngörüyordu.

5- Saadet, Deva ve Gelecek bloğunun yüzde 7'nin üzerinde oy alarak 30-35 milletvekili çıkaracağını düşünüyordu

6- CHP'nin yüzde 27’nin üstünde oy alarak 180 civarında milletvekili çıkaracağını düşünüyordu.

7- İYİ Parti'nin 30- 35 milletvekili ile İttifakın en zayıf ayağı olacağını düşünüyordu.

Kuşku yok ki, bu beklentileri anketler besleyip büyüttü. Ancak seçim sonucu bu öngörülerin önemli bir bölümünü rafa kaldırdı.

Kılıçdaroğlu'nun yapamayıp Erdoğan'ın yaptığı şey şuydu: Kılıçdaroğlu, İYİ Pati, HDP ve Saadet partisinden kaçan oyları İttifak içinde tutamadı. Oysa Erdoğan Ak partiden kaçan oyları MHP ve YRP kanalıyla ittifak içinde tutmayı başardı. Partisinin oyu gerilemesine karşın, ittifakın seçimi kazanmasını sağladı. Böylece ikinci tura giderken muhalefetin elindeki en büyük kozu aldı ve kendine büyük avantaj sağladı.

Muhalefet şunu göremiyor:

Seçmene umut vermeden salt eleştiri beklenen sonucu doğurmuyor. Asıl sorun iktidarı eleştirmek değil. Kendisinin güvenilir görülmemesi. Çünkü muhalefetin yaptığı eleştirilerin çoğu doğrudur. Ancak buna rağmen neden muhalefet desteklenmiyor?

Ak Parti'deki, lidere bağlılık aynıyla muhalefet partilerinde de var maalesef. Parti içi demokrasi konusunda muhalefet iktidardan bir adım bile ileride değil. Çünkü iktidar da muhalefet de aynı kültürel zeminin ürünüdürler.

Muhalefete bir eksiği gösterildiğinde refleksi şu oluyor: Ama Ak Parti'de de şu var. Bu bir cevap mı, yoksa kaçış mı? Sürekli karşı tarafın olumsuzluklarına yoğunlaşan zihin, kendi hatalarını göremez, kendi eksikleriyle yüzleşemez. Ne iktidar ne de muhalefet kanalı özeleştiri yapmıyor. Kendi zaaflarını karşı tarafı eleştirerek kapatmaya çalışıyor.

Muhalefetin milletvekilliği seçimini kaybetmesinin nedeni nedir? "Başımıza gelenler kendi ellerinizle yaptıklarınızdan dolayıdır" diyor Aziz Kitap. Biz ise bütün sorumluluğu dışımızdaki nedenlere aktarıyoruz. Böylece sorunun gerçek nedenlerine eğilemiyoruz.Bu tür açıklama konusunda iktidar ve muhalefet arasında zerrece fark yoktur.

İktidara dönük eleştirilerin şöyle bir açmazı var: Eleştiri yapanlar Ak partiyi 2002 yılından beri tüm yaptıklarıyla eleştiriyorlar. Tümüyle olumsuzluyorlar. Eleştirileri de iyi ile kötüyü ayırt etmeyince, haklı olarak yaptıkları eleştiriler de beklenen etkiyi yaratmıyor. Bu tür sadece olumsuzluk üzerinden yürüyen eleştiri güvenilirliğini ve inandırıcılığını yitiriyor.

Şimdi iç eleştiri zamanıdır. Bazı muhalif isimlerin depremzedeleri hedef alan ahlak dışı açıklamaları, muhalefetin kendi ayağına sıkmaya devam ettiğini gösteriyor. "Niçin bizi sevmiyorlar" sorusu yerini "Neden kendimizi onlara sevdiremiyoruz" sorusuna bırakmalıdır. Bir sosyal olayda dış sebepler etkileyici iç sebepler belirleyicidir. Muhalefetin Milletvekilliği seçimini kaybetmesinin nedeni depremzedeler değil, sürecin başından beri izledikleri tutarsız ve seçmende "bunlar Türkiye'yi yönetemez" algısıdır. Depremzedelerin oyu sebep değil, sonuçtur. Öyle görülüyor ki, CHP'li belediyeler CHP'yi iktidara taşıyacak bir performansı şu ana kadar sergileyemediler.

Deprem bölgelerinde Ak Parti oylarının yüksekliğini seçmene hakaret ederek analiz edenler sadece öngörülerinde yanılmıyor, aynı zamanda ahlaki zaafları var olduğunu gösteriyor. Asıl sorun Türkiye sosyolojisini doğru ve gerçekçi bir biçimde okuyamamaktır. Bu toplumun tarihine bu kadar miyop bakan bir yaklaşımın yapacağı özeleştiri yerine başkasına lanet okuyan bir seviyesizliktir. Hiç olmazsa Anadolu İnsanının hayatında önem verdiği ahlaki ilkeleri analiz etmek gerekmez mi? "Geçmişte ne büyük ve affedilmez hatalar yaptık da bu halk bütün olumsuz koşullara rağmen bizi tercih etmiyor" sorusuyla yüzleşmek gerekmiyor mu? Muhalefet açısından doğrusu şu: "Neden bize güvenmiyorlar, neden bizi seçmiyorlar?" Bu soruyla sorusuyla yüzleşmektir. Seçmeni suçlayarak -ki, yıllardır böyle yapılıyor- kendi zaaflarını gizlemekle sonuçlanıyor. Seçmene seçiminden dolayı lanet okumak, aşağılamak, hakaret etmek ahlaksız bir tavırdır. Bu kaba, elitist, halka tepeden bakan, inançlarıyla alay eden mutlakçı tavır, daha büyük öfke yaratıyor.

CHP taraftarları fanatiklerin sosyal medya kanalıyla deprem bölgesi üzerine yaptığı analizler, Anadolu irfanını anlamaktan ne kadar uzak olduklarını gösteriyor. Halkı aşağılamamak ve küfretmemek gerektiğini öğrenmeleri için kaç seçim gerekecek? Bu dil ile halkın desteğini kazanmak mümkün mü?

Öte yandan CHP’nin muhafazakar dindar seçmenin temsilcileriyle yaptığı ortaklık da beklenen sonucu vermedi. Hatta seçimden sonra bazı tavırlar tepkiye neden oldu. Ahmet Davutoğlu'nun CHP kontenjanından seçilen milletvekilleriyle "partimizin ilk toplantısını yaptık" şeklindeki paylaşımını gelen tepkiler üzerine geri çekti. Kuşkusuz bu paylaşım iki yönden sorunludur. Bir defa o sayıda milletvekilini çıkaracak oyu yoktur. İkincisi, oylarıyla onu meclise taşıyan CHP'ye haksızlıktır.

Öte yandan seçim Türkiye tarihinin en adaletsiz seçimi oldu. Seçime CHP logosu altında giren dört parti toplam yüzde bir iki oyla 40'a yakın milletvekili çıkardı. Kılıçdaroğlu, yaptığı yatırımın karşılığını alamadığı gibi, milletvekilliğini kazananlar tabiri caiz ise yatarak para kazandılar.

Millet İttifakı'nın görülen tabloya rağmen, seçim gecesi, seçimi kazandık açıklaması içinde bulundukları paranoyak ruh halin yansıdan en iyi örnektir. Bu yüzden sanal alemde gerçeklikten kopuk 'kazandık' açıklamalarını normal karşılamak gerekir. Kişinin kendi yalanına inanması gibi patolojik bir durumdur bu. Öte yandan "elimizde ıslak imzalar var, bunlar Ak Partililerin itirazı yüzünden sisteme girmiyor, girdiğinde öne geçeceğiz" türü açıklamalar da etkisi kısa süreli hileli yönlendirme örneğiydi. Bu tür açıklamalar söyleyenlerin güvenilirliğini de önemli ölçüde düşürüyor. Ayrıca bu tür gerçek dışı açıklamalar kısa bir süre seçmene sahte bir umut verse de ardından gelen gerçek büyük bir ruhsal çöküntüye yol açıyor.

Oluşturduğu gerçek dışı hayal dünyasını gerçek zanneden bir kişiyle neyi tartışabilirsiniz? Bütün verilere karşın Kılıçdaroğlu'nun seçimi kazandığını bile yazıyor. Bununla da yetinmeyip bunun doğruluğu üzerine yorum yapıyor. Çok mümkündür, Sayın Kılıçdaroğlu'nun etrafında gerçeklikten kopmuş hayal dünyasında yaşayan danışmanlar var.Seçim öncesi sosyal medyada muhalefeti destekleyen kişilerin gerçeklik algılarının da önemli ölçüde kaybolmuş olduğuna tanık olduk. Şimdi dönüp yaptıkları yorumlarla yüzleşmelerinin zamanıdır. İnsan bu kadar gerçeklikten kopabilir mi?

Öyle görülüyor ki, Saadet Partisi, Erbakan'ın "Milli Görüş" geleneğinin birinci temsilcisi olma rolünü Yeniden Refah Partisi'ne kaptırmış durumdadır. O siyasal anlayışın önderi Fatih Erbakan'dır. Seçime kendi logosuyla girmemesi büyük bir hataydı. Çünkü muhafazakar seçmen bilinen nedenlerden dolayı CHP’ye oy vermez.

Öyle görülüyor ki, Saadet, Demokrat, Deva ve Gelecek partileri CHP' ye verdikleri desteğin çok üzerinde milletvekili çıkardılar. Bu üç parti toplamda Yeniden Refah Partisi kadar oy alamasa bile, Yeniden Refah Partisinden beş kattan daha fazla (34)milletvekili çıkardılar. Yani bu partiler aldıkları milletvekili karşılığında CHP'ye gereken desteği veremediler. Kılıçdaroğlu'nun helalleşme projesi, muhafazakar dindar seçmenin bilinç altında kökleşmiş bulunan korku duvarına çarptı. Ali Nesin'in işaret ettiği gibi, özellikle Tek Parti dönemi ve 28 Şubat sürecinde yaşananlar, muhafazakar kitleyi derinden etkiledi. Bu etki ekonomik sorunları ve depremin yıkımını bilegölgede bırakarak seçimin sonucunu belirledi.

TİP'in İstanbul’da en çok oy aldığı bölgelerin en zengin yerler olması şaşırtıcı değil. Kartal, Pendik, Esenler veya Sultanbeyli'nin varoşlarındaki yoksul ve işçilerden alacak değil ya. Kadıköy %9.8; Adalar %9.4; Beşiktaş %7.5; Şişli %7.5; Bakırköy %7.3. Peki bu durumun sosyolojik analizine olabilir. Çünkü Türkiye'deki sosyalistler sınıfsal değildir. Kentli, sekülerateist ve zenginler. Yani yeni sosyalistlerin proletarya ile işi yok.

Ümit Özdağ ve Sinan Oğan'ın temsil ettiği milliyetçilik türünün Kürt sorunu, temel hak ve özgürlükler, çoğulculuk ve Anadolu irfanına uygun olmadığını düşünüyorum. Göçmen politikasının da sağlıksız ve ayırımcı olduğunu düşünenlerdenim. Bu anlamda hiçbir İttifakın onunla işbirliği yapmasını onayamıyorum.

Sinan Oğan'ın HDP karşısındaki keskin ve sosyolojiyi ihmal güvenlik merkezli tavrı, toplumdaki milliyetçi anlayıştan destek görse de Türkiye toplumunun lehine değildir. Türkiye siyasetini bekleyen en büyük tehlike giderek milliyetçileşmesidir. Milliyetçilik, bir cemaatsel ideolojidir ve kolaylıkla ırkçılığa evrilme potansiyelini taşır. Sanıyorum bu sorun gelecekte Türkiye toplumunun en önemli sorunu olacaktır.

Sinan Oğan tartışmaları ve onun alacağı tavır siyasal geleceğini etkileyecek. İki ittifak arasındaki tartışmaların bir öznesi mi olacak yoksa gelecekte milliyetçiliğin liderliğine mi oynayacak. Tartışmalar ve alacağı tavır ya onu Türkiye siyasetinin konjonktürel bir siyasal aktörüne ya da geleceğin milliyetçi liderine dönüştürecek.Eğer ittifaklardan birisi tercih edip konumlanırsa, pazarlık yaparsa kendini tüketecek bir sürece girer.Çünkü seçmen tabanının ikinci tercihleri çoğulculaşıyor.

Sinan Oğan, HÜDA PAR veya HDP'nin yer aldığı bloklardan birine seçim kazandırmakla karşı karşıya. Bu bakımdan sonuç her halükarda onun istediği gibi olmayacak. Onun başarısı seçimi ikinci tura taşıyıp, pazarlık şansını artırmak. Trajedi, Sinan Oğan'ın hiç kimseyi desteklemese de, ittifaklardan birini desteklese de, her halükarda içinde bulunmayı reddettiği, istemediği bir iktidara destek vermiş olmasıdır.

Türk toplumunda ve siyasetinde milliyetçi düşüncenin ağırlığı ve milliyetçi partilerin yükseldiği iddiası doğru mudur? Şu anda milliyetçi bütün partilerin( İYİ parti, MHP ve ATA İttifakı) oy toplamı 21- 22 dolayındadır. Bu oran 2002 krizinden önce MHP'nin aldığı oy oranından bir iki puan fazladır. Milliyetçi oyların arttığı analizi, Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalması ve milliyetçi bir adayın kilit duruma gelmesidir. Küçük toplumsal hareketleri belirleyici ve önemli bir konuma getiren ise kuşku yok ki, yüzde elli barajıdır.

Meral Akşener ve Devlet Bahçeli'nin Türk siyasetinin geleceğinde rol oynayamayacağını düşünüyorum. Milliyetçi kesimde bilgi ve retorik bakımından iki isim öne çıkacağını düşünüyorum: Sinan Oğan ve Yavuz Aliağıroğlu. Sinan Oğan, seküler Kemalist Türk milliyetçilerini, Yavuz Ağıralioğlu ise muhafazakar ülkücüleri temsil edecek.

Meral Akşener'in konuşmak için 29 Mayıs'ı beklediği iddiaları doğrudur. Şu an içinde bulunduğu ittifaka kabul ettiremediği temel iddiasının (Seçilecek aday ve bunun üzerinden yürüttüğü Kılıçdaroğlu karşıtı tartışma) doğru olduğunun yarattığı gerginliği yaşamaktadır. Meral Akşener, sessiz ve öfkelidir. Meclisten sonra Cumhurbaşkanlığının kaybedilmesinin yaratacağın gerilim ve depremin sarsıntıları güçlü olacak ve siyaseti yeniden şekillendiren artçı sarsıntılar neden olacaktır. Meral Akşener susuyor. Kuşkusuz bulunduğu yer ile ontolojik bir aidiyet sorunu yaşıyor gibi.

Meral Akşener'in altılı masa'dan kalkıp geri dönmesi sadece önemli ölçüde oy kaybına yol açmadı. Aynı zamanda Meral Akşener'in gelecekte oynayacağı rolü de ortadan kaldırdı. Artık milliyetçilerin geleceğinde yer alacak politikacılar arasında geçme ihtimali çok düşük. Siyasiler, kritik dönemlerde ve kriz anında aldıkları kararlarla lider olurlar. Meral Akşener bundan sonra siyasi bir isimdir, ancak asla bir lider değildir.

Meral Akşener, yaşanan kriz sürecinde büyük yara aldı ve Türkiyesiyasetinin geleceğinde oynayacağı rolü büyük ölçüde ortadan kaldırdı. Masadan kalkmamalıydı kalktı. Kalktıktan sonra söylediklerinin ertesinde masaya dönmemeliydi, döndü. Bu tutarsız durum, Akşener’in davranışlarını yönlendiren başka süreçler olduğunu ima etti. Büyük liderler yaşanan krizleri idare etme biçimiyle ve başarısıyla ortaya çıkarlar. Oysa Akşener, kriz yönetme de başarılı olmadığını, kolaylıkla duygularının eseri olduğunu gösteren davranışlar sergiledi.

Bazı insanlarla konuştuğumda 28 Şubat sürecinde yaşadıkları zulmün çok derin etkisinde kaldıklarını hissediyorum. Muhafazakar endişe diyebiliriz buna. Haklı olarak endişeliler ve kuşku duyuyorlar. Bu kuşku, muhalefet tarafından yeteri derecede giderilmiş mi? Seçimin sonucunu etkileyecek bir faktör de bu.

Bir zamanlar Hizbullah'ın devletle iç içe PKK'ya karşı mücadele ettiği ve bunun üzerinden Hizbullah'a meşruiyet iddiası vahimdir. Hukuk devleti bir terör örgütüne karşı diğer terör örgütünün faaliyetlerini göz yumarak, destek vererek ya da görmezden gelerek mücadele edemez. Özellikle terörün yoğun olarak yaşandığı 90'lı yıllarda bu çarpık ilişkinin varlığı iddiası reddedilmelidir. Salt PKK karşıtı olmak bir terör örgütüne meşruiyet kazandırmaz.

Siyasal muhalifiniz, ideolojik karşıtınız, diğer partili olanlara karşı kin tutmayın, onları aşağılayıp dışlamayın. Onlar eşiniz, anneniz, babanız, kardeşiniz, akrabalarınızdır. Onlara kâfir, hain, satılmış, terör işbirlikçisi gözüyle bakmayın başınıza bir iş geldiğinde size yardım edecek olanlardır.

Kazanmak ve kaybetmek sadece politik alana hapsederek anlaşılabilir mi?

Belli bir boyutuyla evet.

Fakat maneviyat, irfan, ahlak ve hak üzerinden kazanmak nedir?

İnsanların ve toplumların kazanmak için mücadele vermeleri gereken anlam boyutu budur.

Kazandığımız şeyle anlam varlığımız ne oluyor?

Mevki kazanırken, para kazanırken, güç kazanırken anlam varlığımız ne oluyor? Nasıl bir sonuca varıyor?

O da kazanıyor mu, yoksa kaybediyor mu?

Anlamı kazanma üzerine yola çıkan irfan çevrelerinde daha çok egemenliği kazanmak için didindiklerini görünce düşünmek gerekiyor.

Varlıklarına ve anlamlarına gelecek tehditleri savmak için mi egemenliği kazanmak istiyorlar yoksa dünyevi yerlerini korumak için mi?

Bu sorunun cevabına göre ya kazanacaklar ya da kaybedecekler.

Anlamını kaybeden ruhunu da kaybeder, ahlakını da. Kazanmamız gereken böyle bir tarafın da olduğunu unutmayalım."

Sosyolog Ergün Yıldırım'ın bir sosyal medya paylaşımında işaret ettiği nokta, dindarların üzerinde düşünmekten kaçındığı bir noktadır. Bu nokta düşünülmediği için dindarlar seçim kazandıkça maneviyatını ve ahlakını kaybediyor. Daha da vahimi seçimi kaybettikleri de her şeylerini kaybedeceklerine inanıyorlar.

Ya da şöyle soralım: Seçimi kazanmak uğruna bütün ahlaki değerleri seferber etme ve harcama tavrı bize ne kazandıracak?

Ne ki bu sorunla yüzleşmek yerine, seçim kazanmak uğruna yaşanan ahlaki yozlaşmayı sorun edenleri kınamaya devam ediyoruz.

Seçimi Z kuşağı belirleyecek efsanesi bitti. Yapılan bir araştırmada ilk kez oy kullanan seçmenlerin oy tercihi yüzde seksen anneleri ile aynıymış. Dolayısıyla Z kuşağı geleneğe sanıldığından çok daha fazla bağlı olduğunu gösteriyor.

 Ak Parti'nin aldığı oy oranını, ülkedeki Müslüman sayısıyla eşitlemek nasıl bir akıl tutulmasıdır. Bunu bir akademisyenin yapması ise durumu daha da felaket haline getirir.

İnsanlar düşünmenizi değil taraftar olmanızı istiyor. Oysa ben hakikatin peşindeyim. İlla taraf istiyorsanız, doğruluğun, adaletin, özgürlüğün ve liyakatin tarafındayım. Çok açık ve net değil mi? Bu değerleri savunan herkesle yolum kesişir.

Taraftarlık ve karşıtlık arasına sıkışan ve fanatizmle beslenen partizanlık, bazı insanlarda kardeşlik ve merhameti bitirme riski taşımaktadır. Rakip partiye oy veren ve en küçük bir olayda size yardıma koşan komşunuzu vatan haini diye suçlamanın hiçbir ahlaki gerekçesi yoktur.

Millet ittifakını destekleyen medyanın kriz sürecinde Akşener'e ve Cumhurbaşkanı adayıolduktan sonraki süreçte Muharrem İnce'ye karşı yürüttüğü linç kampanyası, laik ve seküler ulusalcı Kemalist kesimde de tekfir kültürünün çok güçlü, derin ve etkili olduğunu gösteriyor.

Temelde doğru olduğuna inandığım, farklı siyasal anlayışları ortak bir noktada buluşturma siyaseti de beklenen sonucu doğurmadı. Gelinen bu aşamadan sonra bu siyasetin mimarı olan ve bu kanunda büyük çaba harcayan Kemal Kılıçdaroğlu'nun bu projeyi sürdürmesi kolay değil.

Benim hayalim, farklı düşüncelerin bir araya geldiği, gücün dağıtıldığı adalet, çoğulculuk, ortak aklın egemen olduğu, liyakat ve özgürlüğü temel alan demokratik hukuk devletidir. Temel hak ve özgürlükleri, düşünce ve inanç özgürlüğünü temel alan anlayışları destekliyorum. Bundan dolayı farklı düşüncelerin ortak zeminde bulunmasına dönük arayışları bundan sonra da desteklemeye devam edeceğim.Benim temel referansım, Hz. Peygamberin Medine'de uygulamaya koyduğu "Medine Vesikası"dır.

Türkiye'nin en büyük sorunu Kemalist/ ulusalcı/ seküler milliyetçilik ile muhafazakar/ülkücü milliyetçiliğin etkin olduğu bir siyasal iklime sahip olmasıdır. Bu ideoloji ile demokrasi, hukuk devleti ve toplumsal barış alanında değişim yapmak ve reformlar gerçekleştirmek imkansız.

Türkiye siyaseti uzun vadede milliyetçiliğin minimize edildiği bir siyasal anlayış ve ittifak geliştirmek zorundadır.

Her seçim bir umuttur. Biz kim kazanırsa kazansın muhalefette kalmaya devam edeceğiz. Yerimiz garanti. İyilikleri destekleyecek, adaletsizlikleri eleştirecek, yol göstermeye, ufuk çizmeye devam edeceğiz.

Öyle görülüyor ki seçim yüzde ellinin biraz üzerinde bir sonuçla neticelenecek. Bu durumda oluşan iktidarın hemen hemen kendisine yakın olan muhalefet bloğunun endişelerini anlama ve giderme yükümlülüğü var. Bu yüzden çatışmacı ve ötekileştirici siyasal retorikten uzak durmak gerekiyor. Her siyasetçi toplumda kendi kitlesi gibi düşünmeyenlerle bir arada yaşanacağının bilincinde davranmalı.

Politik taraftarlık hakikatin yerini almış. İnsanlar hatasıyla sevabıyla kendi partisini İslam ile özdeşleştirip karşıdakileri küfür, hain, satılmış, diktatör kategorisine yerleştiriyor. Bu tanımlama biçimi yanlış.Doğrusu şu: Elinizi vicdanınıza koyun ve maslahat gereği Türkiye'yi en iyi yöneteceğini düşündüğünüz adaya oy verin. Seçmenin bir bölümü de seçeneksiz kalmış ve aslında istemediği iki seçenek arasın sıkışmış. İstemediği ittifaka oy vermek zorunda kalıyor.Diğer bir bölümü de karşı taraftan duyduğu endişeye göre oy kullanacak.

Türkiye siyaseti, tabiri caizse kendi içindeki kavgayı dışarıya karşı önceleyen ve bu yüzden çatışmayı, ötekileştirmeyi kavgayı ve dışlamayı araç olarak kullanan Harici ve Selefi bir zihnin tasallutu altındadır. Bu zihin yapısı neredeyse bütün siyasi akımlara sinmiştir. Bu durum Türkiye siyasetinin tarihsel hafızasıyla doğrudan bağlantılıdır. Bu zihin (İttihatçı siyaset) toplumsal barışın önündeki en büyük engeldir.

Bir aydın, yakın olduğu siyasal görüş de iktidara gelse muhalif ve eleştirel bir noktada durmalıdır. Aydın iktidarla özdeşleşmemeli onun hizmetine girmemeli, ilmin onurunu korumalıdır. Çünkü aydın taraftar değil, yol gösteren, ufuk açan, eleştiren ve halkını bilinçlendirme kişidir. Bana taraftarlığı teklif etmeyin. Çünkü taraftar değilim. Hakikatin, hukukun, adaletin peşindeyim. Bir partiye, cemaate örgüte angaje olmak kendini sınırlandırmak olur. Yığınların tercihleriyle kendimi sınırlandırmam.

Seçmenin önemli bir bölümü, bütün yaşananlara rağmen, yine de sorunları Erdoğan'ın çözeceğine inanıyor. Muhalefetin en büyük sorunu, bu güveni özellikle muhafazakar dindar seçmene verememiş olmasıdır. Onlarında içinde bulundukları sorunlarla yüzleşme cesaretleri yok. Bizim sorunumuz nerede, sorusuyla yüzleşmek yerine Erdoğan karşıtlığı ile idare ediyorlar.

Farklı siyasal tercihleri din üzerinden değerlendirip itikadi bir noktaya taşımamak gerekir. Dini kendi partisi ile özdeşleştirmek ve bazı ayetleri bunu desteklemek için araçsallaştırmak hiç doğru değildir. Hele "Yüzde 99'u Müslüman olan ülkede Millet ittifakı nasıl yüzde on 45 alır", gibi akla mantığa ahlaka aykırı cümleler kurmak tam bir akıl tutulmasıdır.

Sandık, "bizi kim yönetecek" sorusunun cevabını verir, "kimin Müslüman" olduğunun değil.

Yorum Ekle
Yorumlar (1)
Ahmet Kara | 30.05.2023 12:06
Müslümanlara liberal tavsiyeler. Birşey üretemeyince hakim söylemlerin gölgesine sığınmak. İslami bir bakış diye yutturmak.