metrika yandex
  • $32.65
  • 35.29
  • GA17640

Haberler / Yorum - Analiz

Zalim Politika, İstanbul Sözleşmesi ve Toplumsal Cinsiyet Yalanı / Hüsnü AKTAŞ

14.04.2021

Günümüzde devlet siyaseti haline getirilen seküler-laik ideolojilerin, cemiyet halinde yaşayan insanlarda değişik kimlik krizlerine sebeb olduğunu söylemek mümkündür. Modern-ulus devlet paradigması, lâiklik ve demokrasi gibi ideolojik tercihler; maskeli bir haydut gibi, insanların zihinlerini işgal etmiştir. Cemiyetin en küçük birimi olan aile müessesesi; Avrupa Birliği'nin normlarına uyum adına çıkarılan kanunlar sebebiyle, param-parça olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan ve diğer devletlere adeta dayatılan sözleşme (İstanbul Sözleşmesi) liberal özgürlük anlayışını ön plâna çıkarmıştır. Bu sözleşmenin kadına yönelik şiddeti ve kadın cinayetlerini önlediği iddiası, kuyruklu bir yalandan ibarettir. İstanbul Sözleşmesi'nin asıl amacı, evlilik dışı cinsel ilişkileri, sapkın eşcinsel münasebetleri ve gayr-i meşrû bir hayat yaşamayı yaygınlaştırmak için hazırlanmıştır.

GÜNÜMÜZDE devlet kavramı, herkesin günlük hayatında ve siyasi müzakerelerde kullandığı kavramların başında gelir. Modernizmi savunan bazı filozoflara göre devlet, kendilerini mutlak anlamda hüküm koyucu (ilâh) olarak gören insanların gerçekleştirdikleri ve kuvvet kullanma imtiyazına haiz kıldıkları bir üst yapı kurumudur. Hikmet-i hükümet felsefesini ve totaliter siyaset anlayışını savunan siyaset uzmanlarına göre devlet, mukaddes bir varlıktır. Vatandaş kimliğine haiz olan insanların, bu mukaddes varlığın devamı için kendilerini feda etmeleri gerekir. Anarşizmi savunan filozoflara göre devlet, sadece cemiyet hayatının devamını sağlayan ve siyasi istikrarı muhafaza eden bir hukuk kurumu değildir. Kaynağı ne olursa olsun (sömürü, yolsuzluk, soygun vs) özel mülkiyeti güvence altına alan ve egemen sınıfların menfaatlerini korumak için kuvveti esas alan bir kurumdur. Günümüzde devlet siyaseti haline getirilen seküler-laik ideolojilerin, cemiyet halinde yaşayan insanlarda değişik kimlik krizlerine sebeb olduğunu söylemek mümkündür. Modern-ulus devlet paradigması, lâiklik ve demokrasi gibi ideolojik tercihler; maskeli bir haydut gibi, insanların zihinlerini işgal etmiştir. Bu noktada bir inceliğe işaret etmekte fayda vardır.

Müslümanların din ile siyaseti ve devlet işlerini birbirinden ayırmaları kolay değildir. Bazı İslâm alimleri, "İnsanları hidayete ve hayra (dünyevi ve uhrevi saadete) ulaştırmak, onları fesaddan kurtarabilmek için, takip edilmesi gereken en güzel yola siyaset denilir'(1) tarifini esas almışlardır. Hanefi fûkahasından İbn-i Abidin: "siyaset, halkı dünyada ve ahirette kurtulacakları yola irşad etmekle onların salâh ve menfaatleri için çalışmaktır" tarifin yapmış ve şu tesbitte bulunmuştur: "Siyaset ağır bir şeriat olup iki nevidir. Siyaset-i zalime; halkın haklarına zıt olan siyasettir ki, şeriat bunu haram kılmıştır. Siyaset-i adile: Halkın haklarını zalimlerin elinden kurtaran, zulüm ve fenalıkları defeden, fitne ve fesad ehlini men eden siyasettir ki şeriattan sayılır."(2) Zalim politikanın haram kılınmasının bir değil, birden fazla sebebi vardır.

Zalim politikacıların dini istismar ettikleri, insanın şahsiyetine değer vermedikleri, iktisadi faaliyetleri zaafa uğrattıkları, şüphelerin ve çirkin fiillerin yayılmasına sebeb oldukları malûmdur.

Bu hakikat, muhkem nassla haber vedilmiştir: "İnsanlardan öyle kimseler vardır ki, onun dünya hayatına âit sözü hoşunuza gider. Ve o (kimse) kalbinde olana Allah'ı şahid tutar. Halbuki o düşmanların en amansızıdır. O iktidara (velâyet makamına) geldiğinde, yeryüzünde fesad çıkarmaya, ekini ve nesilleri helâk etmeye koşar. Allah ise fesadı sevmez. (El Bakara Sûresi: 204-205) İmam Fahruddin-i Râzi, bu âyet–i kerimeleri tefsir ederken, şu tesbitte bulunmuştur: "Fesâd kelimesini 'tahrip etme' mânasına alan alimler şöyle demiştir: Allahü Teâlâ (cc) bu kelimeyi önce icmâlen zikredip 'liyufside fiha' (orada fesad çıkarmak için) demiş, sonra da bunun tafsilâtını haber vererek 'yuhlikel harse ve'n nesl' (ekini ve nesli helâk etmek için), buyurmuştur. Fesadı, 'şüphe uyandırmak' ile tefsir eden alimler ise şöyle demişlerdir: Hak din; birincisi ilim, ikincisi salih amel olan iki şeyden meydana geldiği gibi, bâtıl din de birincisi şüpheler, ikincisi çirkin fiiller olmak üzere iki şeyden meydana gelmektedir. İşte burada Allahü Teâlâ (cc) ilk önce, bu insanın şüphelerle meşgul olmasından bahsetmiştir ki, 'Liyûfside fihâ' (orada fesad çıkarmak için)' sözünden murad budur. Daha sonra Cenab-ı Hak, bu kimselerin çirkin fiillere yönelmesini zikretmiştir. Bu da Allah'ın (cc) 've yûhlike'l harse ven nesl' (ekini ve nesli helâk etmek için), buyruğu ile murad edilendir. Hiç şüphe yok ki bu açıklama daha uygundur.(3) Günümüzde yaşayan müslümanların; düşmanın en amansızı olan zâlim politikacıları daha yakından tanıma imkânına sahip olduklarını söylemek mümkündür. Bu tesbitten sonra Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan sözleşmeye (İstanbul Sözleşmesi) geçebiliriz.

Günümüzde yaygın olarak kullanılan "İnsan Hakları" (Human Rights) kavramı; dünyevileşen (seküler/lâik) insanın, aklıyla tesbit ettiği kanunların/sözleşmelerin ifadesidir. Arapça olan "insan" ve "hakk" kelimeleri, kendine mahsus olumlu-olumsuz (en azından nötr) anlamları ifade eden kelime iken ikisinin birarada kullanılmasıyla ortaya çıkan "kavram"ın keyfiyeti, sınırları müphem veya meçhûl olan hakları ifade için kullanılmaktadır.

Liberal anlayışa göre, "özgür" ve "rasyonel" ferdin; akıl ve nesil emniyetini zaafa uğratan faaliyetleri (içki, fuhuş, zina vb.) devlet tarafından kısıtlanamaz. Zira bu kısıtlama, ferdin özgürlük alanına müdahaleyi beraberinde getirir. Liberal özgürlük ve insan hakları anlayışı, İslâm ulemasının zaruri gördüğü maslahatları (can, mal, nesil, akıl ve din emniyetini) ortadan kaldıran bir keyfiyeti ön plâna çıkarabilir. İnsanoğlunun "hevâsını ilah edinmesi" (Furkan Sûresi: 43) ve fesada vesile olabilecek işlerle meşgul olması, liberalizmin özgürlük teorisine uygundur. Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan ve diğer devletlere adeta dayatılan sözleşme (İstanbul Sözleşmesi) liberal özgürlük anlayışını ön plâna çıkarmıştır.

Bu sözleşmenin kadına yönelik şiddeti ve kadın cinayetlerini önlediği iddiası, kuyruklu bir yalandan ibarettir. İstanbul Sözleşmesi'nin asıl amacı, evlilik dışı cinsel ilişkileri, sapkın eşcinsel münasebetleri, ve gayr-i meşrû bir hayat yaşamayı yaygınlaştırmak için hazırlanmıştır. Bir anlamda bunların topluma kanunla/sözleşme dayatılması söz konusudur. Meselâ bir çocuk, cinsiyet değiştirmek istediği zaman ailesinin buna karşı çıkması yasaktır. Bu sözleşmeye göre; eğer ailesi buna karşı çıkarlarsa suçlu olurlar. Şikâyet halinde aile fertlerine ceza verilir. Toplumsal cinsiyet yalanını yayan, aile nizamını ortadan kaldırmayı esas alan bu sözleşme, bir sözleşmedir. Aile fertlerini potansiyel olarak birbirine düşman olarak konumlandıran, dolayısıyla aileyi çökertmeyi amaçlayan sözleşme, Avrupa Konseyi tarafından hazırlanmıştır. Sapkın eşcinsel ilişki biçimlerini kanunla normal hale getirmek ve topluma dayatmaya kalkmak, aile kavramını ve kurumunu yerle bir etmek için icat edilmiş sinsi bir tuzaktır. İnsanı sadece hazlarının peşinde koşan, yiyen, içen, çiftleşen bir varlık derekesine indirgeyen, tek kelimeyle ontolojik olarak aşağılayan bir sözleşmedir.

Cemiyetin en küçük birimi olan aile müessesesi; Avrupa Birliği'nin normlarına uyum adına çıkarılan kanunlar sebebiyle, param-parça olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. İdeolojik tercihlerine göre muhafazakârlar, liberaller, feministler, post-modernizmi savunan aydınlar ve marksistler, aile meselesinde birbirinden farklı tezleri ileri sürmektedirler. Muhafazakârlar, ailenin son yüzyılda yıkıma gittiği ve bu sürece müdahale edilmesi gerektiği kanaatindedirler. Liberaller ise ailenin tehlikede olmadığını, yeni aile biçimlerinin oluştuğunu ileri sürerek, siyasi ve sosyal müdahalelere karşı çıkmaktadırlar. Türkiye'de bazı aydınlar ve politikacılar kadına 'pozitif ayrımcılık'(!) gerekçesiyle, boşanma halinde erkekleri ebediyen nafakaya mahkûm eden kanunların harfiyen uygulanmasını arzu etmektedirler. Görünen odur ki insanoğlu, tarihte belki de ilk defa olarak evlilik kurumunun yıkılışına şahit olmaktadır. Cinsel özgürlük adına yakılan şehvet ateşi aile müessesini ortadan kaldıracak bir boyuta gelmiştir.

TBMM tarafından kabul edilerek 1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe giren yeni Türk Medeni Kanunu'da 'Aile reisi kocadır' hükmü kaldırılmış, yerine 'evlilik birliğini eşler beraber yönetirler' hükmü getirilmiştir. Aile içerisindeki ahengi zaafa uğratan ve karar vermeyi zorlaştıran 'Eş Başkanlık' düzenlemesi, 'kadın-erkek mücadelesini' beraberinde getirmiştir. Ayrıca AB müktesebatına uyum sağlamak adına zinanın suç olmaktan çıkarılması ve 'birlikte yaşamak' gibi keyfiyeti malûm, neticeleri meçhul ilişkilerin serbest bırakılması, aile hayatının dinamitlenmesine vesile olmuştur.

Son yıllarda televizyon kanallarının ve yazılı basının gündemini meşgul eden 'Kadın cinayetleri' ve 'kadına şiddet' konusu, medeni hukuk adına yapılan yeni düzenlemelerin yaygınlaştırdığı bir felâkettir. Ayasofya Baş İmamı Prof.Dr. Mehmet Boynukalın'ı "Cinayet cinayettir; cinsiyet değiştirmez; erkek, kadın, çocuk, büyük kimin başına gelirse gelsin ilkemiz: "Sizin için kısasta hayat vardır" ilahi düsturudur. Sürekli 'kadın cinayetleri' vurgusu, kadını erkeğe düşman etmeye çalışan bir sloganik medya propagandasıdır" sözleri AK Parti Grup Başkanvekili Özlem Zengin'i rahatsız etmiştir. Katıldığı bir televizyon programında konunun kendisine sorulmasına cevap veren Zengin, şu ifadeleri kullanmıştır: "Kadın – erkek meselesine dair dini de referans yaparak, katı, sert açıklamalar yapmayı problemli görüyorum ve bize fayda vermiyor. Tam tersine incitiyor, kadınları da incitiyor, bu alanda çalışanların yükünü arttırıyor. Ve daha önemli bu açıklamalar siyasetin yükünü arttırıyor. Siyaset çok ağır bir iş. O yüzden bence herkes kendi işini yapmalı diye düşünüyorum." İstanbul 2 No'lu Barosu'nun Bakırköy Adli Yardım Sorumlusu Avukat Fatih Emre de Özlem Zengin'in sözlerine "Bacım sizden bıktık" diyerek tepki göstermiştir.

Hadiselerin sebeplerini tahlil etmeyi akıllarına bile getirmeyen, sadece neticeleri üzerinde duran politikacılar ve aydınlar, her hadiseden sonra 'kadına şiddet, insanlığa ihanettir' gibi sloganlarla (aksini iddia edenler varmış gibi) aile nizamına vurulan öldürücü darbeyi gizlemeye çalışmaktadırlar. Erken yaşta evlilik yaptıkları gerekçesiyle binlerce gencin mahkûm edilmesi ve cezaevlerine doldurulması ise ayrı bir felâkettir. Büyük sermaye sahiplerinin desteklediği iffetsizlik projesi, insanlığın geleceğini tehdit eden bir felêkete dönüşmüştür. Bu büyük felâkete karşı çıkan ve İslâm milletini ikaz eden alimler ya susturulmuştur, ya şehid edilmiştir.

Fransa ve Hollanda'nın öncülüğünde Mali'de yapılan eşcinsellik propogandasına sert tepki gösteren İslâm Konseyi Genel sekreteri Abdoulaye Aziz Yattabare, 19 Ocak 2019 tarihinde sabah namazı için camiye giderken şehid edilmiştir. Büyük haber ajanslarının sessiz kaldığı bu hadise, projenin ne kadar kapsamlı ve tehlikeli olduğunu gözler önünü sermektedir.

Zinayı aşk, lûtilerin ve lezbinyenlerin yaptığı mitingleri 'onur yürüyüşü' olarak pazarlayanlar, Türkiye'yi de aynı felâkete sürüklemek için ellerinden gelen gayreti sarf etmektedirler.

Bu noktada bazı üniversiteler kız-erkek tuvaletlerini birleştirirken bazı belediyeler de kızlı erkekli karışık evler/yurtlar açmaya başlamışlardır. Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan sözleşmeyi esas alarak hazırlanan 6284 sayılı kanunun gözden geçirilmesi ve aileye zarar veren hükümlerin (tıpkı İstanbul sözleşmesi gibi) iptal edilmesi elzemdir.

___________________________

(1) İbn-i Kayyim El Cevziyye- Et Tûruku'l Hükmiyye fi Siyâseti'ş Şer'iyye- Kahire: ty (Tahkik: Muhammed C. Gazi) Sh: 16

(2) İbn-i Abidin- Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar- İst., 1983 C: 8 Sh: 186

(3) İmam Fahruddin-i Razi- Tefsir-i Kebir (Mefâtihû'l Gayb) Ankara: 1989 C: 5 Sh: 13

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş