Türk Modernleşmesi Üzerine Düşünceler-10
Yazarımız Yusuf Yavuzyılmaz'ın hazırladığı "Türk Modernleşmesi Üzerine Düşünceler" konulu yeni yazı dizisinin
10. bölümünü ilginize sunuyoruz..
Hertaraf Haber
Türk modernleşmesi de modernleşmeyi amaç edinen bir anlayış olarak, modernitenin temel felsefi özelliklerini taşımaktadır. Ancak gerek tarihsel seyri, gerekse kullandığı araçlar bakımından Türk modernleşmesi, Batı modernleşmesinden ayrılır. İlk olarak, Türk modernleşmesi, dini ve kültürel olarak Batı dışı bir toplumda gerçekleşmiştir. İkinci olarak Türk modernleşmesi yöntem olarak elitist ve yönlendirici bir karakter taşır. Bu yüzden Türk modernleşmesi yukarıdan aşağı, elit bir kadro öncülüğünde gerçekleşmiştir. Bu öncü Kadronun içinde modernleşme projesini benimsemiş aydın, bürokrat ve askerler vardır. Türk elitleri ulaşmak istedikleri ütopyaları ile geleneksel olan arasında oluşan gerilim içinde yol almaya çalışmışlardır. Bu da çoğu zaman, Batıcı elitlerle, hayatını dini pratikler içinde sürdürmeye çalışan halk arasında sürekli bir gerilim oluşturmuştur. Elitlerin oluşturmak istedikleri ve devlet eliyle yürütülen kültür ile halk arasında yaşayan ve dini unsurların belirleyici olduğu kültür arasındaki farklılaşma, Türkiye toplumunda kültürel bir şizofreni yaratmıştır. Bu sosyolojik ayırım hemen her konuda önümüze bir sorun olarak çıkmaktadır.
Türk modernleşmesi, gerek ideolojisi, gerek yönetimi ve gerekse kullandığı araçlar bakımından ilginç bir örnektir. Sanıldığının aksine modernleşme serüveni, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan çok önce başlamıştır. Osmanlı döneminde sisteme yönelik ilk eleştiriler, Kanuni Sultan Süleyman döneminde, zamanın vezirlerinden Lütfi Paşa’nın bazı önemli konularda önlem alınmadığı zaman devletin gelecekte büyük zaafa uğrayacağı yönündeki uyarılarıyla başlamıştır. Lütfi Paşa’yı takip eden sarı Mehmet Paşa, Katip Çelebi ve Koçi Bey yazdıkları risalelerde devletin işleyişindeki zaaflara işaret etmişlerdir. Bu dönemdeki eleştirilerin temel özelliği yaşanan aksaklıkların sistem içinde yapılacak bazı değişikliklerle giderilebileceği inancıdır. Sisteme eleştiride bulunan aydınların genel kanaati, devletteki bozulmanın İslam’dan uzaklaşılması sonucunda ortaya çıktığı düşüncesidir. III. Selim’den başlayarak sırasıyla Tanzimat, Meşrutiyet ve özellikle Cumhuriyet döneminde gerçekleşen modernleşme çabalarının temel mantığı, sistemdeki değişimin iç dinamiklerle değil, dış dinamiklerle gerçekleşeceği inancıdır. Bu durum özellikle Cumhuriyet döneminde modernleşmenin geleneksel olandan oldukça sert kopuşlarla gerçekleşmesine neden olmuştur. Cumhuriyet dönemindeki modernleşme çabalarının diğerlerinden daha radikal olmasının temelinde, bu amaçla uygulanan yöntemlerin niteliğinden kaynaklanmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran elit kadronun temel tezi, modernleşmenin batı medeniyeti temel alınmadan gerçekleştirilemeyeceğidir. Bu anlayışın çerçevesini Fransız ihtilali, pozitivizm, evrimcilik ve ilerlemeci tarih anlayışıdır.
Cumhuriyet modernleşmesi sürecinde iki temel parametre öne çıkar. Bunlar milliyetçilik ve laikliktir. Diğer bütün alandaki değişim ve dönüşümler bu iki temel anlayış ile bağlantılıdır. Dolayısıyla bu süreç temel olarak geleneksel ve dini olandan kendini ayırarak yeniden tanımlama süreci olarak tarihte yerini almıştır. Ulusal kültür oluşturma süreci, bu kültürün içini dolduracak araçlarla yürütülebilirdi.
Türk modernleşmesinin Türk milliyetçiliği ve laiklik eksenli seküler bir kültür yaratma çabaları müziğin dilini ve formunu da belirlemiştir. Sanat müziğinin bir süre yasaklanmasının altında dil ve formunun seküler kültüre uyumsuz olmasından dolayıdır.
Türk muhafazakarlığının ana parametrelerini şöyle özetlemek mümkündür.
1- Devletin kutsallığı güvenliği öne çıkarır.
2- Vatanın tehlike altında olduğu bilinci egemendir.
3- İç ve dış düşmanların işbirliği yaptığı ve ülkeyi bölmeye çalıştığı tezi yaygındır.
4- Tek Parti döneminden kalma ve zaman zaman CHP adına açıklama yapanların tetiklediği CHP korkusu ön plandadır.
5- Ani değişimlere karşı dirençlidir.
6- Kaderci dini anlayış.
7- Devletin her eyleminde hikmet arama anlayışı yaygındır.
8- Sistem eleştirilerini fitne olarak algılama eğilimi yüksektir.
9- Tasavvufi dünya görüşü siyasal algısını belirlemede önemli bir faktördür.
10- Lidere, şeyhe, öndere bağlılık önemlidir.
11- Sünni tarih algısı ve Türk devlet geleneği tarihsel algısını belirleyen en önemli faktörlerdir.
12- Güvenliği adaletin ve şeriatın önüne koyar.(Güvenlik yoksa adalet ve şeriat uygulanamaz anlayışı)
13- Tek Parti uygulamaları üzerinden Cumhuriyet devrimlerine kuşkucu ve mahcup reddedici yaklaşımı benimser.
14- Milliyetçilik ile yapılan sentez siyasal algısını oluşturmada etkindir. (Türk -İslam Sentezi)
15- Tarihi kutsallaştırma ve Cumhuriyet öncesi ile temellendirme ( Fatih- Kanuni- Abdülhamid)
16- İstiklal Savaşını başlangıç itibarıyla desteklerler, ancak 1924 sonrasına muhalefet ederler.
17- Siyaset olarak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Serbest Cumhuriyet Fırkası, Demokrat Parti, Adalet Partisi, Anavatan Partisi, Ak Parti geleneğini tercih ederler.
Türk siyasal kültürünün bir özelliği de özellikle ‘Ulusalcı Kemalizm’ ve Muhafazakar dindarlık’ arasında yaşadığı bölünmedir. Bu bölünme, yan yana yaşayan ancak aralarında derin uçurumlar bulunan şizofrenik bir kamplaşmaya dönüşmüştür. " İstanbul'da yaşarken bu şehrin ne kadar şizofrenik olduğu sık sık beni çarpmıştı. Her şeyin Müslüman ve seküler versiyonları vardı. Sanki iki şehir aynı mekanı işgal ediyordu; sanki iki kentsel nüfus bir kara parçasının aynı köşesini paylaşıyordu ve bununla beraber aralarında hemen hemen hiçbir etkileşim yoktu." ( Ian Almond, İbni Arabi ve Derrida: Tasavvuf ve Yapısöküm, Çev: K.Filiz, Ayrıntı yayınları, s: 10)
Hiç kuşku yok ki, siyasetin mantığı atasözlerine sinmiştir. Atasözleri, toplumların zihniyet dünyasını yansıtan bir işlev görürler. Bundan dolayı Anadolu halkının siyasal zihniyet dünyasını atasözlerini izleyerek analiz edebiliriz.
Türkiye halkının siyasal zihniyetini ve devlete bakışını en iyi anlatan atasözleri, “Bal tutan parmağını yalar” ve “ devlet malı deniz yemeyen domuz” ifadeleridir.
Bu ifadelerden ilki, siyasal pozisyonun sağladığı avantajla, ikincisi devlete bakışla ilgilidir. “Bal tutanın parmağını yaladığı”, belli bir pozisyona gelen bir kişinin buradan elde ettiği rantın meşruluğuna ve normalliğine işaret eder.
İkincisi ise, devletin önemli bir rant dağıtım aracı olduğu ülkelerde- Hazine arazileri- devletin rantını paylaşmayı kabul etmeyenlerin tanımlamasıyla ilgilidir.
Türk ve Kürt siyasal akıl yapısına etki eden faktörleri genel hatlarıyla sıralamak mümkündür:
1-Tarihten gelen otoriter devlet geleneği.
2- Emeviler geleneğinden gelen hilafet- saltanat geleneği.
3- Eşari kelamının ağırlığı ve cebriyeci kader algılaması.
4- Maverdi, İbn Cema ve Gazali’nin siyaset teorisi.
5- Büyük ölçüde hermetik atıl aklın etkisinde gelişen gınostik etkiler taşıyan tasavvuf kültürü.(Kürt aklına etki eden Nakşibendi geleneği)
6- Orta Asya kaynaklı tasavvuf kültürü.
7- Türk ve Kürt siyasal aklını etkileyen çağdaş akımlar.
8- Türk modernleşmesini etkileyen laiklik ve milliyetçilik ile Kürt modernleşmesini etkileyen sosyalist ideoloji ve Kürt milliyetçiliği.
Türkiye siyasetinin otoriter kaynaklarından biri de din alanında yaşanan siyasal kırılmadır. İslam siyaset anlayışında büyük kırılmanın Emeviler döneminde başladığı açıktır. Buradaki anahtar soru şudur: "Nasıl oluyor da Hz. Peygamberin yakınındaki sahabeler, hilafeti saltanata çeviren Muaviye'nin bu eylemine gereken tepkiyi vermediler?"
Aslında sahabelerin önemli bir bölümü Muaviye'nin eylemlerine tepki gösterdiler. Ancak bir bölümü ona destek verirken bir bölümü de sessiz kaldı. Bu davranışları anlamlandırmak için dönemin koşullarını doğru analiz etmek gerekir. İlk olarak İslam toplumu Cemel, Sıffin, Nehrevan gibi iç çatışmaları yaşadı. Bu çatışmalarda on binlerce Müslüman oldu. Müslümanlar aşağıdan gelen fitne ile yukarıdan gelen otorite arasında tercihle yüz yüze kaldılar. Bu seçimde fitneye karşı otoriteyi tercih ettiler. Bu çözüm daha sonra gelen yıllar için referans oldu. Böylece çıkacak fitneye karşı düzeni ve güvenliği sağlayan otorite meşru görüldü.
Tarihçi Ahmet Yaşar Ocak da, Kemalizm ile halk arasındaki güvensizlik konusun da açıklayıcı bilgiler veriyor: "Cumhuriyet'in laiklik anlayışı, Fransız eksikliğinden mülhem olduğu için İslam’ın kamusal alanın dışına çıkarılması, etkili yönetici elit ile halk arasında bir güvensizlik ortamının, hatta belli bir karşılıklı tepkisel refleksin doğmasına yol açtı. İşte İslam’ın Türkiye’de problem oluşu böyle başladı ve gelişerek bu ümide taşındı. Hala da sürüyor. Bugün katı laik çevrelerde İslam sözü, onun değerlerini yansıtan kelime ve kavramlar büyük antipati ve korku yaratıyor.” (Ahmet Yaşar Ocak, Benden Sual Ederseniz, Timaş yayınları.)
(SON)
HOCAM ŞEYHO DUMAN-CELAL SANCAR
06.12.2024
HTŞ’ye Humus yolu açıldı
06.12.2024
Hocam Şeyho Duman|Talip Özçelik
09.12.2024
ALİYA’DA HUKUK VE DÜZEN / Muharrem BALCI
11.11.2024
Hamza ER'le Derkenar..
11.11.2024
Taassup | Ümit Aktaş
12.11.2024
Yemen’den İsrailli kimya devine büyük darbe
15.11.2024
Ecel ve Ölüm SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 05.12.2024
CUMAYA GİTTİM GELECEĞİM ESRA DURU 06.12.2024
Suriye'de Neler Oluyor? YUSUF YAVUZYILMAZ 08.12.2024
Ecel ve Ölüm SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 05.12.2024
ÇAĞDAŞ HAÇLI SAVAŞLARININ YÖNTEMLERİ AYTEN DURMUŞ 13.11.2024
KUR’AN’A GÖRE HZ. PEYGAMBER YUSUF YAVUZYILMAZ 17.11.2024