Yazarımız Süleyman Arslantaş ile İslam Düşüncesi Sitesi "İslamcılık"üzerine söyleşi gerçekleştirdi.
Arslantaş ile yapılan söyleşiyi dikkatinize sunuyoruz:
İslami hareketin tanımı nedir? İslami hareket ve İslamcılık arasında nasıl bir ilişki vardır? İslami hareketler bugünün dünyasını yeterli düzeyde okuyabiliyorlar mı? İslam Düşüncesi sitesi olarak daha bir çok soruyu, "İslami Hareket" dosyasında Süleyman Arslantaş'a sorduk.
1. İslami Hareket'in size göre tanımı nedir?
Her ne kadar ‘İslâmi Hareket’ kavramı; İslâm’ın öngördüğü hedeflere yine İslâm’ın meşru kabul ettiği metodlarla hedefe ulaşmak için harcanan bireysel ve örgütsel gayretler, çalışmalar olarak tarif edilse de aslında hareket ya da harekat kavramları stratejik ve militarist içerikli kavramlardır. O nedenle İslâmi irşad ve tebliğ odaklı ortaya konulan çalışma ve örgütlenmelere ‘İslâmi Hareket’ ya da ‘İslâmi harekât’ denilmesinin makûl olmadığını düşünenlerdenim. Meselâ Hamas ve İslâmi Cihad yapılanmalarına ‘İslâmi Hareket’ diyebilirsiniz. Zira bu iki örgüt ya da yapılanmanın İslâm dışı güçlere karşı stratejik hedefleri vardır. Lâkin İhvan ve Cemaat-i İslâmi için ‘İslâmi Hareket’ denilemez. Zira her ikisinin de stratejik bir hedeflerinin olmadığı daha çok İslâmi irşad ve tebliğ gayretleri olduğu ve gayretlerinin de ıslâhatcı bir boyutta olduğu bilinmektedir
2. İslami Hareket ve İslamcılık arasında nasıl bir ilişki vardır?
’İslâmi Hareket’in tarifini yukarıda vermeye çalıştım, İslâmcılık konusuna gelince evet, her ne kadar 19.yüzyılın ortalarından itibaren bu konu gündemde olsa da bu cereyan zaman zaman hararetlenmiş, zaman zaman da harareti azalan bir cereyandır. İslâmcılığın en genelde tepkisel hatta konjonktürel olduğunu söylemekte bir beis görmüyorum. Şöyle ki Osmanlı’da 1840’ların sonlarına doğru başlayan ve ‘Şer’i kanunlar günümüz ihtiyaçlarına cevap veremez’ söylem ve eylemlerine karşı ilk İslâmi hareketlenmenin olduğu bilinmektedir. Keza bu bağlamda Ahmet Cevdet Paşa’nın başında bulunduğu ‘Mecelle’ çalışmalarına ‘İslâmcılık’ akımının ilk örneği denilebilinir. 20.yüzyılın başlarından itibaren ete-kemiğe bürünen ve genelde ‘İslâmcılık’ akımına örnek gösterilen; ”Urvetü-l Vuska, Menar, Sebilurreşad” çalışmaları aynı zamanda birer ‘İslâmi Hareket’ sıfatına da sahiptiler. Zira ismi geçen akım ve çalışmaların en genelde hedef kitlesi Batı öykünmecisi, Osmanlı aleyhtarı akıma karşı İslâmi manada ilmi ve stratejik bir hamle niteliğindeydi. Bu nedenle ‘İslâmi Hareket’ ile’İslâmcılık’ ‘arasında bir yakınlığın-akrabalığın olduğunu söyleyebiliriz.
3. İslami Hareketlerin temel ilkeleri nelerdir? Bu ilkelerin hayata geçirilmesinde kabul görmüş yaygın yöntemler hangileridir? Bu temel ilkelerden ilkesel bir savrulma görüyor musunuz?
’İslâmi Hareket’in temel ilkelerinin başında inanç ve hedef birlikteliği olmalıdır. ’İslâmi Hareket’ bu birlikteliğin ikame ve devamı için stratejik bir plan-program ortaya koymalıdır. Ama genel seyir itibariyle görülüyor ki; ’İslâmi Hareket’ anlayış ve statejisi ile ‘İslâmi tecdid’ anlayışı birbirine karıştırılmaktadır. Oysa,’İslâmi Hareket’ kavramı stratejik bir mahiyet arz ederken,TECDİD kavramı dini anlayış, inanç ve yaşamanın dinin temel kaynaklarına dayanarak ihyasını öngörmektedir. Şayet ’İslâmi Hareket’ kavramının açılımında mutabık isek bunun yöntem ve metodu noktasında da Hz.Resul’ün (as) stratejik ve siyasi sünnetine bakmamız gerekir ki bu sünnet üç safhadan oluşur. a) Kadrolaşma b) Kamuoyu oluşturma c) Devletleşme. Tüm bu safhaların içeriği, uygulama biçimi Kur’an ve Sünnetle sabittir. Bu konuda merhum Prof.Dr.Ahmet Önkal hocamızın “Resulullah’ın İslâma Davet Metodu” kitabı dikkatle okunması gereken bir kitaptır.
4. Dünden bugüne İslami hareketlerde (düşünsel, fıkhı ve pratik zeminde) bir değişim gözlemliyor musunuz? İslami hareketlerde düşünsel bir kriz görüyor musunuz?
İslâmi kavramların alt-üst olduğu bir zamanda aziz İslâm’ın düşünce ve pratiğine yönelik anlayış ve uygulamalarda fevkalâde yanlışların, İslâm dışı anlayışların cari olduğunu esefle görmekteyiz. Bir örnek; ”Onlara yeryüzünde bir iktidar verdiğimizde, onlar iyiliği emreder, kötülükten nehyederler…”(Âl-i İmrân 110) Şimdi bu ayetin günümüzdeki anlama ve uygulamalarına bakmamız yeter sanıyorum. Diğer yandan Allah’ın zikrinin hayatın bütün şubelerini kuşattığı bir dinde zikri sadece tesbih tanelerine indirgeyen, sadece lâfzi zikirle yetinilen bir zamanda hangi düşünsel ve hatta inanç krizinden bahsedeceğiz bilemiyorum!
5. İslami Hareketleri tarikat, STK vb. yapılardan ayıran özellikler nelerdir? İslami hareketlerin STK’lar üzerinden yapılanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu bağlamda amaç-araç ilişkisinin sağlıklı bir zeminde ilerlediğini düşünüyor musunuz?
Tarikatler genelde hiyerarşik bir yapıya sahiptirler. Doğuşları itibarı ile her ne kadar Kur’an’i manada; zikir, şükür, tevekkül, teheccüd, tefekkür, uzlet gibi Kur’an içerikli kavramlarla kalbi boyutun ihyası için çalıştıklarını ifade etseler de dünün tasavvuf ve onun alt birimleri olan tarikatlerin dünü ve bugünü oldukça farklıdır. Başlangıç itibariyle Ashab-ı Suffa’ya kadar götüreceğimiz tasavvuf anlayışı ve onun pratiğe yansıması olan tarikatler dün, uygulanan sistemin ekonomik, bürokratik ve siyasi yapılanmalarından azade yalnızca Allah’ın zikri ile kalbi boyutlarını ihyaya çalışan ve bunun yanı sıra da yönetenler ve yönetilenleri Allah rızası için irşad eden, uyaran sofilerin yerini bugün ise istisnaları ayrı tutarak ifade etmek gerekirse tarikat A.Ş’ler ve tarikat baronları almıştır.
STK’lara gelince STK’lar genel olarak ideolojik ve dini bir içerik arz etmekten ziyade bağımsız çalışmalar sergileyen, resmi kurumların dışında ve onlara mesafeli olan, hukuki, sosyal, çevresel ve kültürel faaliyetler sürdüren kuruluşlardır. ’İslâmi Hareket’, tarikat ve STK’ların yer yer hizmet anlayış ve uygulamaları birbirine benzese de bu üç kavram da ilgi alanları ve mahiyetleri itibariyle farklı kavramlardır.
6. İslami Hareketler İslam Düşünce dünyasına ne tür katkılarda bulunmaktadır? Yaşadığımız çağa hitap edecek özgün bir düşünce üretebilmişler midir?
’İslâmi Hareket’ ya da hareketler elbette özlerine sadık kalmaları kaydı ile İslâmi Düşünce dünyasına katkıda bulunmuşlardır ve bulunmaktadırlar. Şayet kendilerini İslâm’a hizmet odaklı gören yapı ve yapılanmalar “ben merkezli” olmaktan çıkarak “biz merkezli” olmaları halinde İslâm Düşünce dünyasına daha önemli katkıda bulunabilirler. Örnek vermek gerekirse Cezayir’de FİS siyasi hareketi ve yine Tunus’ta NAHDA hareketi, Sudan’daki Hasan Turabi’nin başlattığı açılım önemli gelişmelerdi. Bahse konu olan bu üç hareket ya da yaklaşımın yanlış izdüşümleri de oldu.Zira üç harekette de Batı taklitçiliği ve demokrasi tutkuları öne çıkıyordu. Özellikle Gannuşi uzun yıllar Batı’da sürgünde yaşamanın etkisi ile olsa gerek Tunus’ta da demokratik yollarla İslâm’a, toplumuna hizmet edeceğini sanıyordu. Müslüman aydın, siyasetçi ve aktivistler şunu akıllarından çıkartmamalıdırlar. Batı ve onların yerli işbirlikçileri, Allah’a ortak koşmadan onlara iktidar şansı vermezler! Amerika’yı yeniden keşfetmenin alemi yok. Biz Müslümanlar gerek ‘İslâmi Hareket’ ve gerekse İslâmi siyaset ve uygulamalarda Allah Resulü’nün (as) stratejik ve siyasi sünnetini takip ve uygulamadan sorumluyuz.
7. İslami Hareketlerin toplumsal hayatı ve yönetimleri etkileme gücü hangi boyutlardadır?
Kimse kusura bakmasın elbette istisnaları ayrı tutarak ifade etmek gerekirse günümüzde ‘İslâmi Hareket’ olarak nitelendirilen ve aslında yanlış anlamlar yüklenen bu kavram ve bunun gereklerini yerine getiren-getirmeye çalışan eylem ve hareketlerin faydadan çok zarar verdiğini düşünenlerdenim. Şimdilik de olsa bu kavramın yerine TECDİD ,mensuplarına da MÜCEDDİD dense daha isabetli olur kanaatindeyim. Unutmayalım, İslâm dışı güçler öncelikle biz Müslümanların kavramlarını alt-üst ederler. Bizlere düşen görev ise yeniden kavramlarımıza sahip çıkmaktır.
8. İslami Hareketlerin öteki ile kurduğu ilişki biçimi ve beraber yaşama anlayışı nasıl bir mahiyete sahiptir?
İslâmi Hareketler çoğu zaman kendilerini özne olarak görürler. Ümmetin bir parçası olmayı içselleştiremezler. O nedenledir ki çoğu ‘İslâmi Hareket’ mensuplarında üstencilik hakim konumdadır. Oysa ‘Tevhitte Vahdet’ ne kadar önemli ise ümmetin vahdeti de o kadar önemlidir. Âl-i İmrân sûresi 103.Ayette: ”Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin…” buyurulmaktadır. Bu ve benzeri ayetler, ümmetin vahdetinin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Ama buna rağmen birçok İslâmi yapılanma mensupları kendilerini özne olarak görmeye devam etmektedirler.
9. İslami hareketler bugünün dünyasını yeterli düzeyde okuyabiliyorlar mı? Bu konuda İslami hareketlerin kaçırdıkları ve yanıldıkları temel durumlar nelerdir?
Günümüzde adına ‘İslâmi Hareket’ denilen yapılanmaların genel olarak dünyada olup-bitenleri okumakta başarılı olduklarını söyleyemeyiz. Bunun da arkasında yatan esas neden ise İslam’ın öngördüğü iki temel bilgiden yoksun olmalarıdır. İslâm, hem dinin bilinmesini hem de dinin tatbik sahası olan dünyanın bilinmesini emreder. İslâm’ın bilinmesinde esas Allah’ın Kitabı ve o Kitabın pratisyeni olan Allah Resulü’nün(as) sünnetinin bilinmesidir. Ama günümüz özel ve tüzel kişilikleri bu iki temel esasın yerine kendi görüş ve uygulamalarını dayatmaktadırlar. İşte bu anlayış dine dayalı bir anlayış değildir.
Dünyanın bilinmesi hususunda ise İslâm dışı seküler, lâik söylem ve uygulama sahiplerini tanımalıyız ve fakat onların reçetelerine itimat etmemeliyiz. Bir örnek vermek gerekirse soğuk savaş sonrası emperyal güç odaklarını İslâm korkusu sarmıştı. Onlar İslâm’ı alternatif olmaktan uzak tutmak için çareler arayışına girmişlerdi. İşte bu çarelerden birisi de “İslâmi iktidarları önlemek için Müslümanları iktidara getirmek gerekir” tezi idi. Maalesef İslâm dünyası bu tezi yuttu.. İslâm dünyası ve Müslümanlar dünyanın siyasi, ekonomik ve kültürel yapılarını bilmeli ama onların siyasi, ekonomik, kültürel ve ideolojik değerlerine meyletmemelidirler
10. İslami Hareketler ve Aksa Tufanı arasındaki ilişki hakkında neler söylemek istersiniz?
Günümüz İslâmi Hareketler bağlamında özellikle iki hareketten söz edebiliriz. Birincisi Hamas, ikincisi ise İslâmi Cihad hareketleridir. Zira her ikisi de ’İslâmi Hareket’ sıfatını hak etmektedirler. Günümüzde bu iki hareketin dışındakiler teorik düzeyde bir takım faaliyet ve çaba gösterseler de pratikte sahaya yansıyan ciddi bir katkılarının olduğunu düşünmüyorum. Özelde Aksa Tufanı; aslında 1948’den bu yana devam eden birinci intifada (1987) ve ikinci intifada(2000) ile soylu bir direniş ve tez ortaya koyan İslâmi mücadelenin devamı ve sembolleşmiş şeklidir. Gerek Şeyh Ahmed Yasin ve gerekse İslâmi Cihad’ın kurucu lideri Dr.Fethi Şikaki ve arkadaşları tecezziye tevessül etmeden inkilâbi bir çizgide emrolundukları gibi bir mücadele ortaya koydular ve mücadeleye devam etmektedirler. Bunların dışındaki yapılanmalar ise siyasi ve yönetimsel olarak ıslâhatcı bir çizgide yollarına devam etmektedirler. Merhum ve şehid Seyyid Kutub bu konuda şöyle der: ”İslâm’ın egemen olmadığı yerlerde Müslümanlar ıslâhatcı bir yöntemi değil, inkilâbi bir yöntemi tercih etmelidirler.”
Kaynak: islamdusuncesi.org.tr
HOCAM ŞEYHO DUMAN-CELAL SANCAR
06.12.2024
HTŞ’ye Humus yolu açıldı
06.12.2024
Hocam Şeyho Duman|Talip Özçelik
09.12.2024
ALİYA’DA HUKUK VE DÜZEN / Muharrem BALCI
11.11.2024
Hamza ER'le Derkenar..
11.11.2024
Taassup | Ümit Aktaş
12.11.2024
Yemen’den İsrailli kimya devine büyük darbe
15.11.2024
Ecel ve Ölüm SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 05.12.2024
CUMAYA GİTTİM GELECEĞİM ESRA DURU 06.12.2024
Suriye'de Neler Oluyor? YUSUF YAVUZYILMAZ 08.12.2024
Ecel ve Ölüm SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 05.12.2024
ÇAĞDAŞ HAÇLI SAVAŞLARININ YÖNTEMLERİ AYTEN DURMUŞ 13.11.2024
KUR’AN’A GÖRE HZ. PEYGAMBER YUSUF YAVUZYILMAZ 17.11.2024