Modern-Ulus Devletlerin; uluslararası alandaki çıkarlarını, antlaşmalardan doğan menfaatlerini ve değişik tehditlere karşı kendi varlığını koruması ihtiyacını ifade eden ‘Milli Güvenlik Siyaset Belgeleri’ hazırlanırken, istihbarat teşkilatlarının hazırladığı raporların belirleyici olduğunu söylemek mümkündür. Ulus devletler bekalarını sağlanmak açısından bazı özel teşkilatlara ihtiyaç duymuşlar, kısaca derin devletlerini kurmuşlardır. Günümüzde siyaset uzmanları arasında yaygın olan; “politik bir hedefe ulaşmak için şiddete başvurmaya ve masûm insanların canlarına ve mallarına tecavüz etmeye terör, bu fiili işleyenlere terörist denilir’ tarifinin fazla bir önemi kalmamıştır. BM Teşkilatı Güvenlik Konseyi’nin aldığı kararları veto etme hakkı bulunan emperyalist devletlerin; (özellikle de ABD’nin) yeryüzünde terörün yayılması için bütün imkânlarını seferber ettiklerini söylemek mümkündür
Günümüzde yaşanan terör hadiseleri ile son bir asırdır bütün dünyanın gündemini belirleyen satanist kültürü birbirinden ayırmak kolay değildir. Yirminci yüzyılın ilk yıllarından itibaren komünist, liberal, muhafazakâr, sosyal demokrat ve sosyalist ideolojileri savunan devlet adamları, son tahlilde satanizmin temel hedeflerine hizmet için birbirleriyle yarışmaya başlamışlardır. Bütün dinlerin hükümlerini tebdil ve tağyir eden satanizm, insanoğlunun hevâsını ilâh edinmesini ön plâna çıkarmıştır. Batı’da ruhban sınıfının (kilisenin) iktidarını reddeden filozoflar, rölativizm (izafiyet) teorisini geliştirmişlerdir. Bu felsefi ekolün iddiası, genel hatları ile şudur: “Bütün bilgiler, insanoğlunun şahsi kanaatlerine ve duygularına göre bir mahiyeti ifade edebilir. Fakat her bilgi, izafi bir değerdir. Mutlak hakikat söz konusu değildir.” Bu felsefi tercihi esas alan satanist politikacılar; bilginin izafiliğinin yanında, siyasetin, hukukun, dinin ve ahlâkın da izafi olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Modern politik-ideolojik kültür; hakikate değil, şartlara göre gerçek olması muhtemel olan değerlere ve ilkelere dayanan pragmatik bir kültürdür. Pragmatizme göre düşüncenin, duygunun ve her türlü bilginin kaynağı; insanın kendini koruyabilmesi, geliştirebilmesi ve hayattan zevk alabilmesi için yaptığı faaliyetlerle sınırlıdır. Dolayısıyla bilginin değeri mutlak değil, izafidir. Bu felsefi ekolün önde gelen sözcülerine göre, “insanoğlu pratik hayatta kendisine faydası olan şeyleri hakikat olarak nitelendirmiştir. Hâlbuki hakikat yoktur, hakikat zannedilen şeyler vardır. İnsanoğlu, bugün elde edebildiği menfaatleriyle yetinmek ve bir gün sonra, dünün hakikatlerine batıldır demeye hazırlıklı olmak zorundadır.”
Modern-Ulus Devletlerin; uluslararası alandaki çıkarlarını, antlaşmalardan doğan menfaatlerini ve değişik tehditlere karşı kendi varlığını koruması ihtiyacını ifade eden ‘Milli Güvenlik Siyaset Belgeleri’ hazırlanırken, istihbarat teşkilatlarının hazırladığı raporların belirleyici olduğunu söylemek mümkündür. Ulus devletler bekalarını sağlanmak açısından bazı özel teşkilatlara ihtiyaç duymuşlar, kısaca derin devletlerini kurmuşlardır. Meselâ: ABD Derin Devleti’nin (Office of Net Assessment) uzmanları tarafından hazırlanan ‘2022 Yılı Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi'nde «uluslararası düzeni çıkarlarımız ve liberal değerlerimiz doğrultusunda yeniden şekillendirmeliyiz» ifadesine yer verilmiştir. “Son 20 yılda ABD’nin dış politikası, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’dan kaynaklanan tehditlere yoğunlaşmıştır. Sürdürülebilir sonuçlar elde etmek için askeri güç kullanmaya ve rejim değişikliğine varan askeri darbelere (politikalara) başvurduk.” 12 Ekim 2022 tarihli belgenin girişinde hedefleri, “ABD’yi jeopolitik rakiplerini geride bırakacak şekilde yeniden konumlandırmak” şeklinde özetlenmiştir. İki düşman olanak nitelendiren Çin’in ve Rusya’nın nasıl zaafa uğratılacağı üzerinde hassaten durulmuştur. Bu tespitten sonra istihbarat diplomasi üzerinde kısaca duralım.
İstihbarat Diplomasisi
İstihbarat teşkilatları, görevleri gereği ulusal güvenlikle ilgili konularda daimi tehdit algılarını izleme, bilgi toplama ve analiz süreçleriyle ilgili diğer kurumlardan daha fazla bilgiye sahip oldukları malûmdur. Dolayısıyla düşman ülkelerin niyetlerinin ne olduğu ve mevcut siyasi karar alıcıların gerek iç gerekse dış politikada hangi hususlarda hassasiyet gösterdikleri bu teşkilatların doğrudan ilgi alanına girmektedir. Bu çerçevede hasımların siyasi liderlik yapılarını, karar alma şekillerini ve düşmanların psikolojik durumlarını takip etmek, istihbaratın olağan görevleri arasındadır. Siyaset uzmanları, bu faaliyetleri ‘istihbarat diplomasisi’ terimiyle ifade etmektedir. Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın “istihbarat diplomasisi alanındaki başarılarımız sayesinde, diğer çalışmalarımızı da daha güçlü ve kararlı şekilde yürütebiliyoruz” diyerek, istihbarat diplomasisinin önemini ortaya koymaktadır. Geçtiğimiz ay Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Joe Biden; Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in “Ukrayna’da nükleer silah kullanabileceğini ve bu konuda blöf yapmadığını” açıklamasından sonra, dünyanın “Armageddon’un” eşiğinde olduğunu ifade etmiştir.
Son yıllarda neredeyse unutulmuş olan nükleer savaş ihtimali 21. yüzyılın ilk çeyreğinde geçmişin hayaleti olmaktan çıkmış ve günümüzün realitesi haline dönüşmüştür. Dünyanın en büyük nükleer silah stokuna sahip ülkesi Rusya ile nükleer silahı tarihte ilk kez kullanan ABD’nin, nükleer silah kullanım ihtimali üzerinde oynadıkları siyaset, emsali görülmemiş bir tehlikeyi ön plâna çıkarmıştır. Ukrayna Savaşı’nın başından bu yana gerek savaşan taraflar gerekse de savaşın dolaylı tarafları arasında dengeleyici bir diplomasi yürütmeyi başaran Türkiye’den gelen bir haber Armageddon’un önlenmesi anlamında uluslararası medyanın gündemine düşmüştür. Türkiye Cumhuriyeti İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Reuters’e verdiği demeçte, Amerikan Merkezi Haber Alma Teşkilatı (CIA) Başkanı Bill Burns ve Rusya Dış İstihbarat Servisi Başkanı Sergey Narişkin’in 14 Kasım’da MİT’in ev sahipliğinde Ankara’da bir araya geldiklerini ifade etmiştir. Türkiye’nin bu görüşmeyle küresel barışa sunduğu katkıya değinen İletişim Başkanı Fahrettin Altun toplantıda “nükleer silahların kullanımı başta olmak üzere uluslararası güvenliğe yönelik tehditlerin ele alındığını” belirtmiştir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ifadesiyle MİT’in üstlenmiş olduğu rol “insani trajedilerin önüne geçilmesine ve istikrar ortamının devamına katkı” sağlamakla ilgilidir.
Pençe-Kılıç Harekâtı
Günümüzde siyaset uzmanları arasında yaygın olan; “politik bir hedefe ulaşmak için şiddete başvurmaya ve masûm insanların canlarına ve mallarına tecavüz etmeye terör, bu fiili işleyenlere terörist denilir’ tarifinin fazla bir önemi kalmamıştır. BM Teşkilatı Güvenlik Konseyi’nin aldığı kararları veto etme hakkı bulunan emperyalist devletlerin; (özellikle de ABD’nin) yeryüzünde terörün yayılması için bütün imkânlarını seferber ettiklerini söylemek mümkündür. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, terör örgütü PKK/PYD/YPG’nin İstiklal Caddesi’ndeki bombalı saldırısından sonra şu açıklamayı yapmıştır: “Olayın nasıl koordine edildiğini biliyoruz. Bize verilen mesajın ne olduğunu biliyoruz. ABD Büyükelçiliği’nin taziye dilemesini kabul etmiyoruz. Bu anlayışla, kendi bütçesinden para gönderen anlayışla müttefikliğimiz olamaz... Nasıl ve ne şekilde koordine edildiğini bildiğimiz bir terör yapısıyla karşı karşıyayız. PKK’ya kim iç istihbarat sağlamaya çalışıyorsa fail odur. Piyonları tartışmanın bir âlemi yok. Bu aldığımız mesaja çok güçlü mesaj veririz.”
Bu açıklamadan bir hafta sonra Türk Silahlı Kuvvetleri, “Pençe Kılıç Harekâtı” ile hiç beklenmedik şekilde hem Suriye’nin hem de Irak’ın kuzeyindeki terör hedeflerine operasyon düzenlemiştir. Görünürde hedef PKK/PYD/YPG idi, fakat mesaj terör örgütünü destekleyen Amerika Birleşik Devletleri’ne verildi. Terör örgütünün Kamışlı’daki kampları, eğitim alanlarının yanında petrol rafinerilerinin vurulması bunun en açık delilidir. Nihayet, ABD’nin de mesajı aldığı görülmüştür. Zira, PKK/YPG’nin destekçisi ve müttefiki ABD, sadece hava harekâtı değil karadan da operasyonun yapılacağı endişesini yaşamaya başlamıştır. Türkiye’nin uluslararası hukuktan doğan kendi güvenliği için terörle mücadeleden vazgeçmeyeceğini her fırsatta ifade ettiği malûmdur. Nitekim, Cumhurbaşkanı Erdoğan, hava harekâtından sonra, kara harekâtında hedefteki üç bölgenin Ayn el Arap, Tel Rifat ve Münbiç olduğunu açıklamıştır. Bu noktada bazı inceliklere işaret etmekte fayda vardır. Türkiye’de satanist solun PKK terör örgütünün safında/sempetizan düzeyinde yer aldığını söylemek mümkündür Geçtiğimiz ay Türk Tabipler Birliği Başkanı’nın Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı kullandığı suçlayıcı ifadelerin ardından meydana gelen gelişmeler Türkiye’de terörle mücadelenin anlaşılması için teknik bir tartışmayı da zaruri hale getirmiştir. Terörle mücadelenin prensip olarak tehdit değerlendirilmesi çevresinde geliştiğini söylemek mümkündür. Tehdit değerlendirmesi de bir örgütün organik yapısının analiz edilmesiyle başlar. Kabaca ifade etmek gerekirse, örgütün imkân ve kabiliyetlerinin tespit edildiği bir değerlendirme sürecinin sonunda örgütle nasıl mücadele edileceğine dair bir strateji belirlenir. O halde Türkiye’nin PKK ile mücadelesinin odak noktasını ve varsa paradigma değişimini anlamak için terör örgütünün organik yapısını anlamaya çalışmakta fayda vardır. Bir terör örgütünün organik yapısı genel olarak piramit şeklindedir. Piramit yapıya göre en üste olacak lider kadro, altında aktif silahlı kadro, onun altında yeraltı ve yardımcı unsurlar ve en altta pasif destekçi gruplar yer alır. Piramit yapı örgüt içindeki işlev katmanlarını, radikalleşme boyutlarını ve katmanlar arasındaki işlev hiyerarşisini ortaya koyması bakımından önemlidir. Bu bakımdan örgütün siyasi ve askeri programının belirlendiği ve yürütüldüğü lider kadro aynı zamanda örgütün ideolojik kimliğini de üstlenen bir konumdadır. PKK açısından bakıldığından KCK Yürütme Konseyinin PKK, PYD, PJAK ve PÇDK üzerinde ideolojik, siyasi ve askeri bir hükmü olduğu ifade edilebilir. Aktif silahlı kadrolar ise örgütün silahlı programını yürüten silahlı eylemlerin sorumluluk alanlarına göre teşkilatlanan operatif ve taktik unsurlardan, silahlı ve teçhizatlı teröristlerden meydana gelen, örgüt yapısının ana gövdesini oluşturan gruptur. PKK için değerlendirildiğinde, HPG, YPG ve YRK aktif silahlı kadrolar olarak ifade edilebilir. Siyasi lider kadro ile stratejik seviyedeki silahlı lider kadronun sıkça sorumluluk rotasyonuna tabi oldukları görülür. Yeraltı teşkilatı ile yardımcı unsurlar, genellikle meskûn mahallerde yerel halk içine gizlenmiş ve örgütün suikast, sabotaj, kaçırma gibi eylemlerinin yanı sıra örgütün istihbarat ve lojistik ihtiyaçlarını karşılayan örtülü faaliyetleri yerine getirir. Öte yandan, kapsamlı şehir kalkışmalarında da açıktan rol üstlenirler. Yine PKK açısından değerlendirildiğinde, YDG-H, YPS ve buna benzer diğer unsurlar hendek-barikat terör sürecinin yanı sıra adam kaçırma, suikast, okul, kütüphane ve kamu binalarının kundaklanması, orman yangınları gibi birçok eylemle birlikte aktif silahlı dağ kadrolarının bir bölgeden başka bir bölgeye karayolu ile taşınması, silah ve mühimmat sevkiyatı ile gizli depoların işletilmesi, hedef analizlerin yapılması gibi silahlı kadroyu desteklemek için birçok faaliyeti gerçekleştirmişlerdir. Belediye çalışanları, okul öğretmenleri, sağlık çalışanları, esnaf, çiftçi ve öğrenci çevrelerinden birçok kişinin PKK’nın bu kadrolarında yer aldığı görülmüştür. Bir de piramidin en altında yer alan ancak örgüt kimliğini muğlaklaştıran pasif destekçi gruplar yer alır. Örgütle alakası herkesçe malum ancak örgütsel aidiyetini veya örgüte olan sempatisini yasal kimliğiyle gizlerken, örgütle olan dayanışmasını hukuki ve demokratik hakların açıklarından doğan istisnai alanlarda yürüten bir kitlededir pasif destekçiler. PKK açısından değerlendirildiğinde meslek örgütleri, dernekler, yerel medya kuruluşları, çeşitli siyasi partiler, bazı eğitim kurumları ve örgüt ideolojisiyle haşrolmuş kişilerin pasif destekçiler içine yer aldığı görülür.
Türkiye’nin PKK ile mücadelesi uzunca yıllar bu örgütün aktif silahlı kadrosuna odaklanarak yürütüldü. Hem insan hem maddi maliyet açısından yüklü bir bilançosu olan bu mücadele 2015 yılından itibaren önemli sonuçlar aldı ve örgütün silahlı kadrosunun kapasitesi hem yurt içindeki iç güvenlik harekâtlarıyla hem de yurtdışındaki müdahale edici ve önleyici askeri harekâtlarla önemli ölçüde eritildi. Suriye’deki YPG kapasitesinin konjonktürel bir süreçle hallolacağını not ederek devam edecek olursak, PKK (HPG)’nin Irak’taki aktif silahlı kadrosunun Pençe serisi harekâtlarla hayatta kalma sorunuyla karşı karşıya olduğunu söyleyebiliriz. Zap bölgesinde devam eden Pençe Kilit Harekâtı’nın başarısının PKK'nın Irak'taki silahlı kadroları tarafından bir yaşamsal eşik olarak görüldüğü örgütün liderleri ile elemanlarının çeşitli ifadelerinden de anlaşılmaktadır. Pençe Kilit Harekâtı’nın başarıyla sonuçlanması Irak Kuzeyindeki Gara, Hakurk güneyi ve Kandil, Asos çevrelerine derinleşecek askeri etki anlamı taşımaktadır. Bu bakımdan PKK’lı teröristler Pençe Kilit Harekâtı bölgesindeki TSK başarısını önlemek için Türkiye’de kendilerine teşne olan ve örgütün işlevsel teşkilat yapısının en altındaki pasif destekçi çevreleri harekete geçirerek bir enformasyon savaşına girmek eğilimindedir. PKK terör örgütü son birkaç aydır kendine müzahir ve Avrupa’dan yayın yapan medya kanalları aracılığıyla TSK unsurların teröristlerin saklandığı tünellere yönelik operasyonlarında kullandığı komposit patlayıcı maddeleri (TNT ve RDX karışımı) taktik nükleer bomba olarak sunmuş, bunu da sosyal medya kanalları vasıtasıyla dolaşıma sokmuştur. Ancak, birileri bu iddiaların saçma olduğunu PKK’ya ifade etmiş olmalı ki PKK terör örgütü bu iddialardan vazgeçip bu defa TSK unsurlarının temizlik için kullandığı boş çamaşır suyu kutusunu bir delil olarak göstererek TSK’nın tünel operasyonlarında kimyasal silah kullandığı iddiasında bulunmuştur. Türkiye'de solun PKK sempatizanlığıyla test edildiği şu günlerde, ülkenin PKK'ya karşı vereceği enformasyon mücadelesinde samimi ve pragmatizmden uzak bir entelektüel cepheye ihtiyaç vardır.
Sahte İddialarla Irak’ın İşgali
21.03.2023
Çin-ABD: Güney Çin Denizi’nde Sular Isınıyor
23.03.2023
Nablus Kuşatma Altında..
28.02.2023
Asrın Felaketi | DR. MEHMET SILAY
27.02.2023
Deprem Sonrası | BAHATTİN YEŞİLOĞLU
26.02.2023
IRAK NOTLARI (VII) / Harun AYKAÇ
25.09.2020
bu temas çürütür sizi! MUSTAFA AKMEŞE 24.03.2023
Asalaklık: Her Dönemin Mesleği AYTEN DURMUŞ 23.03.2023
Çağın farkında ve yanında olmak VEDAT KAHYALAR 21.03.2023
Ak Parti'nin Zor Seçimi VEDAT KAHYALAR 25.03.2023
Ayların Sultanı Hoş Geldin AHMET SEMİH TORUN 24.03.2023
Arif Bey Darülacezede MUSTAFA ATILGAN 21.03.2023
Çanakkale’nin Düşündürdükleri ORHAN GÖKTAŞ 18.03.2023
Yalan! Billahi Yalan AHMET HAKAN ÇAKICI 03.03.2023