metrika yandex
  • $32.74
  • 34.87
  • GA19020

Haberler / Kültür - Sanat

Müteşabih Müslümanlar - Mehmet ALAGAŞ

07.05.2017

İnsan Dergisi Yayınları tarafından Çıkan Yazar Mehmed ALAGAŞ'ın kitabı MÜTEŞABİH MÜSLÜMANLAR yazarın kendine has üslup ve anlatımı ile okumaya değer..

Kur'an-ı Kerim'in ondört asırdır ümmet bilinciyle vahdete ve aydınlık bir küreselleşmeye davet ettiği müslümanlar, vahdet ve küreselleşmek bir yana farklı toplumlara, farklı mezheplere, farklı meşreplere bölünürken, şeytani davete icabet eden emperyalistler zulme dayalı dünya menfaatleri için biraraya gelmişler ve bu karanlık küreselleşmeyi gerçekleştirmişlerdir. Artık günümüz dünyasındaki birçok ülke farklı coğrafi sınırlara ve farklı bayraklara sahip gözükmesine rağmen bütün bu ülkeler küresel emperyalizmin bir uydusu, bir eyaleti durumundadır. Bu acı gerçekliğin farkında olan müslümanlar, günümüz dünyasında küresel bir gölge altında kalan yöresel veya ülkesel hedeflerin anlamsızlığını da farkeden müslümanlardır.

Bilinmelidir ki küreselleşen böyle bir dünyada,

yüzlerce nedenle binlerce parçaya bölünmüş dünya müslümanlarının bölgesel sorunlarını konuşmamızın, genele yansıyan olumsuzlukları tartışmamızın pratik sonuç itibariyle hiçbir faydası olmayacaktır. Bu konuşma ve tartışmalarda doğru cevaplar bulunsa bile genel düzlemde tatbik edilemeyecek, bu sorunları heyecanla tartışan müslümanlar doğru ve yanlış görüşler arasında yeni fikirsel ayrılıklara düşeceklerdir. Parçaları bir araya getirilmemiş, motor gücüne henüz kavuşmamış dağınık araba parçaları ile nereye gitmemiz gerektiğini niye tartışalım ki? Dolayısıyle üzerinde durulması gereken en önemli ve en acil sorun, dünya müslümanlarının vahdetten uzak bir anlayışta, vahdetten uzak bir konumda bulunmalarıdır. Nitekim dünya gündemine yansıyan olaylar karşısında kendimizi güçsüz ve çaresiz hissetmemizin öncelikli nedeni de budur.


Birçok kitab çalışmamızda defalarca belirttiğimiz gibi binlerce yıllık insanlık tarihinde "göz önünde bulundurulduğunda" dendiğinde cümle daha iyi durmuyor mu? şeytan aynı şeytan, kafirler aynı kafir, müşrikler aynı müşrik olmasına rağmen müslümanlar aynı müslüman değildir günümüzde!. Daha açık bir ifadeyle müslümanlardan veya müslümanım diyenlerden başka özünde hiç kimse değişmedi ve hiç kimse değişmiyor bu alemde!. Mesela Asr-ı saadet dönemindeki müslümanların ortak bir tanımı, ortak bir kimliği vardı. Bir insan için "Allah ve Resulüne iman etti, müslüman oldu" denildiğinde, o insanın neleri terkedip nelere yöneldiği ve nasıl bir kimliğe sahip çıktığı müslümanların da ötesinde müşrikler ve kafirler tarafından bile bilinen gerçeklerdi.

Fakat günümüz dünyasındaki milyarlarca insan "Ben müslümanım" dediği zaman, bu güzel söz ne yazık ki ortak bir kimliği, ortak bir kişiliği, ortak bir yolu ve yoldaşlığı, dünyaya ve içindekilere karşı ortak bir yaklaşımı kastetmiyor. Çünkü Kur'an-ı Kerim'deki karşılığı çok açık ve anlaşılır olan bu güzel sözün, günümüz yaşantısındaki karşılığı çok muğlak ve değişkendir. Dolayısıyle günümüz dünyasındaki pratik karşılığı muğlak ve değişken olan bu güzel söz yeterli görülmemekte ve "Ben müslümanım" diyen bir kişiye, "Tamam müslümansın, müslümansın da ama söyle bakalım, hangi bahçenin(!) gülüsün" denilmektedir. Asr-ı saadet döneminde çok yadırganacak olan bu soru, günümüzde yaşanan realiteye göre hiç yadırganmayan bir sorudur!. Çünkü tevhidi bir bütünlükte olması gereken İslam coğrafyası parçalanmış ve ortalık birbirinden kesin hatlar ile ayrılmış dikenli bahçelerle dolmuştur.

"Yaşayan Sıffin" yazımızda da belirttiğimiz gibi geleneksel bir atalar dinini benimseyen dünya müslümanları, asr-ı saadet döneminden sonra birbirleriyle ihtilafa düşen atalarının yolunu izlemişler ve tarihi süreçte çok daha fazla yozlaşan bu atalar dinini, artan bir bağnazlıkla takip etmişlerdir!. Artık hak ve hakikatin ölçüsü, tarihi ihtilaflardaki yerinize göre belirlenmektedir!. Bir müslümanın Kur'an-ı Kerim'i öncelemesi ve kendisini Kur'an'a göre tanımlaması, günümüzdeki din anlayışına göre önemsiz ve yetersiz bir tanımlamadır. Çünkü önemli ve öncelikli olan, "Müslümanım" diyerek onlara göre muğlak bir ifade kullanan bu kimsenin "Şii misin? Sünni misin? Şii isen hangi şiilerden, sunni isen hangi sünnilerdensin? " sorularına vereceği cevaptır.

Bu gibi önemli sorular cevaplanmadan, hangi dinin hangi mezhebinden, hangi mezhebin hangi meşrebinden, hangi meşrebin hangi fırkasından, hangi fırkanın hangi grubundan, hangi grubun hangi kolundan olduğu bilinmeden sadece "Müslümanım" diyen kişinin kim olduğu nasıl anlaşılacaktır ki? Hak din açısından çok garip ve çok acaip olan böylesi sorularla "Ne yapılıyor, ne parçalanıyor?" diye soracak olursanız, hedef alınan kurbanı görmek için ilk sorunun ilk bölümüne verilen ortak cevabı dikkate alınız. Zaten bu soru silsilesinde verilen tek ortak cevap da "Hangi dinin hangi mezhebindensin?" sorusunun "Hangi din?" bölümüne verilen "İslam" cevabıdır. Nitekim bu ortak cevaptan sonra verilen her farklı cevapla İslam'ın bütünlüğüne bir balta vurulmakta, verilen her farklı cevapla İslam ümmeti parça parça olmaktadır.

Bazı temiz yürekli kardeşlerimiz "Peki çare nedir?" diyeceklerdir. Bu samimi kardeşlerimize cevap vermeden hüzün dolu bir tebessümde bulunacak ve Ümmet-i Muhammed'in genel durumunu göstererek "Acaba çare arayan var mı?" diyeceğiz. Çünkü ümmetin genel düzleminde herkes mezhebinden, meşrebinden, fırka veya grubundan memnun ve hoşnut bir şekilde yaşantısını sürdürmekte, cennete kavuşacağı günü hiç acele etmeden beklemektedir!. Her mezhebin, meşrebin veya fırkanın vahdetten anladığı yegane şey ise diğerlerinin kendilerine dahil olmalarıdır. Çünkü kendileri hak üzere oldukları için başka bir mezhebe veya meşrebe dahil olmaları şaşkınlık ve sapıklık anlamına gelecektir. Dolayısıyle vahdet isteyen dünya müslümanları bu isteklerinde samimi iseler taassubdan kurtulmalı ve onların mezhebine veya meşrebine hemen tabi olmalıdır.

Bizlere "Peki çare nedir?" diyen temiz yürekli kardeşlerimize son olarak bu genel tabloyu gösterdikten sonra "Böylesi müslümanlara çare ne çare?" diyoruz. Nitekim bu çok önemli meseleyi Kur'an'a göre değerlendirdiğimiz ve ayetlerle açıkladığımız

"Vahdete yedi adım" kitabımıza veya "Yaşayan Sıffin" çalışmamıza gösterilen sessiz ve tepkisiz ilgisizlik, ayetleri değil mezhep imamlarını veya meşreb önderlerini önceleyen kitlesel kalabalıklara, ayetlere dayalı çarelerin çare olmadığını göstermektedir.genel olarak doğru olsa da istisnai durumları belirtmek gerekmez mi? Nefsi zafiyetler ve mezhebi asabiyetler içinde kurtulma değil hafif çırpınma refleksi dahi gösteremeyen bu ümmete hüzünlü gözlerle bakarken gayriihtiyari Resulullah (s.a.v.)'i düşünüyoruz.


Onu çok özlediğimizi,

ona çok gerek duyduğumuzu hissediyoruz. Çünkü Resulullah (s.a.v.) Efendimiz çok karanlık gördüğümüz bu zaman diliminde aramızda olsa, Efendimize (s.a.v.)'e karşı kim farklı mezhep ve meşreb iddiasında bulunabilir ve kim böylesi iddialar ile kendisini müslümanlardan ayrı veya gayrı görebilirdi ki!. Elbetteki müslümanım diyen bütün insanlar mezhep ve meşreb iddialarını bir kenara bırakarak Efendimiz (s.a.v.)'in etrafında toplanacak, alemlere rahmet olarak gönderilen peygamberimizin Kur'ani emirleriyle ortak hareket edecek, güçsüz ve çaresiz gördüğümüz bu ümmette acizliğin zerresi bile kalmayacaktı.

"Hayali dünyaya bedel" bu güzel varsayımlara ne yazık ki fazla tutunamıyoruz. Çünkü Resulullah (s.a.v.) Efendimiz Musa (a.s.) gibi dönmek üzere Tur'a değil, dönmemek üzere Rahman'a gitmişti. Tabi ki şanı yüce Rabbimizin hikmet dolu bir takdiriydi bu. İçinde bulunduğumuz bu parçalanmışlıktan kurtulmanın yegane çaresi Resulullah (s.a.v.) veya yeni bir peygamber olsaydı elbetteki İlahi takdir böyle gelişmez, Rahman olan Rabbimiz Resulullah (s.a.v.)'i veya yeni bir peygamberi mutlaka gönderirdi. Ancak bunu gerekli görmeyen Rabbimiz, Resulullah (s.a.v.) Efendimiz bizzat aramızda olmasa da onun bizlere vereceği rahmetli emirlerinin tartışmasız kaynağı olan Kur'an-ı Kerim'i korumuş ve bir hidayet rehberi olan bu yüce Kitab'ı ilk günkü tazeliği ile bize ulaştırmıştır.

Peki,

İlahi takdirden anlaşılacağı üzere Rahman'ın bizler için yeterli gördüğü bu yüce lutuf bizlere, biz şaşkın ve gafillere yetmiyor mu? Bu Kitab'ı illa ki Resulullah (s.a.v.)'in açması, okuması ve anlatması mı gerekiyor? Böyle bir şeyi kesinlikle gerekli görmeyen Rabbimiz özenle koruduğu Kur'an-ı Kerim'in şifa, rahmet ve hidayet için yeterli olduğunu beyan ettiğine göre peygamber varisi olduğunu söyleyen, peygamberin bizatihi olmadığı zaman ve mekanda müslümanlara vahdet çizgisinde vaziyet etmesi beklenen alimler nerede? Her coğrafyadan yükselen ve "İşte ben o alimlerdenim" diyen binlerce haykırıştan neden ortak bir ses, ortak bir davet, ortak bir tavır yükselmiyor? Neden birileri oraya, birileri buraya, birileri şuraya davet ediyor?

Oysa söz ve konuşma düzleminde hepsi öncelikli kaynaklarının Kur'an olduğunu iddia ediyorlar. Bu iddialarında ne kadar samimi ve haklı olduklarını kanıtlamak için de bütün konuşmalarında ve yazılarında birçok ayet-i kerimeye yer veriyorlar. Nitekim mezhep ve meşreplerin mukallidleriyle değil muhakkik veya fikir önderleriyle konuştuğumuz zaman da hepsi yollarının Kurani olduğunu iddia edip, hepsinin yol ve yöntemlerine delil olarak bazı ayetler getirdiklerini görüyoruz. O halde bu tuhaf durumun sebebi ne? Kur'an-ı Kerim'i yeterince tanıyıp-anlamayan kimselerin söyledikleri "Kur'anda bazı ayetlerin farklı anlaşılması, müslümanları değişik yol ve tavırlara sevkediyor" iddiası doğru mu? Bu mezhepler, meşrepler ve müslümanların çok farklı adreslere dağılmaları gerçekten Kur'an'dan mı kaynaklanıyor?

Hayır,

elbetteki hayır. Rabbimizi tenzih ettiğimiz gibi Rabbimizin yüce kelamı olan Kur'an-ı Kerim'i de böylesi batıl iddialardan tenzih ederiz. Çünkü Kuran bütünlüğünde birbiriyle çelişecek, birbirini tekzip edecek, birbirinden farklı anlaşılıp müslümanları farklı yollara sevkedecek tek bir ayet bile yoktur. "Varsa bu ayetleri lütfen bize iletin, üzerinde birlikte konuşalım" diyerek şu an için gereksiz tartışmalara da girmeyeceğiz"girmeyi düşünmüyoruz" denebilir mi?. Çünkü "Onlar hala Kur'an'ı gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o Allah'tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok çelişkiler (uyumsuz-tutarsız şeyler) bulurlardı. (4-Nisa 82)" ayet-i kerimesinde beyan edildiği ve uzun yıllardır sürdürdüğümüz Kur'an çalışmalarında açıkça gördüğümüz gibi Kur'an-ı Kerim bütünlüğünde birbiriyle çelişen ve müslümanları farklı adreslere davet eden tek bir ayet dahi yoktur.

Dikkat ederseniz anlam ve içerik olarak "Birbiriyle çelişen ayet yoktur" ifadesi yerine "Kur'an-ı Kerim bütünlüğünde birbiriyle çelişen ayet yoktur" ifadesini kullanıyoruz. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de tek başına ele alındığı zaman anlam ve içerik itibariyle birbiriyle çelişkili gözükebilecek yüzlerce müteşabih ayet-i kerime vardır. İşte bu ayetler muhkem zannedilip, kişisel yorumlarla bu müteşabih ayetlerden muhkem anlamlar çıkarıldığı zaman ümmetin bu günkü paramparça durumuyla karşılaşıyoruz. Nitekim mezhep veya meşreplerini müdafa eden fikir önderlerinin ileri sürdükleri, yol ve yöntemlerindeki farklılıklara delil olarak gösterdikleri ayetler de, Kur'an bütünlüğünden koparılmış ve bireysel yorumlara maruz kalmış müteşabih ayetlerdir.
Müteşabih ayetler muhkem zannedilip, kişisel yorumlarla bu ayetlerden muhkem anlamlar çıkarılması elbetteki sapmanın ve sapıklığa yönelmenin ilk küçük adımıdır. Bu küçük adımdan sonra bazı muhkem ayetler, muhkem zannedilen müteşabih ayetlere göre te'vil edilmeye başlanmakta ve bu önemli mesele çok daha vahim, çok daha tehlikeli bir içerik kazanmaktadır. Çünkü muhkem ayetlerin müteşabihlere göre te'vil edilmeye başlanması demek, Kur'an-ı Kerim'in anası ve yüce dinimizin kemik yapısı olan muhkem ayetlerin zayıflatılması, İslam'ı ayakta ve müslümanları bir arada tutan muhkem anlamlarından uzaklaştırılması demektir.

Böylesi sapmaların acı neticesi ise ümmet coğrafyasında görüldüğü gibidir. Kur'an-ı Kerim bütünlüğünden koparılmış müteşabih ayetlerin peşine düşen müslümanlar, Kur'an-ı Kerim bütünlüğünde beyan edilen muhkem müslüman kimliğinden uzaklaşarak müteşabih kimliklerle"kimliklere" mi denmeliydi acaba? ya da nereye yöneldikleri mi eksik kalmış? yönelmekte ve istemeseler de birbirlerinden ayrı, birbirlerine muhalif ollmaktadırlar. Nitekim dünya müslümanlarının küçük bir kısmı itikatta muhkem amelde müteşabih iken büyük bir çoğunluğu ne yazık ki itikat ve amelde müteşabihtir. Kur'an'ı bir bütün olarak dikkate almadıkları için eksik ve parça kimliklerle yaşayan bu müslümanlar, müteşabih ayetler gibi bazı hususlarda birbirlerine benzeseler de İslami anlayışları, İslami yaşayışları ve olaylar karşısındaki İslami tavırları birbirinden farklıdır. Hiç istisnasız hepsi müslümanız demelerine ve kendilerini Kur'an'a nisbet etmelerine rağmen bunlar ne yazık ki muhkem Kitab'ın müteşabih müslümanlarıdır.
Sonuç olarak anladık,

çok iyi anladık ki bu bölünmeler ve parçalanmışlık ayetlere nisbet edildiğine göre müslümanlar olarak öncelikle Kitab'ımızı ve bu Kitab'ı meydana getiren ayetleri doğru tanımamız, muhkem ve müteşabih konusuna açıklık getirmemiz gerekecektir. Çünkü Kur'an-ı Kerim'deki muhkem ve müteşabih meselesi anlaşılmadığı sürece sağduyulu dünya müslümanları muhkem bir ortak kimliğe ve tamamlanmış bir kişiliğe ulaşamayacak, bazı konularda birbirine benzer fakat birbirinden ayrı müteşabih müslümanlar olarak yaşamaya devam edeceklerdir.

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş