“Almanya ve diğer Avrupa ülkelerindeki mülteci akışı karşısında tekrar alevlenen yabancı düşmanlığı konusunda endişeliyim. Başlangıçta, her iyimser mülteci gibi, ben de sosyal yalıtılma ile yüzleştim. Acı verici. Bu yüzden bugünün mültecilerinin acısını derinden hissediyorum. Onlarla birlikte acı çekiyorum.”
Hannah Arendt Menora dergisinde 1943’te yayımlanan makalesine “Biz Mülteciler” (We Refugees) başlığını koymuştu.[1] Arendt, metninde geleneksel mülteci kavramının ötesine geçer ve şöyle devam eder: “Mülteci dediğimiz kişi, gerçekleştirdiği bir fiil ya da sahip olduğu siyasi bir fikir sebebiyle ilticaya yönelmiştir. Bizim de iltica talebinde bulunmak zorunda kaldığımız doğru ancak biz bir eylemde bulunmadık ve çoğumuz hiçbir zaman radikal bir düşünce sahibi olmayı hayal etmedi. Bizimle birlikte ‘mülteci’ kavramının anlamı değişti. Şimdi ‘mülteci’, sebepsiz yere yeni bir ülkeye gelmek ve Mülteci Komiteleri’nden yardım almak zorunda kalacak kadar şanssız bizim gibileri tanımlıyor.”
(Byung-Chul HAN)
Hannah Arendt yazısının devamında kendini mülteci değil “yeni gelen” ya da “göçmen” diye tanımlayacaktır. Arendt burada tamamen yeni bir mülteci türünü hayal ediyordu. Mülteci yeni bir hayat beklentisi ile başka bir ülkeye giden kişidir. Arendt “iyimser mülteci” kavramını ise şöyle tarif ediyor: “Hatta aramızda daha iyimser olanlar, önceki yaşantılarının bilinçdışı bir sürgün gibi geçtiğini ve ancak şimdi yeni ülkelerinde bir yuvanın gerçekten nasıl bir şey olduğunu anladıklarını eklediler. Eski işimizi unutmamız söylendiğinde bazen itiraz ettiğimiz doğrudur ve sosyal standartlarımız söz konusuysa eski fikirlerimizi fırlatıp atmak zordur. Dil konusunda ise zorluk yaşamadık: Tek bir yıldan sonra iyimserler İngilizceyi anadilleri kadar iyi konuştuklarına ikna oldular; ikinci yıldan sonraysa ağırbaşlı bir şekilde İngilizceyi diğer dillerden daha iyi konuştuklarına dair yemin ettiler. Almancaları zorlukla hatırladıkları bir dildi.”
Almanya’ya Niçin İltica Ettim?[2]
Bu tür mülteci onu karamsarlığa itecek toplama kamplarına dair tüm referansları unutur. Hannah Arendt, daha asimilasyon toplumları kurulmamış iken, Fransa’ya daha yeni ulaşan bir vatandaşın sözlerini şöyle aktarıyor: “Almanya’da iyi Almanlar olduk ve bu yüzden Fransa’da iyi Fransızlar olmalıyız.” Arendt’e göre ideal göçmen, “her yeni kıyafetin onu arzu ettiği bel ölçüsüne kavuşturacağı vaadiyle memnun kalan topluca bir kadın gibidir.”
Hannah Arendt’in kavramlarıyla düşünecek olursak, ben iyimser bir mülteciydim. Kendi ülkemde yaşamamın mümkün olmadığı hayatı bana yaşatacak ülkede yaşamak istedim. Çevremin beklentileri ve geleneksel yapıları farklı, radikal olarak farklı bir şekilde yaşamama hatta düşünmeme izin vermeyecekti. O zamanlar 22 yaşındaydım. Kore’de metalürji okuduktan sonra Almanya’da felsefe, edebiyat ve teoloji okumak istedim.
Seul’de üniversitemin kampüsünde sık sık gökyüzüne baktım ve tüm hayatımı bu gökyüzünün altında bir metalürjist olarak geçirmeyi istemenin çok güzel olduğunu düşündüm. Daha güzel, daha iyi bir yaşam hayal ettim. Hayatı felsefi tarzda düşünmek istedim ve Almanya’ya iltica etmeyi seçtim. Almanya’ya 22 yaşında, suskun ve dil bilmez bir şekilde geldim. O zaman neredeyse hiç Almanca konuşamıyordum.
Başlangıçta, her iyimser mülteci gibi, ben de sosyal yalıtılma ile yüzleştim. Acı verici. Bu yüzden bugünün mültecilerinin acısını derinden hissediyorum. Onlarla birlikte acı çekiyorum. Kötü Almancamla kendimi sosyal yapılara entegre etmek çok zordu. Dil becerilerinin eksikliği, hedeflediğim hayatı kurmamın ana engeliydi (sözde entegrasyondan bahsetmekten nefret ederim). Sonra yerleşmek için en iyi stratejinin aşktan geçtiği tekrar ispatlandı.
Saf bir şekilde beni seven bir Alman kadının, benim onun hakkında düşündüklerimi, ona karşı hissiyatımı anlamak için beni dinleyeceğini düşünüyordum. Her yeni bir Almanca kelime için açgözlüydüm. Almancayı istedim ve Almancayı Almanlar gibi konuşmak hevesindeydim.
Willy Brandt’ın[3] da bunun gibi oldu ve sürgündeki birkaç ay içinde Norveçce makale ve konuşmalar yazmaya başlamıştı. Berlin’de Gunnar Gaasland mahlası ile yaşadı ve hayatını yer altında sürdürürken Almancayı Norveç aksanı ile konuşuyordu. Açıkçası sadece onun dilsel yeteneği değil, dil için olan iştahı idi; aslında onun aşka iştahı bu hızda yabancı dil edinmesini hızlandırdı.
Almanya'ya geldikten bir yıl sonra, Hannah Arendt’in tarif ettiği iyimser mülteci gibi, Almancayı diğer dillerden daha iyi konuşmaya başladım. Arendt için vatanseverlik aynı zamanda bir “uygulama meselesidir”. “İdeal göçmen”, “hemen yerli dağları keşfedip seven” kişidir. O bir vatansever, o ülkenin âşığı. Kendi hayalinde kurduğu ülkeyi çok seviyor. Ben de bu ülkeyi seviyorum. Bir gün Almanya’ya iltica etmeye karar verdim ve Alman vatandaşlığına geçtim ve Kore pasaportundan vazgeçtim. Şimdi bir Alman’ım.
Bu arada Almancayı benim için sıradan bir dile dönen anadilimden daha iyi konuşuyorum. Artık anadilim hâline geldi. Korece’yi sadece annemle konuşuyorum. Ana dilim bana yabancı oldu. Almanya’yı seviyorum. Hatta kendime bir vatansever ve ülkesini seven diyebilirim. Kesinlikle Petry, Gauland ve Höcke’den, toplamından daha vatanseverim. Sorumsuz popülizmleriyle benim ülkem, her zaman bana misafirperver ülkem, Almanya’yı düşürüyorlar.
İyi Vatandaş Her Yerde İyi Vatandaştır
Kendi ülkesinde iyi bir vatandaş olan herkes yeni ülkede de iyi bir vatandaş olacaktır. Bundan sonra bu “yeni gelenleri” karşılamaya devam etmeliyiz. Geldiği ülkede zaten suçlu olan, 2016 Berlin saldırısını yapan Tunus doğumlu Anis Amri,[4] yeni ülkede de suçlu olmaya devam edecek. Onu geri çevireceğiz. Yeni gelenlere tam aksine, iyi vatandaş olabilecekleri bir ortam sunmalıyız.
Ancak iyi bir vatandaş olmak ne demektir? Berlin Sanat Üniversitesi’nde profesör olan ikinci Koreli benim. Berlin’deki ilk Koreli Profesör Isang Yun’du.[5] Önemli bir besteciydi, aynı zamanda siyasi bir figürdü. 1960’larda Güney Kore’deki askerî diktatörlüğü şiddetle protesto etmişti. Almanya’nın göbeğinde 1967’de Güney Kore istihbaratı tarafından kaçırılmıştı.[6]
Seul’de ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Erken tahliyesinden sonra, Güney Kore rejiminden sürgün edildi ve vatandaşlıktan çıkarıldı. Bu şekilde Almanya’ya döndü. Mülteci oldu ve Almanya'da vatandaşlığa kabul edildi. Belki de Hannah Arendt gibi, o da mülteci kimliğini inkâr ederdi ve onun gibi şöyle derdi: “Ben iyi, iyimser bir göçmenim.” Almancası mükemmeldi.
İyi bir vatandaş olmak iyi bir tutumdan gelir. Özgürlük, kardeşlik ve adalet gibi ahlaki değerleri taşır. Her ne kadar ülkesinde siyasi düzene karşı eylemleri suç kabul edilse de (Kantçı anlamda) “ahlaki mantığı” sayesinde o hâlâ iyi bir vatandaş ve iyi bir vatansever, geldiği ülkeyi ve insanlarını seven birisi.
Hayatının son yıllarında Isang Yun yeniden Almanya’da açıkça yükselişe geçen yabancı düşmanlığı yüzünden umutsuzluğa kapıldı. Rostock-Lichtenhagen’deki eski Vietnamlı taşeron işçilerinin alevler içinde yanan binasının önünde olayı alkışlayan kalabalığın görüntüleri karşısında dehşete düşmüştü. Almanya’yı sevdiği için hayal kırıklığına uğramıştı. Rostock’daki olaylar bana göre de katliamdır.
Şu anda Almanya ve diğer Avrupa ülkelerindeki mülteci akışı karşısında tekrar alevlenen yabancı düşmanlığı konusunda endişeliyim. Ve en çok tekrar bir rüya ülkesine, bir vatansever, bir ülke âşığı olabileceğim misafirperver bir ülkeye kaçmak istiyorum.
Kaynak:
https://www.faz.net/aktuell/feuilleton/optimismus-der-fremden-wer-ist-fluechtling-14718649.html
Çeviren: Süheyla KÜÇÜK
[1] Metnin İngilizcesi için bk. Hannah Arendt, “We Refugees”, The Menorah Journal, 1943. Altogether Elsewhere: Writers on Exile, haz. Marc Robinson, Faber and Faber, Boston, 1996, s. 110-119. [çev.]
[2] Metni daha çarpıcı kılmak için konulan ara başlıklar bana aittir. [çev.]
[3] Willy Brandt (1913-1992) ya da gerçek adıyla Herbert Ernst Karl Frahm. Sadece Almanya’nın değil, Avrupa ve Dünya siyasetinin de yönünü etkileyen kararların altına imza atmış Federal Almanya Şansölyesi, Almanya Sosyal Demokrat Partisi lideri. Herbert Ernst Karl Frahm 1933 yılında Hitler liderliğinde Nasyonal Sosyalistlerin muktedir olmasının ardından Norveç’e sürgüne gider. Burada gazeteci olarak hayatını idame ettirirken antifaşist direniş hareketinde yerini alır. Willy Brandt müstearını da o dönem kullanmaya başlar. [çev.]
[4] Almanya’nın başkenti Berlin’de 19 Aralık 2016’da 12 kişinin ölümüne ve yaklaşık 70 kişinin yaralanmasına yol açan Noel pazarına düzenlenen tır saldırısının faili. [çev.]
[5] 1917-1995 yıllarında yaşayan Güney Koreli besteci. [çev.]
[6] Isang Yun, Osaka’daki öğrencilik yıllarında birlikte çalıştığı, ancak Kore’nin kuzey-güney olarak bölünmesinin ardından Kuzey Koreli olan hocası Mok Nam Choi’yi ziyaret etmek amacıyla, Choi’nin oğlu ile Doğu Berlin’e gider. Daha sonra 1963’te tekrar aynı amaçla Kuzey Kore’nin başkenti Pyong Yang’a bir seyahate çıkar. Onun hocasıyla tekrar kurduğu ilişki yüzünden Güney Kore yönetiminin gözünden düşer. 17 Haziran 1967’de, Güney Kore istihbaratı tarafından Batı Berlin’deki dairesinden eşiyle birlikte kaçırılarak Seul’e götürülüp tutuklanır. 13 Aralık 1967’de eşi Soo Ja Lee yedi yıla, Isang Yun ise ömür boyu hapse mahkûm edilir. [çev.]
(Umran Dergisi)
Ebu Ubeyde: Nasrallah'ın yasını tutuyoruz
28.09.2024
HİZBULLAH'IN FİLİSTİN SINAVI | HAZIM KORAL
28.09.2024
Lübnan sınırında ilk sıcak temas
02.10.2024
Tebaa ve İtizalciler | Muharrem Balcı
11.09.2024
MUHAFAZAKÂRLIK MEHMET YAVUZ AY 12.09.2024