Daha bir yıl öncesinden partisinde metal yorgunluğu olduğunu ileri süren Erdoğan, kendince bazı tedbirler alarak, özellikle hoşnutsuzluğun yoğunlaştığı büyükşehir belediye başkanlarını değiştirerek, yeni seçime hazırlandı. Gerçi “metal yorgunluğu” tabiri inşaat ve mekanikle ilgilidir. Belli bir dayanıklılık kullanım süreleri olan beton veya çelik yorgunluğunu tanımlar. Ama Ak Parti yönetimi inşaat işlerine o kadar angaje olmuş durumda ki, toplumsal sorunları bile bu alana ait terimlerle ifade edebilmekte. Metal yorgunluğu ifadesiyse, ister istemez terimin insanî kullanım biçimini hatırlatıyor: Mental yorgunluk. Bu ise psikolojik ve zihinsel yorgunluk anlamına gelir. Ağır sorunlarla baş edememek yanında, asıl mevzumuzla ilgili yanı, hedeflerine ulaşan ve önüne yeni hedefler koyamamaktan kaynaklanan bir doymuşluk sonrası hissedilen tatlı bir bitkinlik hissi. Bir ömrün sonunda hissedilen ölüm beklentisi, ölüm içgüdüsünün yaşamsal içgüdüye galebesi; veya konformizmin yarattığı doygunluk ya da bıkkınlık gibi. Öyle ki öngörülebilir hedeflerinize ulaştıktan sonra, kendinize yaratıcılığınızı sürdürebileceğiniz yeni hedefler koyamıyorsanız, giderek bünyenize bir yorgunluk veya bıkkınlık hissi yayılır ve bu hisle baş edemediğiniz sürece, yeni eylemlere girişemezsiniz. Tabi ki bu, bir parti veya cemaat örgütü gibi toplumsal yapılar açısından, örgütü oluşturanların yenilenememesinden de kaynaklanan ve doğrudan fiziksel yorgunlukla, yaşlanmışlıkla da ilgili olabilir. Daha kötüsü ise bu yorgunluğun, mensuplarının yaşlılığından ziyade, ruhsal bir amaçsızlıktan, bir atılım yapma yeteneğini ve azmini yitirmekten kaynaklanmasıdır.
Ak Parti, 16 yıllık iktidarı içerisinde, farklı varyasyonları deneyerek, sonuçta kendisini klasik ve geleneksel sağ kulvara yerleştiren bir istikrara ulaştı. Bu haliyle Menderes, Demirel, Özal çizgisini yenileyen ve derinleştiren (MHP´yi de sürece dâhil eden) bir stratejiye yönelmiş durumda. Bu stratejik çizgi, kendi tarihsel evrimi içerisinde zaten görece olarak dindarlaşmaktaydı. MSP´nin oluşturduğu dış basınç, giderek bu çizgiyle uzlaşan bir “yeni muhafazakârlaşma”ya yol açtı. Ancak bu haliyle de olsa Türkiye toplumunun ancak yarısına ulaşabilmiş durumda. Bu kitleyi konsolide etme çabasındaki söylemsel şiddet ise, ister istemez karşısında yer alan eğilimleri de birbirine yakınlaştırarak orada da yeni bir sabitlenme çerçevesi oluşturmaya başladı. Gerçi bu “baskın” seçimde bu yakınlaşma henüz belli bir kavramsal bütünlüğe ulaşamasa da, en azından buna dair bir girişime yol açtı.
Tayyip Erdoğan´ın başarısı, kendine ait “yüzde elli”yi sabitleme ve harekete geçirme becerisini gösterebilmekte yatıyor. Ama bu durum giderek bir lider fetişizmine de yol açmakta. Kitlenin neredeyse hiçe sayıldığı ve başarı grafiğinin bütünüyle lidere endekslendiği stratejinin kusuru, Erdoğan sonrasına dair hiçbir kaygı taşımamasında. Dolayısıyla klasik sağcı siyasetlerin yazgısı gibi, bu iktidar da, kurumsallaşmak gibi bir endişe taşımayan, macerası liderin siyasi hayatıyla sınırlı bir siyasal körlük içerisinde. Potansiyel lider adaylarını yok eden ve kendisini yeni bir “Brutus”un çıkmasına adayan geleneksel bir yazgıcılık. Tuhaf bir “sosyal Darwinizm”le kendisini ancak “baba katli”yle ispatlayacak kahramanlık öykülerini daha önce izlemiştik. Menderes, Demirel, Özal ve Erdoğan´ın, sağ siyasetlerin liderliğe endeksli öyküleri, bir türlü öldürülemeyen asli baba figürü olan Kemalizm´in öyküsünün filigranı olarak cumhuriyet tarihine eklenmiş durumda.
Ama mesele salt bundan da ibaret değil. Erdoğan´ın başarısı, aynı zamanda zaaflarını da ele vermekte. Sağ siyaset geleneğinde olduğu gibi büyük ölçüde inşai faaliyetlere dayalı bir başarı grafiği, aynı zamanda tüm toplumsal sermayesini sadece siyasete ve inşaata yatıran eşitsiz bir gelişmeyi de ortaya koymakta. Dolayısıyla da bu, sonuçta kültürel iktidarın hâlâ solda olduğu bir kader çizgisine yol açmakta. Beri yandan onca başarıya rağmen hâlâ nüfuz edilememiş bir yüzde elli var ve bu kitle de, özellikle Erdoğan´ın kendi kitlesini manipüle etmek için kullandığı söylemsel şiddetin etkisiyle, giderek bütünleşmekte. Bu ise sadece siyasetle sınırlanmayan bir bölünmeye ve kutuplaşmaya yol açmakta. Ak Parti (Erdoğan)´nin stratejisinin körlüğü ise, toplumsal varlığı sadece siyasal varlıktan ibaret görmesinde. Çünkü siyasetin nüfuz alanı toplumsal varlığın ancak belli alanıyla sınırlı ki, bu alan toplumsal varlığın yüzde ellisine bile ulaşabilir değil. Dolayısıyla Ak Parti iktidarının toplumun diğer yarısına ulaşmasını önleyen söylemsel şiddetinden kaynaklanan kendi sınırları üzerinde ciddi çözümlemelere ihtiyacı bulunmakta. Zira demokratik siyasetin yegâne aracı da, yine Ak Parti ileri gelenlerinin sık sık hatırlatmaktan zevk aldıkları gibi sadece sandık değil. Üstüne üstlük, demokratik mücadelenin kapsam alanı, sandıkla belirlenen siyasal mücadelenin kapsam alanından çok daha geniş ve etkin.
Bu nedenle Ak Parti´nin iktidar seçkinlerinin artık güdük bir oyuna dönüştürdükleri ve bu yüzden de belli bir siyasal konformizme gömüldükleri bu sandık siyaseti oyunundan bir an önce başlarını kaldırarak, birazcık Gramsci okumaları, yani siyasetin hegemonik işlevleri üzerinde kafa yormaları gerekmekte. Zira sandık siyaseti oldukça marjlara sıkışmış durumda. Bu durumu aşabilmek içinse, karşı tarafı sıkıştırmak için kitlesel manipülasyon araçlarına dönüştürdükleri ötekileştirme gayretlerinden vaz geçip, ülkenin bütünlüğünden sorumlu olmaları hasebiyle, özellikle Alevilerin, Kürtlerin ve sair unsurların kültürel hakları kadar, gelir dağılımı adaletsizliğinin ve betonlaştırılmış şehirlerin ezdiği kent yoksullarının nefes almaları için de en azından kıllarını kıpırdatmaları gerekmekte. Elbette ki bunun yolu sadece boş laflar, gülücükler ve rabia işaretlerinden geçmemekte. Söz gelimi sadece otomobili olanlara bir fayda sağlayacak millet bahçeleri veya sadece boş vakitleri olan burjuva çocuklarının hoşça vakit geçirebilecekleri kıraathaneler yerine, bir nefes bile alamayan hale gelmiş olan beton bloklarından ibaret şehrin ücralarında yeşil alanlar açılması, artık bir hayat memat meselesi haline gelmiş bulunmakta. Hatta bunu sağlayabilmek için, gerekirse Yeşilköy Havaalanının boşalacak arazisi beton-yoğun olmayacak bir biçimde konut alanlarına tahsis edilerek, buradan sağlanan gelir, şehrin ücralarına bir yeşil alan nefesine dönüştürülebilir. Zira beton bloklarıyla tıkış tıkış bir hale getirilmiş büyükşehirlerin sahici ihtiyaçları, ulaşılabilir işyerleri kadar, ulaşılabilir yeşil alanlardır. Bu gidişle, otoparkları olmayan ve daracık yolları otopark olarak kullanılan büyükşehirlerin bir otomobil çöplüğüne dönüşmesi, çok da uzak bir ihtimal değil. Bu durumda ise Erdoğan´ın sağ seçmeni ikna eden politik edası yahut da CHP korkusuna dair mahut bilinçaltı, yüzde birlere sıkışan dengeyi sağa bükmekte daha ne kadar işe yarar, bilinemez. (Bütün yollar tıkandığında, betonlar arasına sıkışmış bütün ağaçlar kuruduğunda ve benzinin litresi on liraya yükseldiğinde mi acaba?)
Her şeye rağmen Erdoğan, sahte bir teşhise (metal yorgunluğu) dayansa da, kitlesi üzerinde bir heyecan dalgası yaratarak ve sandığa küsmüş olan seçmenini sandık başına gelmeye ikna ederek seçimleri kazanmasını bildi. Buna karşı muhalefet, her zaman olduğu gibi parçalı ve hazırlıksızdı. Ortak bir paydası yoktu ve Muharrem İnce´nin geç gelen heyecanının dışında, heyecandan yoksundu. Akşener sadece bir “iyi” niyetten öteye geçemedi. Temel Karamollaoğlu´nun “bilge”liği, örgütünü ayağa kaldıramadı. HDP seçmeninde, doğal bir “mental yorgunluk” hissedilmekte. Onca vaatlere karşı, görülen o ki muhalefetin sesi, kent yoksullarına bile ulaşmış değil. Dolayısıyla alelacele de olsa sağlanan parçalı birlik, gelecek için bir umuda dönüşebilir mi bilinemez. Ama görülen o ki, Ak Parti seçmeninin Erdoğan sonrası hakkında bir kaygısı ve fikri olmadığı gibi, muhalif seçmen de umudunu büyük ölçüde Erdoğan sonrasına saklamakta. Bunun ise bir dip dalga yaratma kabiliyetinden yoksunluğu açıkça ortada.
(Haber Duruş)
Lübnan sınırında ilk sıcak temas
02.10.2024
Tel Aviv'de operasyon
01.10.2024
İran, İsrail'i Vurdu
01.10.2024
Husiler, ABD SİHA'sını düşürdü
01.10.2024
Tebaa ve İtizalciler | Muharrem Balcı
11.09.2024
Allah Var! Gam Yok! AHMET SEMİH TORUN 01.10.2024
my body my decision MUSTAFA AKMEŞE 03.10.2024
İktidar ve Toplum YUSUF YAVUZYILMAZ 05.10.2024
MUHAFAZAKÂRLIK MEHMET YAVUZ AY 12.09.2024
SEVGİLİ AYŞENUR MÜSAADEN OLURSA… ESRA DURU 12.09.2024