metrika yandex
  • $34.84
  • 36.68
  • GA21420

Haberler / Yorum - Analiz

İşgal Çetesi İsrail ve Aksa Tufanı|Alparslan Aydar

10.11.2024

 

Dünya Teoman Duralı’nın ifadesiyle İngiliz-Yahudi Medeniyeti’nin tahakkümü altında yaşamaya mecbur bırakılmıştır. Dünyayı adeta bir ahtapot gibi kuşatan İlluminati Çetesi, resmi kurum ve kuruluşları kendi iktidarını perdelemek için kullanmaktadır.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’de veto yetkisine sahip olan ABD, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere, aynı zamanda dünyanın en çok silah üreten ve pazarlayan ülkeleridir. Yaşadığımız dünya, güçlünün haklı olduğu bir başka ifadeyle Orman Kanunları’nın geçerli olduğu bir dünyadır. Aklı başında hiçbir insan böyle bir dünya düzeninin meşru ve adil olduğunu iddia edemez.

Gazze Tufanı sonrasında yaşananlar Batı’nın dilinden düşürmediği insan hakları söyleminin yeryüzünü sömürmek adına kullanılan bir aparat olduğu gerçeğini bir kez daha  gözler önüne sermiştir.

İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour, Siyonist lider Rothschild'e “Majestelerinin Hükûmeti, Filistin'de Yahudîler için bir millî yurt kurulmasını uygun karşılamaktadır ve bu hedefin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için elinden geleni yapacaktır.” (1917) şeklindeki hitabı “Bir milletin (İngiliz), başka bir millete (Yahudi), üçüncünün (Arap) ülkesini vadettiği”  Balfour Deklarasyonu olarak tarihe geçecektir.

Bu tarihten sonra bölgenin Müslümanlar açısından güvenli olmaktan çıkarılması amacıyla siyonist terör örgütlerince gerçekleştirilen katliamlara hız verilmiş Osmanlı'nın bölgeyi terk etmek zorunda kaldığı günden itibaren bölgede kan ve gözyaşı eksik olmamıştır.

Vlademir Jabotinsky'nin 1923 yılında kaleme aldığı Demir Duvar makalesi o günden bu güne siyonistlerin gerçekleştirdiği katliamların mantığının özetler:

“Ne şimdi ne de görünür gelecekte Araplarla bir uzlaşmaya varmamız söz konusu bile olamaz. Doğuştan kör olanları saymıyoruz ama tümü ile iyi niyet sahibi insanlar bile artık anlamışlardır ki, Filistin'in bir Arap ülkesi olmaktan çıkarılıp Yahudi çoğunluğa ait bir ülke haline getirilmesi konusunda Filistinli Araplarla gönül rızasına dayalı bir anlaşma sağlamak kesinlikle olanaksızdır.

Biz Filistin'e karşılık ne Filistinlilere ne de öteki Araplara hiçbir şey veremeyiz. Öyleyse gönül rızası ile anlaşamayız. Bugün sömürgeleştirme faaliyeti, en sınırlandırılmış haliyle bile, yerli halkın iradesine rağmen sürdürülmek zorundadır. Dolayısı ile bu faaliyet ancak ve ancak yöre halkının hiçbir şekilde kıramayacağı, adına Demir Duvar diyebileceğimiz bir güç kalkanının ardında sürdürülüp, geliştirilebilir.

İşte bizim Arap politikamız budur. Bunu herhangi başka bir biçimde formüle etmeye kalkışmak da olsa olsa ikiyüzlülüktür. Zor mutlak surette kullanılmalıdır, hem de bütün şiddeti ile, hiçbir hoşgörü olmaksızın.” (1)

İşgal devleti olan İsrail kurulduktan sonra gerçekleştirilen ilk büyük katliam olan Der Yasin katliamında (9 Nisan 1948) cesetlerin parçalanmasından sistematik tecavüzlere kadar akıl almaz vahşetler işlenirken her köyden birilerinin özellikle sağ bırakılması dehşet dalgasının duyurulması ve bölgenin müslümanlar tarafından terk edilmesinin hedeflenmesidir.

İsrail'in bugün sergilediği pervasızlık Filistin tarihine yabancı olanları şaşırtıp dehşete düşürse de Filistin halkı için yeni olan hiçbir şey yoktur.

İlluminati Çetesi İngiltere Merkez Bankası'na 1800’lerin başında, ABD Merkez Bankası’nı ise  1900'lerin başında ele geçirmiştir. Dedesi Yahudi olan Stalin önderliğinde gerçekleştirilen Ekim Devriminin finans ayağını İlluminati Çetesi  üstlenmiştir. O dönemde Bolşevik Partisi Umumi İdare Heyeti'nin  büyük çoğunluğu Yahudidir.

“1947 Nisan'ında İngiltere, Filistin'deki kargaşanın BM'de çözülebileceğini ilan edince Yahudi lobisi harekete geçer.

ABD ile SSCB ortak bir teklif vererek bir Yahudi devletinin kurulmasını isterler.

26 Kasım 1947 tarihinde BM Genel Kurulu'nu toplayan ABD, bir Yahudi devletinin kurulması için oylama ister... Yeterli çoğunluğu sağlayamayan Amerika ertesi gün ikinci bir oylama ister. Ancak bu oylamada da yeterli çoğunluk sağlanamaz. Bir gün ara veren Amerika, Latin Amerikalı üye ülkelere inanılmaz düzeyde baskı ve tehdit uygulayarak 29 Kasım'da tüzüğe aykırı olarak 3. oylamayı yaptırır; gerekli çoğunluğu 1 oy farkla temin eder ve Filistin topraklarında bir Siyonist devlet kurulmasını sağlar.

Bu oylama yapıldığında Yahudiler Filistin topraklarının henüz % 5.6'sına sahiptir. Çizilen haritada bu oran en verimli alanlar dahil olmak üzere % 56'ya çıkarılır.” (2) 

Yeryüzünde adaletin teminatı olarak ortaya çıktığını iddia eden  Birleşmiş Milletler teşkilatının sergilediği bu tavrın izahı yoktur. İsrail, Birleşmiş Milletler eliyle İslam dünyasının kalbine saplanmış bir kaos hançeridir. Yüzmeyen uçak gemisi olarak da tanımlanan İsrail, adeta Batı dünyasının bu topraklardaki bekçi köpeğidir. Bu sebeple her köşeye sıkıştığında Batı dünyası tüm imkânlarını İsrail için seferber etmektedir.

Bu topraklara ait olmayan İsrail'in bölgedeki varlığı dünyada var olan sistemin varlığını devam ettirdiğinin belki de en somut göstergesidir.

Kurulduğu günden bugüne sistematik katliamlarla gelişme politikası sürdüren İsrail için en uygun tanımlama gayrımeşru bir işgal devleti olduğu gerçeğidir.

İsrail yetmiş yıldır sistematik katliamlar marifetiyle sınırlarını genişletmektedir. İsrail gerçekleştirdiği katliamlar söz konusu olmasa bile nihayetinde bir işgal devletidir.

Halkı Müslüman olan devletlerin liderleri bütün sorumluluğu Netanya hükümetine yıkıp İsrail'in bir terör devleti olduğu gerçeğinin üzerini örtme ikiyüzlülüğünün arkasına saklanmak yerine gerçekle yüzleşmek zorundalar.

HAMAS: “Aksa Tufanı'nı Neden Yaptık"

HAMAS’ın, 24 Ocak 2024 tarihinde Şarku'l Asvat’ta yayınlanan “Aksa Tufanı'nı Neden Yaptık" bildirisinin önemli satır başlıkları şu şekilde sıralanabilir:

“- Filistin halkının işgale ve sömürgeciliğe karşı mücadelesi 7 Ekim'de değil, 30 yıllık Britanya sömürgeciliği ve 75 yıllık Siyonist işgal de dahil 105 yıl önce başlamıştır.

- Resmi rakamlara göre, (Ocak 2000’le Eylül 2023) arasındaki dönemde İsrail işgali 11 bin 299 Filistinliyi öldürdü ve büyük çoğunluğu sivil olan 156 bin 768 kişiyi yaraladı.

- ABD yönetimi, İsrail işgalinin Filistinli sivillere yönelik katliamlarına ve Gazze Şeridi'ne yönelik acımasız saldırısına mali ve askeri destek sağlamış ve ABD yetkilileri hâlâ İsrail işgal güçlerinin Gazze'de işlediği toplu katliamları görmezden gelmeye devam etmektedir.

29 Ekim 2021'de İsrail'in BM Büyükelçisi Gilad Erdan, Genel Kurul'da yaptığı bir konuşma sırasında BM İnsan Hakları Konseyi için hazırlanan bir raporu yırtarak BM sistemine hakaret etti ve kürsüden ayrılmadan önce raporu çöp kutusuna attı. Buna rağmen bir sonraki yıl (2022) BM Genel Kurulu Başkan Yardımcılığı görevine atandı.

-BM'nin son 75 yılda Filistin halkı lehine 900'den fazla karar çıkarmış olmasına rağmen "İsrail" bu kararlara uymayı reddetti ve ABD VETO'su, "İsrail'in" politikalarına ve ihlallerine yönelik herhangi bir kınamayı önlemek için BM Güvenlik Konseyi'nde her zaman hazır bulundu.

75 yıllık acımasız işgal ve zulmün ardından, kurtuluş ve halkımıza dönüş için yapılan tüm girişimlerin başarısız olmasının yanı sıra sözümona barış sürecinin feci sonuçlarından sonra dünya Filistin halkından aşağıdakilere karşılık olarak ne yapmasını bekliyordu?

-İsrail'in kutsal Mescid-i Aksa'yı Yahudileştirme planları, zamansal ve mekansal bölme girişimleri ve İsrailli yerleşimcilerin kutsal camiye yönelik saldırılarının yoğunlaşması.

-Batı Şeria ve Kudüs'ün tamamını sözümona "İsrail egemenliğine" katma yolunda fiilen adımlar atan radikal sağcı İsrail hükümetinin uygulamaları, Filistinlilerin evlerinden ve yaşadıkları bölgelerden sürülmesine yönelik resmi İsrail planlarının ortasında yer alması.

-İsrail hapishanelerindeki binlerce Filistinli tutuklu, İsrail'in faşist bakanı Itamar Ben-Gvir'in doğrudan gözetimi altında temel haklarından mahrum bırakılmanın yanı sıra saldırı ve aşağılamalara maruz kalması.

-Gazze Şeridi'ne 17 yıldır uygulanan haksız hava, deniz ve kara ablukası.

-İsrail yerleşimlerinin Batı Şeria'da eşi benzeri görülmemiş bir düzeyde yayılmasının yanı sıra yerleşimciler tarafından Filistinlilerle mülklerine karşı her gün uygulanan şiddet.

-Mülteci kamplarında ve diğer bölgelerde zor koşullar altında yaşayan ve 75 yıl önce sürüldükleri topraklarına geri dönmek isteyen 7 milyon Filistinli.

-Uluslararası toplumun başarısızlığı ve süper güçlerin suç ortaklığı bir Filistin devletinin kurulmasını engellemesi.

Tüm bunlardan sonra Filistin halkından ne bekleniyordu? Beklemeye devam etmek ve aciz BM'ye güvenmeye devam etmek!

Aksa Tufanı Operasyonu 7 Ekim'de İsrail askeri mevzilerini hedef aldı ve düşman askerlerini tutuklayarak İsrail hapishanelerinde tutulan binlerce Filistinlinin esir takası anlaşması yoluyla serbest bırakılması için İsrailli yetkililere baskı yapmayı amaçladı.

Yukarıdakilerden hareketle, 7 Ekim'deki Aksa Tufanı Operasyonu, İsrail'in Filistin halkına ve davasına yönelik tüm komplolarına karşı koymak için gerekli bir adım ve normal bir yanıttı.

Sivillere, özellikle de çocuklara, kadınlara ve yaşlılara zarar vermekten kaçınmak Kassam Tugayları'nın tüm savaşçıları için dini ve ahlaki bir taahhüttür. Filistin direnişinin operasyon sırasında tamamen disiplinli ve İslami değerlere bağlı olduğunu, Filistinli savaşçıların sadece işgal askerlerini ve halkımıza karşı silah taşıyanları hedef aldığını yineliyoruz.

O gün (7 Ekim) çekilen videolar ve daha sonra serbest bırakılan İsraillilerin kendi ifadeleri, Kassam Tugayları savaşçılarının sivilleri hedef almadığını ve birçok İsraillinin kendi ordusu ve polisi tarafından yaşadıkları karışıklık nedeniyle öldürüldüğünü gösterdi.

Filistinli savaşçıların "40 bebeğin kafasını kestiği" yalanı da kesin bir şekilde çürütülmüş hatta İsrail kaynakları da bunu reddetmiştir. Batılı medya kuruluşlarının birçoğu ne yazık ki bu iddiayı benimsemiş ve desteklemiştir.

Filistinli savaşçıların İsrailli kadınlara tecavüz ettiği iddiası Hamas Hareketi tamamen reddetmiştir.

Mondoweiss haber sitesinin 1 Aralık 2023 tarihli haberinde, Hamas üyelerinin 7 Ekim'de gerçekleştirdiği iddia edilen "toplu tecavüz" olayına ilişkin herhangi bir kanıt bulunmadığı ve İsrail'in bu iddiayı "Gazze'deki soykırımı körüklemek için" kullandığı belirtildi.

İsrail'in Yedioth Ahronoth gazetesinin 10 Ekim ve Haaretz gazetesinin 18 Kasım tarihli iki haberine göre, Gazze yakınlarında düzenlenen ve 364 İsrailli sivilin hayatını kaybettiği Nova Müzik Festivalinde bulunanlar başta olmak üzere çok sayıda İsrailli sivil İsrail askeri helikopteri tarafından öldürüldü. Her iki haberde de Hamas savaşçılarının festivalden habersiz o alana ulaştığı ve İsrail helikopterinin hem Hamas savaşçılarına hem de festivale katılanlara ateş açtığı belirtiliyor. Yedioth Ahronoth ayrıca İsrail ordusunun Gazze'den daha fazla içeri sızmayı önlemek ve herhangi bir İsraillinin Filistinli savaşçılar tarafından tutuklanmasını önlemek için Gazze Şeridi'ni çevreleyen bölgelerde 300'den fazla hedefi vurduğunu söyledi.

Diğer İsraillilerin ifadeleri, İsrail ordusunun baskınlarının ve askerlerinin operasyonlarının birçok İsrailli esiri ve onları esir alanları öldürdüğünü doğruladı. İsrail işgal ordusu, Filistin direnişiyle esir takası yapmaktan kaçınmak için "ölü bir sivil rehine veya asker, canlı ele geçirilmesinden daha iyidir" diyen İsrail ordusunun kötü şöhretli "Hannibal Direktifi"nin açık bir uygulaması olarak, Filistinli savaşçıların ve İsraillilerin içinde bulunduğu İsrail yerleşimlerindeki evleri bombaladı.

Dahası, işgal yetkilileri öldürülen asker ve sivillerin sayısını 1400'den 1200'e düşürdü. Bu düzeltme, 200 yanmış cesedin öldürülen Filistinli savaşçılara ait olduğunu ve İsrailli cesetlerle karıştığını tespit ettikten sonra yapıldı. Bu da Filistinli savaşçıları öldürenin İsraillileri de öldüren kişi olduğu anlamına gelmektedir zira 7 Ekim'de İsrail bölgelerini öldüren, yakan ve yok eden askeri uçakların sadece İsrail ordusuna ait olduğu bilinmektedir.

İsrail'in Gazze'de 60'a yakın İsrailli esirin ölümüne yol açan ağır hava saldırıları da İsrail işgalinin Gazze'deki kendi esirlerinin hayatını önemsemediğini kanıtlamaktadır.

İsrailli sivillerden bahsederken, zorunlu askerliğin 18 yaşın üzerindeki (erkekler 32 ay, kadınlar da 24 ay askerlik yapıyor) tüm İsrailliler için geçerli olduğu ve herkesin silah taşıyıp kullanabildiği bilinmelidir.” (3)

HAMAS’ın açıklamaları dikkate alındığında dünyanın sessiziği ve kayıtsızlığı karşısında yaşadıkları yalnızlık vurgusu dikkat çeker. Filistin halkı yalnızdır. Filistin halkı bu gerçeği İsrail kurulduğu sırada gerçekleşen ilk savaşta yaşayarak öğrenmiştir. Arap liderlerin aslında kullanışlı birer maşadan ibaret olduğu aslında o günlerde açığa çıkmıştır.  7 Ekim'den hemen sonra Netanyahu’nun bu gerçeği bir kez daha hem de açık açık “Çıkarınızı korumak istiyorsanız sessiz kalın” diyerek hatırlattığı dikkate alınmalıdır.

Hamas’ın kurucusu Ahmet Yasin, 1967 savaşı  öncesinde bu gerçekliğin farkındaydı. Yaklaşık 30 yıl boyunca ve sabırla Gazze'de kendi dinamiklerini esas aldıkları bir direnişe hazırlandılar. Özellikle 80'li yılların hemen başında silahlı mücadele noktasında ortaya koydukları olumsuz tavır sebebiyle özellikle sol fraksiyonlar tarafından ihanetle suçlanıyor ve hatta alay konusu haline getiriliyorlardı. Ahmet Yasin ve arkadaşlarının kendilerinden başka hiçbir beşere güvenmeyerek yola çıktıkları ve HAMAS’ı bu  gerçeklik üzerine bina ettikleri dikkate alınmalıdır. Ahmet Yasin’in “Dirensek de öldürüyorlar direnmesek de. Biz direnmeyi seçtik” sözü meseleyi özetler niteliktedir.

Hemen her Filistinli gibi mülteci  kamplarında doğup büyüyen ve yaklaşık 24 yıllık hapis hayatı olan Yahya Sinvar 17 Ekim 2024 Perşembe günü şehid edildi. Son ana kadar direndiği ortaya çıkan Sinvar’ın yayınlanan vasiyeti hayatının özeti gibidir:

“Direnişin boşuna olmadığını, sadece atılan bir kurşun değil, onur ve şerefle yaşadığımız bir hayat olduğunu her zaman hatırlayın. Hapis ve kuşatma bana mücadelenin uzun ve yolun zor olduğunu öğretti. Ama aynı zamanda teslim olmayı reddeden halkların kendi elleriyle mucizeler oluşturup ürettiğini de öğrendim. Dünyadan adalet beklemeyin, çünkü ben nasıl dünyanın acımız karşısında sessiz kaldığına şahit olduysam siz de olacaksınız. Adaleti beklemeyin, adalet siz olun. Filistin hayalini kalbinizde taşıyın ve her yaradan bir silah, her gözyaşından bir umut kaynağı edinin.” (4)

İslam dünyasında öne çıkan direniş örgütleriyle karşılaştırıldığında Hamas hareketinin bir üniversiteliler hareketi, bu yönüyle güçlü bir entellektüel birikime sahip olduğu da söylenebilir. Fakat Filistin ile ilgili literatür dikkate alındığında önemli bir kısmının Yahudi ya da Batılı isimler tarafından kaleme alındığıda dikkate alınmalıdır.

Yahya Sinvar’ın tamamen yaşananlar üzerinden kaleme aldığını ifade ettiği “Diken ve Karanfil” romanı Filistin halkının yaşadığı felaketi resmetmesi açısından ibretliktir. Fakat aynı zamanda Filistin halkının yaşadığı sefalet ve imkansızlıkları da gözler önüne serer.  

Bu çerçevede Kudüs özelinde Filistin davasının gerek ülkemizde gerek dünyada doğru anlatılması için başta Türkiyeli Müslümanlar olmak üzere Filistin dışındaki tüm müslümanlara büyük bir sorumluluk düştüğü unutulmamalıdır. HAMAS hareketinin silahlı mücadeleye mahkum kalaması biraz da İslam dünyasının Filistin Davası’na yeterince destek vermemesinden kaynaklanmaktadır.

Dünyadaki akademik ağ içindeki siyonist lobinin gücü bilindiğinden olsa gerek akademimizin hali içler acısıdır. Türkiye'deki üniversite öğrencileri ve öğretim görevlilerinin büyük çoğunluğu katliama adeta seyirci kalmışlardır.

ABD’deki öğrenciler ve öğretim görevlilerinin Filistin direnişine verdiği destek sebebiyle karşı karşıya kaldıkları şiddet sonrasında bizdeki üniversiteler ancak sınırlı bir destekle harekete geçebilmişlerdir. Gazze'de katledilen on binlerce kadın ve çocuk için değil de Amerika'daki üniversitelerde meydana gelen olaylar sonrası verilen tepki, içinde bulunduğumuz sefaletin açık göstergesidir.

Yaşadığımız bir yıllık tecrübe Türkiyedeki siyonist lobinin çok güçlü olduğunu bir kez daha göstermiştir. Müslümanların kendileri ve ailelerini bu lobinin propagandasından kurtaracak  yol ve yöntemler üzerinde çalışıp acil çözümler üretmeleri zaruridir.

Doğu Türkistan bir felaketi yaşamakta fakat yeterince gündeme dahi gelememektedir. Irak ve özellikle Suriye'de yaşananlar Gazze’den çok daha ağırdır. Bugün Gazze için ayakta olan Türkiye kamuoyu adeta Suriyelilerden kurtulmanın çaresini aramaktadır. Irak ve Suriye'de yüzbinlerce Müslümanı katleden İran ve Hizbullah’ın Filistin’de katledilen müslümanları kendine dert edindiğine inanmak için ahmak olmak gerekir.

Ortadoğu ve Gelmeyecek Olan Demokrasi !

Batılıların ortadoğu dediği bu topraklarda Batı emperyalizmin etkisi derinlerde saklıdır. Seçimler ya yoktur ya da göstermeliktir. Özellikle İngiltere'nin bölge ülkeler üzerindeki etkisi buzdağının görünmeyen yüzü şeklinde tezahür eder. 

Halkta karşılığı olmayan azınlık unsurlar batılı güçler tarafından desteklenirler. Sömürgeciliğin mantığı bunu gerektirir. Sizin sayenizde iktidar yüzü görenler, ancak sizinle işbirliği içinde oldukları sürece iktidarda kalabileceklerdir. Ortadoğunun yakın tarihi, aynı zamanda tanklar ve zindanlar eliyle terbiye edilmeye çalışılan halkların tarihidir. Demokrasi, ancak Batı’nın destek vermediği rejimler söz konusu olduğunda nadiren hatırlanır. Bu sebeple Filistin davası hemen her zaman yalnızdır.

Ne yapmak gerekir sorusuna doğru cevap verebilmek için biraz da içinde bulunduğumuz hali doğru tahlil etmek gerekir.

Türkiye'de faaliyet gösteren gönüllü kuruluşların önemli ve öncelikli konu başlıklarını kendisine çalışma alanı olarak seçmiş sivil ve güçlü kurumsal yapılara ihtiyacı vardır. Uzun vadeli hedefleriyle kurgulanmak zorunda olan bu kurumsal yapılar işlerlik kazanmadan yapılacak çalışmaların uzun soluklu olmayacağını defalarca tecrübe etmiş bulunuyoruz. Yükümüz  ve sorumluluğumuz kişilerin omuzlarına devredilemeyecek kadar ağırdır.

7 Ekim Aksa Tufanı Harekâtından hemen sonra ABD ve İngiltere tarafından Akdeniz'e gönderilen savaş gemilerinin silah donanımı Cihat Yaycı’nın ifadesiyle bölgedeki tüm ülkelerin sahip olduğu silah donanımından daha fazlaydı. İran ve İsrail'in birbirleri üzerinden meşruiyet sağlayan düşman kardeşler olduğu dikkate alındığında o gemilerin bizim için geldiği gerçeği unutulmamalıdır.

Türkiye her şeyden önce böylesine büyük bir çatışmaya hazır değildir. Modern dönemde savaşlar artık aracı vesayet odakları üzerinden yürütülmektedir. Türkiye, dünyanın büyük bir savaşa hazırlandığı bu atmosferde içerideki toplumsal yarıkları bir an önce tamir etmenin yolunu bulmalıdır. Oysa halk adına bir İslam Cumhuriyeti olarak kurulan ülkemizin yönetim şekli halka sormadan laik bir cumhuriyete dönüştürülmüş, millet her on yılda bir darbelerle tekrar tekrar hizaya çekilmiş ve yeniden dizayn edilmiştir. Anayasalarımız darbelerin hemen sonrasında süngü gölgesine yazılabilmiştir. Oysa anayasalar toplumsal uzlaşının metne dökülmüş halidir. Osmanlı'nın son döneminde başlayan ve nihayetinde batılılaşmanın şekli ve mahiyeti üzerindeki tartışmalar üzerinden belirginleşen o derin çatlak konuşulabilmiş ve dolayısıyla tamir edilebilmiş değildir. Muhtemel bir savaş senaryosu söz konusu olduğunda Batı dünyası tarafından bu derin çatlağın oluşturduğu fay hatlarını tetikleyecek hamlelerin gelmesi kuvvetle muhtemeldir.

Kaostan beslenen Batı dünyası önce tüm kuvvetleriyle üzerinize çullanır, ardından azınlık bir grubu çoğunluğun başına bekçi dikip giderler. Sonrası ya diktatörlük ya da iç savaştır.

Bugün Filistin’de yaşananlar bu topraklar için yeni değildir. Cezayir’den Afganistan’a İslam Dünyası son bir asırdır adeta kan gölüne dönmüş durumdadır. Irak işgaliyle birlikte felaketin boyutları artmış, Suriye tecrübesi İran ve işbirlikçilerinin müslümanlara karşı çok daha acımasız olabileceklerini de göstermiştir.

Lübnan, Irak ve Suriye’nin küresel aktörlerin elinde oyuncağa dönmüş kağıt üzerinde birer devletten ibaret olmaları gerçekliği dikkate alınmalıdır.

Bitmek bilmez iç ihtilafları ve bu ihtilafları  bahane ederek denklemde rol kapma derdinde olan dış müdahalelerden muzdarip Nizar Kabbâni'nin Lübnan çığlığı ibretliktir;

"Sen kim olduğuna karar vermediğin zaman, senin kim olduğuna başkaları karar verecektir.

Sen kendini yönetmediğin zaman, başkaları seni yönetecektir."

Bu şartlar altında meselenin ciddiyetini fark etmek önceliğimiz olmalıdır.

İçinde bulunduğumuz şartlar dikkate alındığında Filisti Davası özelinde boykot en güçlü silahlarımızdan biridir.

İktidar kanalı tüm olumlu çaba ve adımlarına rağmen iyi bir sınav verememiştir. Önceleri yasaklanmayan ticaretin kamuoyu baskısı karşı konulamaz bir noktaya geldikten sonra yasaklanması çok önemli bir gelişmedir. Ticaret yasağının sağlıklı uygulanıp uygulanmadığı tartışmaları kamuoyu gündemini meşgul etmeye devam etmektedir. İsrail'in yargılanmasının sonuçlarını bekleyerek uluslararası arenada meşruiyet arayışı ile izah edilmeye çalışılan gecikmenin insanların vicdanında meşru bir karşılık bulduğunu söylemek de kolay değildir.

Yerli üretimin önündeki engellilerin kaldırıldığı bir başka ifadeyle yerli yatırımcının muhtemelen bir çoğu siyonist uluslararası şirketlerin pençesine terk edilmediği söylemek de mümkün görünmemektedir.

Milli sermayenin siyonist sermayenin cebine vergisiz aktarımının önündeki en büyük engellerden biri olarak ifade edilebilecek Troy Kart’ın sosyal medya hesabının yılda üç beş tweetle yetinmesinin izahı da mümkün görünmemektedir. Kamuoyu baskısı sonrasında harekete geçen bürokrasi her zamanki gibi yine çok kötü bir sınav vermiştir.

Yılmaz Bilgen’in haberine göre sayıları dört bine yaklaştığı tahmin edilen çifte vatandaşlar İsrail’de katliamın muhtemel ortaklarıdır. Fakat henüz yargılanmaları noktasında somut bir adım söz konusu değildir.

Seçimden önce İsrail ile ticaret üzerinden iktidarı kıyasıya eleştiren muhalefet, belediyeler üzerinden elde ettiği kısmi iktidar dikkate alındığında tüm iddialarını unutmuş gözükmektedir. Muhalefet partilerinin sahip olduğu belediyelerde İsrail ürünlerinin ya da İsrail'e destek olan firmaların ürünlerinin şimdiye kadar çoktan boykot edilmiş olmaları gerekirdi. Sonuç hepimizin malumdur. Görünen o ki seçimden önce muhalefet tarafından ısrarla gündeme getirilen İsrail ile ticaret meselesi, milletin sergilediği boykot kararlılığını kırmak amacıyla gündeme getirilmiştir.

Tüm bunlar önemli olmakla birlikte asıl mesele bireysel anlamda nerede durduğumuzdur. İsrail'e taşınan petrolün yaklaşık üçte biri Bakü Ceyhan boru hattı üzerinden sağlanmaktadır. İktidar kanadının söz konusu uygulamasını haklı olarak eleştirirken boru hattının en büyük ortağı BP'den yakıt almaya devam etmenin ya da İsrail malları ve İsrail'e destek veren firmaların ürünlerini kullanmanın izahını yapmak zordur. Suçu başkalarına atmak kolay olsa da bu durum bizlerin sorumluluğumuzu ortadan kaldırmayacaktır.

Sonuçta herkes kendisine yakışan tavrı gösterecektir. İster Müslüman olalım ister olmayalım, binlerce kadın ve çocuğun katledildiği bir atmosferde boykot bir insan olarak kendimize olan asgari saygımızın gereğidir.

Arz-ı Mevud inancıyla yaşayan İsrail'in topraklarımızın üçte birine göz diktiği gerçeği dikkate alındığında İsrail mallarını hedef alan boykotun aynı zamanda bir milli güvenlik anlayışıyla da desteklenmesi gerekir.

Bizler için Mescid-i Aksa ve çevresi mübarektir. Bir Müslüman olarak Mescid-i Aksa muhafızları olan Filistinli Müslümanlara elimizden geldiğince destek vermek hepimizin vazifesidir.

Türkiye'de periyodik milyonluk gösteriler düzenlenmiş olsaydı iktidarın ve muhalefetin tavrı elbette bugünkünden çok daha farklı olurdu. Fakat olmadı...

Belki de en büyük eksikliğimiz bir sonuç bekliyor oluşumuz. Beklediğimiz sonuç ortaya çıkmayınca vazgeçiyoruz.

Halbuki bizler elimizden geldiğince ve imkanlarımız nisbetinde seferle mükellefiz..

 

1- Abit Yaşaroğlu, Yahudilik ve Siyonizm Tarihi, Pınar Yayınları, Mîsak Dergisi Sayı : 406 / Eylül 2024

2- Abit Yaşaroğlu, Yah..

3- Şarku'l Avsat, 24 Ocak 2024, İstanbul

4- https://www.mirathaber.com/sehid-yahya-sinvarin-vasiyeti/

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş

Her Taraf - Türkiyenin habercisi