metrika yandex
  • $32.61
  • 34.71
  • GA18500

Haberler / Yazı Dizisi

Felsefe Üzerine Düşünceler - 10 / Yusuf YAVUZYILMAZ

18.11.2022

Ortaçağın Tanrı merkezli sistemine karşı insan merkezli bir tasavvur üreten modernleşme anlayışı, insanın bağımlılığını artırmış mıdır, yoksa daha mı bağımlı hale getirmiştir.

Gazali, din bilim-felsefe ilişkilerini tartışırken verdiği güzel bir örnek var. Gazali'ye göre bilimsel gerçekleri anlatan, bu alanda çalışan insanların buluşlarıyla din arasında bir çelişki bulunamaz. Ancak şöyle bir tehlike doğabilir ki, ona karşı çok dikkat edilmelidir. Halk Bilim alanında reddedilemeyecek bilgiler ortaya çıkaran bilim adamlarının din hakkında söylediklerinin de doğru olduğu anlayışına kapılabilirler. Celal Şengör bu anlayışın en güzel örneğidir. Kendi bilimsel alandaki başarısını hizmet ettiği ideolojiye dayanak yapmak isteyince sorun ortaya çıkıyor. Üstelik din hakkındaki bilgisi de bir ilkokul seviyesini geçmeyecek düzeyde ilkel. "Ben bilim adına konuşuyorum" derken hem bilimin değişkenliğini gözden kaçırıyor, hem de daha önemlisi hakikatin tek kaynağı olarak gördüğü bilimi dinin üzerinde bir konuma oturtuyor.

Suç ve ceza evrensel mi, yoksa tarihsel midir? Örneğin yürürlükte olan bir yasaya göre yargılanan, ancak bir zaman sonra suç olmaktan çıkarılan kanuna göre cezalandırılan bir kişinin durumu ne olacak? Hukuk sürekli değiştiğine göre cezalandırma sistemi de değişiyor. Bir zaman diliminde suç olan başka bir zaman diliminde olmayabiliyor. Mutlak adalet mümkün mü, o zaman?

Türk siyaseti, temsilini ODTÜ gençliği de bulan Haluk( Tevfik Fikret), ile temsilini Mehmet Akif'te bulan Asım arasındaki rekabete dayanmaktadır. Biri içeriksiz Batıcı, diğeri büyük ölçüde dindardır. Haluk tüm değerleriyle Batılı bir tip iken, Asım, Batı medeniyeti ile İslam irfanını birleştiren tipolojidir.
"Türkiye'nin gelecek tasarımı ne olmalıdır?", arayışında başarılı olan Mustafa Kemal Haluk'tan yana tavrını koymuştu. Türkiye’nin geleceğini İslam'da değil ( Özellikle İslam'da değil) , Batı'da( laiklik, pozitivizm, devrimcilik ve dini değerlerden arındırılmış milliyetçilik) görüyordu. Mustafa Kemal ve ekibi temsilciliğini Haluk 'ta bulan bir nesil inşa etme çabası içinde oldular. Türk muhafazakarlığı bu arayışa sistem dışında medrese vs Kuran kursları, sistem içinde İmam- Hatiplerle cevap vermeye çalıştılar. Aslında CHP modernleşmesinin İmam - Hatip karşıtlığının imam ihtiyacı ole ilgisi yok. CHP ve CHP'liler bu okullara "Asım " yetiştirme iddiasından dolayı karşılar. Çünkü Asım, Türk modernleşmesinin amacına uygun düşmüyordu.Bugün Haluk ekseninde CHP, Asım ekseninde ise Ak Parti durmaktadır. Tabi durulan yer ile ne kadar örtüştükleri de ayrı bir tartışma konusu.

Türkiye'de muhafazakarlık düşüncesinin, Kemalizm, Batıcılık, Sosyalizm Milliyetçilik ve İslamcılık düşüncelerinden daha çok kabul görmesinin altın da tarihsel süreklilik ve eklektik özellikleri yatmaktadır. İslamcılık, Kemalizm ve Sosyalizm gibi devrimci ideolojiler topumu yeniden inşa etmek istediklerinden dolayı, içerdiklerinden çok dışlayıcılıklarıyla ön plana çıktılar. Tarihsel mirasa ait çoğu kültürel ve dini anlayışı reddettiler. Bu tutum onların elini toplumsal zeminde zayıflattı.

Felsefe ve iktidar birbirinden uzakta mıdır? Sanmıyorum. Bütün iktidarlar felsefi bir alt yapıya dayanır. Şiddetin de bir felsefesi vardır. Platon örneğinden yola çıkarsak onun felsefesinin iktidar olmamasına şükretmeliyiz. Özellikle siyaset teorisinin. Platon totaliter soylu geleneğin en büyük temsilcilerinden biridir. Faşizmin, sosyalizmin, liberalizmin, milliyetçiliğin felsefesinin olmadığını söyleyebilir miyiz? Felsefeyi olduğundan fazla idealize ederek oradan belirsiz ve kusursuz bir öğreti üretmek mümkün mü? Ütopyaları inceleyince bunun mümkün olmayacağı görülür.

Türk siyasal geleneği marşlar üzerinden okunabilir. "İstiklal Marşı"nın yazarı İslami yenileşmecilerin Türkiye’deki en büyük temsilcisi Mehmet Akif tarafından kaleme alınmıştır. Bilindiği gibi Mehmet Akif, İslamcı akımın önderleri olan Afgani ve Abduh'u üstat kabul ediyordu. Türk milliyetçiliğine mesafeliydi. Safahat adli eserinde Ziya Gökalp'i hayal icat etmekle suçlar. İstiklal Marşı, baştan sona İslami temalar içerir. Bu yüzden muhafazakar siyasetin vazgeçilmez marşıdır. Laik modernleşme taraftarlarının marşları ise " "Onuncu Yıl Marşı" ve " İzmir Marşı"dır. Bu iki marş dini temalardan tamamen arınmış seküler marşlardır.

T. Kuhn, bilimin insanın kültür ve inançlarından bağımsız ve objektif olduğu tezine şiddetle itiraz etti. Hakikaten de haklıdır. Örneğin tarih bir bilimdir. Ancak sanıldığının aksine hiçte objektif değildir. İstanbul'un fethi, Yunanlı tarihçi için işgaldir. Fetih ve işgal nitelemesini sağlayan bilim adamının bağlı bulunduğu kültür ve inanç evrenidir kuşkusuz.

Neo pozitivist bilim algısı, bilimsel bilgiyi objektif sayar. Bilimsel bilgi ve onu üreten zihnin, onun bağlı olduğu inanç ve kültürden bağımsızdır. Bu yüzden hangi zihnin ürettiği önemli değildir. Bilim insanlığın tüm sorunlarını çözecektir. Dolayısıyla insanlığa yol gösterici tek araç bilimdir. Kuşkusuz bu bize bir mottoyu hatırlattı değil mi" Hayatta en hakiki mürşit bilimdir, fendir." Cumhuriyetin kurucu önderlerinin bilim anlayışı da pozitivistti. Uzun yıllar Türkiye'deki felsefe eğitimi bu doğrultudadır. Çünkü çoğunluğu Alman olan bu felsefeciler (Hans Reichenbach gibi) Hitler'den kaçarak Türkiye ye gelmişler ve felsefe eğitiminin temellerini atmışlardır. Bu felsefi anlayışa göre metafizik bilgi doğrulanamadığı için bilim dışıdır. Dolayısıyla felsefenin de dışında kalmalıdır. Dine karşı keskin reddedici tavrın egemen olduğu felsefe eğitiminden geçen öğrencilerin çoğunlukla ateist olmaları normal görülmelidir.

Batılı bilgi üretimi, onun sömürgeci ve ötekileştirici felsefesinden bağımsız mıdır?

Batılı bilginin niteliği üzerine düşünmek gerekiyor. Bilim ve bilgi herkese göre objektif veriler midir, yoksa bizatihi bilginin kendisi de emperyalizmin bir aracı mıdır?

Farabi felsefeye o kadar inanıyordu ki, Platon ve Aristoteles'in farklı görüşlerini bile uzlaştırmaya gitmiş ve bu konuda bir eser yazmıştı. Ona göre Platon ve Aristoteles özde birbirinden farklı düşünemezdi. Oysa Aristo' ile Platon'un varlık ve bilgi anlayışları arasında dağlar kadar fark vardı.

Düşüncelerin Resmi: Atina Okulu - ORİON' UN EVİ

Platon fikirleri gerçek kabul ediyor ve bir anlamda gökyüzünü işaret ediyordu. Aristo ya göre ise gerçek yanımızdadır. Yanımızda olanı aşan bir fikir yoktur. Platon un ana sorunu şudur. Her şey değişiyor olamaz, değişimin Arkasında sabit ilkeler olmalı. İşte idea fikrine buradan ulaşıyor. İdeaları zaman ve mekan dışı değişmez formlardır. Aristo’nun gerçek dediğine Platon asıl gerçeklikten yoksun gölgeler diyor. Dünya hayatı aldatıcı, oyundan ibarettir diyen İslam tasavvufu genelde Platon'u izler. Genel anlamda İslamcılık da dahil bütün ideolojiler idealisttir. Yani teori (düşünce) gerçektir. Hayat teoriye uymuyorsa hayatı değiştirmek gerekir, düşünceyi değil. Ana sorun Aristo’yu tamamen inkar ederek hayatın gerçekliğini ıskalamaktır. 
Sonuç: Sürekli teoriyi öne çıkarıp hayatın gerçeklerini ıskalamak, teoriyi hayattan koparır. Düşünceyi tamamen ihmal etmek ise, insanı hayatın olağan akışına mahkum eder. Kitap, düşünce ve bilgi ile hayatın gerçekliği arasında sağlıklı ilişki nasıl kurulabilir? Temel sorun budur.

SON

Yorum Ekle
Yorumlar (1)
AHMET YAHYA | 21.11.2022 06:05
Nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorumç.Var ol sağ ol