Bir olayı değerlendirirken ortaya çıkan hatalarda ısrar, insanı fanatizmin eşiğine getirir.
1- İndirgemecilik(karmaşık sosyal olayları tek bir sebebe bağlayarak açıklamak.)
2- Paradoksal anlayışa teslim olma.
3-Geleneklere fazla güvenmek
4- Anakronizm.
5-Kişilere ve otoritelere aşırı bağlılık.
6- Metne ya da olaya kendi görüşünü giydirmek.
Bir insanın bir dine veya ideolojiye inanmaya zorlanması münafık, ikiyüzlü tiplerin yaygınlaşmasına neden olur.
Diktatörlüğe ve otoriterleşmeye karşı isen, kuvvetler ayrılığını savunuyor isen eleştiriye Tek Parti yönetiminden başlayacaksın. Tek Parti faşizmine sahip çıkarak hukuk devletini temellendirmek imkansızdır. Sadece belli bir tarih kesitini alıp diğerlerini ihmal etmek seçmeci zihnin en önemli handikaplarından biridir. Eleştiride adil olmak gerekir. Yoksa eleştirin ilkesel olmaktan çıkıp, politik fanatizmin aracına dönüşür. Taha Akyol'un " Kuvvetler Ayrılığı Olmayınca" adlı çalışmasını okumakta yara var. Asıl analiz edilmesi gereken soru şu: " Türk siyasal aklı otoriterliğe neden bu kadar yatkındır?
Varlığını bir partiye adayan fanatik bir militanla fikir tartışması yapamazsınız. Çünkü içinde bulunduğu grubu her koşulda savunmak düşüncesi benliğini sarmıştır. Onun bütün derdi karşıdakinin kaybedip, kendi partisinin kazanmasıdır. Çünkü kendi partisini hakikatin merkezine koyan bir mutlakçıdır o. Tıpkı muhalif olduğu parti gibi, kendi partisinde insanlardan oluştuğunu, zaafları olduğunu, hata yapabileceklerini kabul de zorlanır. Bu kabul onu muhalifine karşı sert ve acımasız yapar.
Siyaseti ülkeye hizmet için hayırda yarışmak olarak temellendirmek gerekir. Oysa bizim ülkemizde siyaset kutuplaştırma ve ötekileştirme üzerinde anlam bulmaktadır. Bu tür bir anlayışta iktidar mücadelesi sert geçmektedir. İktidarı ele geçiren kendi anlayışı toplum katmanlarına aktarmak için en önemli aracı ele geçirmiş olmaktadır. Bu çıkmazdan ancak çoğulculuk fikrinin kabulü ile çıkılabilir. Bu da uzun yıllardır zihnimizi oluşturan ulus devletin türdeşleştirme anlayışından sıyrılmakla mümkün.
Aşırı genellemeler bayılıyoruz ve onları tartışılmaz gerçekler zannediyoruz. Örneğin şu yargı: "Sanatla uğraşandan zarar gelmez, sanatçıdan zarar vermez." Bir avukat şöyle dedi: "Hiç alakası yok. 17 cinayetten yargılanıp hapis cezası almış bir seri katil gördüm. Zahide'yi bir okuyordu oturup ağlarsın."
Nitekim Hitler de ressamdı. Sanatla ahlak arasında zorunlu bir korelasyon yoktur.
Bazı konularda farklı düşünüyoruz diye, Mustafa İslamoğlu, Hayrettin Karaman, Mehmet Okuyan, Mustafa Öztürk, Mehmet Görmez... gibi isimleri yok sayarsak yazık ederiz. Nerede kaldı “Ümmetimin ihtilafı rahmettir" uyarısı.
Her yeni düşünce doğru değildir kuskusuz; ancak yeni sesleri hemen boğmamak gerekir. İçtihat ederken yanılana bir sevap anlayışı nerede kaldı. Yani açıkça diyor ki, yanılma kaygısıyla içtihat ediminden vazgeçmeyin. Bu yüzden yenilik arayışı bitimsiz bir süreçtir. İçtihat dini bugünün sorunlarına yoğunlaştırır. Bugünün sorunlarına eğilmeyen, dert edinmeyen, sorunlarına çözüm üretmeyen dinin yaşayan din olmasına imkan var mı?
Bugünün sorunlarına tarih, coğrafya, kültür bakımından farklı yörelerin ürünü olan alimlerden cevap bulamayız çoğu kez. Bir alim bilgisi, birikimi, Kur'an'la ilişkisi hangi düzey de olursa olsun, bütün zamanlar için geçerli bir anlayış üretemez. Bunu iddia etmek için o alimi insan üstü bir konuma taşımak gerekir. Bu bir alime yapılabilecek en büyük kötülüktür kuşkusuz.
Sosyolojik gerçektir, herhangi bir gerekçe ile mahallesini değiştirmeye karar verenler bunun alt yapısını hazırlamaya başlarlar ve genellikle eski içinde bulunduğu mahalleyi topa tutar. Onları kısa bir süre sonra başka bir mahallenin militanı olarak görürsün.
Siyasal hareketlerin dini anlayışların başın da bulunanların etnik kimliğinin önemli sayılması aslında daha derinde bir zihniyet dünyasına işaret ediyor. Eğer partiler, dernekler, sivil toplum örgütleri, etnik göndermelerde değerlendiriyorsa sorun çok daha derin.
Bazı insanlar vardır, sürekli mutsuzluğu ilke edinirler. Sürekli suratları asıktır. Kendi sarsılmaz doğruları vardır ve onların doğruluğundan asla kuşku duymazlar. Sürekli kendileri için bir şeyler isterler. Olmayınca diğerlerini aşağılarlar. Tövbe etmeyi, kendi hatalarıyla yüzleşmeyi göze alamayacak kadar cesaretsizdirler.
Kendi kültürüne ve dinamiklerine yabancıdır, düşüncesinin ana parametrelerini batıdan almıştır. Kabul etmek istemese de kendi toplumunu satır aralarında aşağılayan bir söylemin izindedir. Halk kendi dışında bir siyasal tercih yaptığında, "ben neden ona ulaşamıyor, onun dilini konuşamıyor, onunla dertleşemiyorum" diye düşünmek yerine, onu oyunu bir ton kömür biracık pirince sattığını ima eder. Bu İslamcı, solcu, ulusalcı, Kemalist elitin zihin dünyasıdır. Onlar aslında var olan halkı değil, kendi zihinlerinde ürettikleri halkı severler. Tıpkı Cemil Meriç üstadın dediği gibi:" sosyalist olduğum zamanlar bir işçinin elini dahi sıkmamıştım. Yoksulluktan bahseder ama bir gecekonduyu ziyaret etmez. Akşam sabah yardım kuruluşlarının yaptığı hizmetleri yerden yere vurur, ama lokantada en güzel yemekleri yerken açların halini bile düşünmez. Aslında temel sorunun halk değil kendisi olduğunun farkında bile değildir. Sosyalist, İslamcı ve Kemalistlerin halka ulaşamamasının nedeni kendi saraylarında yaşamaları ve onlarla iletişim kuracakları bir dil geliştirememeleridir. Halkı cahil bırakmanın sorumluluğunu üslenmek yerine geleneksel dindarlık biçimleriyle dalga geçer.
Devletin otoriterliğine karşı mücadele verdiğini iddia eden örgütlerin, partilerin, cemaatlerin iç işleyişlerinin çok daha baskıcı olması önemli bir sorundur.
Her şeyi eleştiren ve hayatın güzelliklerini kavrayamayan bir zihnin mutlu olması mümkün değildir. Haktan adaletten bahseder ancak kendisinden yoksul birine yardım istediğinizde, kapitalizmden, sömürüden, haksızlıklardan bahseder. Üzerine düşen sorumluluklardan kaçar. Toplumsal sorumluluklarından uzak durmak için bin türlü mazeret üretir. Daima ulaşamayacağı büyük hedeflerin peşindedir. Hep yükseklere baktığı için gözünün önündekini görmez/göremez.
Kendini başkalarına beğendirmek için yorum yapanlar erginleşmemiş bir ruh hali taşıyanlardır. Hem çoğulculuktan bahsederler, hem de kendilerinden farklı bir fikirle karşılaştıklarında deliye dönerler. Kişiliksizdirler. Savundukları değerleri hayatlarında gözlemlemek mümkün değildir. Bunlar hayatın bir yerlerinde hayatınıza uzun ya da kısaca değerler ve sessizce çekilirler.
Üzülmek mi, gerekir asla. Bu süreç son derece öğreticidir. Her olayın içyüzünü gösteren Allah'a hamdolsun demek gerekir.
"Kültürümüze şu veya bu şekilde sinmiş ırkçı ve faşist aynı zamanda ötekileştirici bazı darbı meseller var; "Ne Şam'ın şekeri ne Arabın yüzü” gibi. Bu düşünceyi temel almak bir insanlık suçudur. Biri de şöyle dese "Ne Konya'nın şekeri ne de Türk'ün yüzü" ne dersiniz? İkisi arasında ilkesel olarak hiçbir fark yok: İkisi de dışlayıcı, ikisi de ırkçı, ikisi de ötekileştirici.
İdeolojik olarak yeni bir mahalleye taşınanların işi zordur. Bir taraftan eski mahallesinden ayrılmanın hüznü, öte yandan yeni mahallede kabul edilmenin tedirginliği. Her halükarda bu insanların objektif olmaları zor. İşin bir başka yönü de geldiği mahalle onu eski mahallesini kötülediği ölçüde kabullenecektir. Kuşkusuz o, konuşurken ve yazarken bu şartın farkındadır.
İdeolojik göç insanı kaçınılmaz bir çelişkinin eşiğine bırakır. Yeni girdiği kampta kabul edilme kaygısı onu sürekli eski dostlarına hakaret etmeye sevk eder. Ne ki bu kaçınılmaz bir şeydir.
Bir dost "sosyal medya mücahitleri" diye bir kavramsallaştırma oluşturdu. Gerçekten yerinde bir değerlendirme. Gündelik hayatında İslami düşünce ve pratiklerin çok uzağında yaşayan insanlar için sosyal medya bu arzularını doyuracakları bir yer. Gündelik yaşadıkları hayat Ebu Zer irfanıyla alakalı olmadığı halde,sosyal medyada Ebu Zer gibi yaşantıyı yüceltmektedir. İyi bir evi, arabası, yaşantısı olan kişilerin Ebu Zer yüceltmesinin nasıl bir psikolojiden beslendiğini analiz etmek gerekir. Bu durum ya Ebu Zer'in tercih ettiği yaşantı tarzının marjinal bir yaşantı olduğunu ve İslam için bir vasat oluşturamayacağına işaret olabileceği gibi; kişilerin yaşantısı ile inançlarının uyuşmamasının nasıl bu kadar yaygın benimsendiğine de işaret olabilir.
Ne ki, Ebu Zer savunucuları onun gibi bir hayat yaşamaktan uzak duruyorlar. Bu da Ebu Zer'i sadece zihinsel karşılığı olabilecek bir aktöre dönüştürüyor.
Aslında bu yaşadığı hayata karşı zihinsel bir kefaret ödeme çabasıdır.
Aslına bakılırsa sosyal medya, sanal Müslümanlar üretmektedir. Sanal Müslümanlığın en büyük özelliği savunduğu değer ve ilkelerin, yaşadığı hayatta bir karşılığının olmamasıdır. Bu yüzden sosyal medyada tanıdığınız çok sayıda insanla karşılaştığınızda hayal kırıklığı yaşamanız mümkün.
İslam'ın yanlış anlaşılmasını sadece rivayet kültürüne yükleyemeyiz. Çünkü bu kültürün oluşma sürecinden önce yaşanmıştır, Cemel, Sıffin ve Kerbela olayları. Hz. Ali'ye bayrak açan Hariciler'in tek kaynağı Kur'an'dır. Dayandıkları, iddialarını temellendirdikleri zemin sadece Kur'an'dı. Hz. Ali İse taraftarlarına onlarla Kur'an merkezli tartışmayınız,çünkü onlar Kuran'ı istedikleri gibi tevil edebilirler,onlarla Sünnet ile tartışın diyordu. Sünnet çünkü ayeti tarihle buluşturup somutlaştırır. Yani sadece Kuran'a dayanmak sorunları çözmeye yetmeyebilir. Nitekim Hariciler aramızda Kur'an hakem olsun diyorlardı. Bu öneriyi kabul etmeyen kim? Hz. Peygamber’in en yakın dostu Hz. Ali. Ne diyordu Hz. Ali: "Onlar hak sözle batılı kastediyorlar. Yani sorun sadece rivayet kültürü ile alakalı değil. İnsanın ontolojisi böyledir. Hiçbir rivayetin olmadığı zamanlarda Hz. Adem’in iki oğlundan biri diğerini öldürmüştü.
Siyasal ve sosyal hareketlerin en büyük zaafı iç eleştirinin olmamasıdır. Sanıldığının aksine sol/sosyalist örgütlerdeki itaat kültürü, dışlama ve infaz tavrı fanatik ve entegrist dini yapılanmalara rahmet okutacak düzeydedir.
HOCAM ŞEYHO DUMAN-CELAL SANCAR
06.12.2024
HTŞ’ye Humus yolu açıldı
06.12.2024
Hocam Şeyho Duman|Talip Özçelik
09.12.2024
ALİYA’DA HUKUK VE DÜZEN / Muharrem BALCI
11.11.2024
Hamza ER'le Derkenar..
11.11.2024
Taassup | Ümit Aktaş
12.11.2024
Yemen’den İsrailli kimya devine büyük darbe
15.11.2024
Ecel ve Ölüm SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 05.12.2024
CUMAYA GİTTİM GELECEĞİM ESRA DURU 06.12.2024
Suriye'de Neler Oluyor? YUSUF YAVUZYILMAZ 08.12.2024
Ecel ve Ölüm SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 05.12.2024
ÇAĞDAŞ HAÇLI SAVAŞLARININ YÖNTEMLERİ AYTEN DURMUŞ 13.11.2024
KUR’AN’A GÖRE HZ. PEYGAMBER YUSUF YAVUZYILMAZ 17.11.2024