ANNE BABA BİZ SUÇLUYUZ
-ALİ ŞERİATİ-
Fecr Yayınları
Ali Şeriati, düşünce dünyamızın müstesna kişilerinden bir sosyolog
O, yaşamını ilahi kelimatullah için ortaya koymuş ve inandığı idealler ve değerler uğruna canını verebilmiş bir öncü şahsiyet.
Kanı ile yazdıklarını ve söylediklerini imzalayan aziz bir şehit.
Aziz Şehidin ANNE BABA BİZ SUÇLUYUZ isimli kitabı kıymetli bir eser.
Hz. Ali’yi göklere çıkaran geleneksel Şia’ya karşı üstad Şeriati: Anneciğim, babacığım! Ben onu kendime rehber edinemezdim. Ben hakiki ve gerçekçi bir rehber istiyorum; yerde yaşayan, kendi cinsinden, insan olan bir rehber... Üstün bir insan istiyorum insanüstü değil... Zira insanüstü insan, insana yaramaz. Ben kilitli bir kapıdan içeri giren, bir bakışta düşmanını hamam böceğine çeviren ve bir gecede aynı anda yedi ayrı yerde misafir olan insanı örnek alamam. Böyle birisi benim imamım olamaz. Ali ile ilgili bana aktardığın insani erdemler de benim işime yaramaz. Hindistan'da öyleleri var ki bir badem tanesiyle 60 gün yaşıyor.”diye cevap veriyor..
Şehit Ali Şeriati’nin ANNE BABA BİZ SUÇLUYUZ isimli eserinden altını çizdiğimiz kısımları siz değerli Hertaraf Haber takipçileri için derledik.
Zeren X-Ali Dalaz/Hertaraf Haber-Kültür Sanat Servisi
Kerbela Destanı
“Anne, baba!
Sen her yıl, her ay, her hafta, her gün, gece gündüz “Kerbela” adındaki bir hadise yüzünden ağlardın ve halen ağlamaktasın. Benim bu hadiseden haberim yok! Sen de bilmiyorsun. Sana ne zaman bu hadisenin olduğunu ve mahiyetini sorduysam; hep müphem ve genel cevaplarla meseleyi geçiştirdin. Bu nedenle bu hadisenin ne olduğunu kavrayamadım. Aslında sen de kavramamıştın!
“İmam Hüseyin kimdir ve niçin şehit edildi?" diye sorardım. Derdin ki:
- Kendini ümmete feda etti.
'Kendini ümmete feda etti.' ne demek, diye sorardım. Şu cevabı verirdin:
-Kendini orada feda etti ki kıyamet günü dedesinin ümmetine şefaat edebilsin!...
Dedim ki babacığım bu tıpkı Hıristiyanların Hz.İsa hakkındaki sözleri gibi oldu. Zira onlar da şuna inanırlar: Hz. Adem yasaklanan meyveyi yediği için cennetten uzaklaştırılıp dünyaya sürgün edildi. Dolayısıyla Adem'in çocukları da babalarının kaderine mahkûm olduklarından artık cennete geri dönemezlerdi. Nasıl ki herkesin bir günaha karşılık bir şeyi kurban etmesi gerekiyorsa; İsa Mesih de tüm insanlar için ilk insanın işlediği günah karşılığında kendini kurban etti. Böylece kendisinden sonra insanların dünya zindanından kurtulup cennete geri dönüşlerinin önü açılmış oldu. Allah da buna karşılık Adem'in ve çocuklarının hatasını affetti. Babacığım, sen de benzer şeyleri söylüyorsun!!
Demek ki zulme, zorbalığa ve canilere direnerek kendisini, hayatını, ailesini, her şeyini ve bütün yakınlarını feda edip şehadeti seçen İmam Hüseyin; bütün bunlar benim ve senin için, hayatımızı kurtarmak için değildi öyle mi? Takipçilerini zulmün, yalancı biatin ve zorba sistemin boyunduruğundan kurtarmak için değildi öyle mi? Halkın özgürlüğü, adaletin ikame edilmesi ve hakkın gerçekleştirilmesi için değildi, öyle mi?”
*
“Hepinizin güvendiği, mukaddes ve tanınmış alimlerinizden birinin meşhur ve kutsal bir kitabını verdin, onu da okudum. Bütün minberlerin kaynak gösterdiği bir kitap. Öyle ki kimse yazarına "Gözünün üstünde kaşın var." demeye dahi cüret edemez. Siz dindarların en yüce ideallerini ihtiva eden bir kitap. Babacığım, amcacığım ve ey benim hidayete ermemi arzulayan vaiz efendi! Neresinden başlayayım bu kitabın? Siz bu dünyada Peygamber'den ve Ali'den daha büyük ve yüce bir şahsiyet mi biliyorsunuz yoksa? O muhteşem azamet sahibi Ali -ki ben dahi onu kabul ediyorum- sizden ve sizin en meşhur din adamlarınızdan daha yüce ve daha büyüktür. İslam Peygamberi'ne gelince; peygamberliğine inanmayan kimseler dahi onun, kendi inandıkları peygamberlerden daha büyük ve daha yüce olduğuna inanırlar.
*
Malum kitaptan aktarıyorum: Peygamberin son günleridir. Ali onun yüce ve mukaddes fikirlerinin dert ortağı ve sırdaşıdır. Peygamber, kimseye görünmeden Ali'nin evine girer. Ömrünün son günlerinde en gizli sırlarını Ali ile paylaşmak ve ona vasiyette bulunmak ister. Evet, Peygamber böyle bir halet-i ruhiye içinde ve bu amaçla Ali ile baş başadır şu anda.
*
Bu iki yüce şahsiyeti bilen her insanın; dünyanın bu iki mucizesini yan yana görünce ister istemez heyecandan kalbi duracak gibi olur. Halvet, vasiyet, sırlar!!... Sizin bu yüce mukaddes dediğiniz kitapta ne okudum biliyor musun? Şöyle yazıyordu: Peygamber Ali'ye iki şeyi vasiyet etti. Birincisi şuydu: "Ey Ali! Ben senin sinende can verdikten sonra canım çıkar çıkmaz onu avucunun içine al ve yüzüne sür!" İkincisi de şuydu: "Cinsel organımı iyice ört ki kimse onu görmesin. Zira kimin gözü ona ilişirse, kör olur!" Evet, işte bu kadar, bitti! Artık bana hak vermeyecek misin anne, baba? Bütün bunları kenara itip de işime baksam, hayatımı yaşasam, bilimin, düşüncenin, felsefenin, edebiyat ve sanatın peşine takılsam; bana hak vermeyecek misin?”
Velayet
“Anne, baba! Senin inandığın velayet nasıl bir şeydi? Derdin ki bu velayet, Ali adındaki birini ve ailesini sevmekten ibarettir. “Ali kimdir?" diye sorduğumda söylediğin ve vurguladığın tek şey Ali'nin mucize ve kerametleriydi. Yani kendisini taklit etmemiz mümkün olmayan özel meseleler. Ali'nin şecaatinden, cesaretinden, savaşlarından ve çift başlı Zülfikar'ından söz edersin. Zaten bugün beni, bizi ve Şia'yı koruyup kollayacak ne Ali var ortada ne de Zülfikar.
*
Derdin ki Ali, Hayber kalesinin kapısını mucizevî bir şekilde yerinden söktü. İyi de bugün ne Hayber var ne Hayberliler! Bugün İsrailli Yahudiler var, Hayberli değil! Senin artık onunla işin kalmadı.
*
Derdin ki o kadar takvalı idi ki sadece ekmeği yerdi, aç kalırdı, yırtık pirtik giysiler giyerdi. Bu tür şeyleri öyle bir anlatıyor, o kadar tek ister istemez fakirliğe ve yoksulluğa teşvik ediyor.
Derdin ki Allah, Ali'nin nurunu alemin ve Adem'in yaratılışından önce yarattı.
Derdin ki Peygamber miraca çıktığında sevinsin diye Allah ona Ali'nin sesiyle hitap etti.
Yine derdin ki Ali kendisini eleştirenlerden birini bir anda köpeğe çevirdi, diğeri de oracıkta kadın oluverdi. Sonra kadın olan gidip evlendi ve yedi tane de çocuk doğurdu. Sonra Hz. Ali onu affetti. Affedildikten sonra eski haline dönünce bir de ne görsün, aradan geçen zaman birkaç saniyeden fazla değildi!!
Derdin ki o daha kundakta iken, şehre bir ejderha geldi ve bütün şehir halkı korkup kaçtı. Ejderha Ebu Talip'in evine gitti. Ali elini kundaktan çıkardı ve ejderhayı ikiye böldü. İşte o zamandan beri adı Haydar oldu! ("Hayye" Arapça’da yılan demek. "Der" de zaten Farsça!!)
…Evet, anne, baba! Bu sözleri sizin âlimleriniz yazıyor. “Biharu'l- Envar” ve “Muntehal Amal" kitaplarını avam halk mı yazdı yoksa?! Sizin bu övdüğünüz Ali, kendisine İslam süsü verdiğiniz bizim Rüstem'imizdir aslında. Sizin bu Ali'niz ancak sofuların ve pehlivanların işine yarar; güreş salonları ve tekkeler için mükemmel bir sembol olur.
Anneciğim, babacığım! Ben onu kendime rehber edinemezdim. Ben hakiki ve gerçekçi bir rehber istiyorum; yerde yaşayan, kendi cinsinden, insan olan bir rehber... Üstün bir insan istiyorum insanüstü değil... Zira insanüstü insan, insana yaramaz. Ben kilitli bir kapıdan içeri giren, bir bakışta düşmanını hamam böceğine çeviren ve bir gecede aynı anda yedi ayrı yerde misafir olan insanı örnek alamam. Böyle birisi benim imamım olamaz. Ali ile ilgili bana aktardığın insani erdemler de benim işime yaramaz. Hindistan'da öyleleri var ki bir badem tanesiyle 60 gün yaşıyor. Diyorsun ki Ali hicret gecesinde İslam Peygamberi'nin yatağında yattı. Bundan dolayı Allah her gün gökteki meleklere Ali ile iftihar duyduğunu söylemektedir. Ali dediğin, ömrü boyunca ölümle burun burunaydı. Şu zamanda da öyle kimseler vardır ki hatta şu mecliste bile öyle kimseler biliyorum ki Ali'nin bu fedakârlığına iman eden senin gibilerden daha fazla inançları uğrunda kendilerini feda ederler. Ali ile ilgili bana söyleyeceğin başka ne var? Hiçbir şey. Neden? Siz ancak bana ve benim gibilere küfreder durursunuz: Ey dinsiz, imansız... Ey köpeklerle oturup kalkan herif, dinin elden gidiyor!!
Anne, baba! Bu yeterli değil. Nerede Ali'nin öğretisi? Ali'nin dünya görüşü... Ali'nin yolu... Söyler misin bana, Ali'nin o derin düşüncesi ve ulvî yapısı nerede?”
İmamet
“Anne, baba!
Bana imameti öğrettin ve dedin ki imamet Peygamber'in kendisinden sonra yerine amcasının oğlunu resmen tayin etmesidir. Sonra da onun çocukları arka arkaya on ikincisine kadar Peygamber'le olan akrabalıklarından dolayı, babadan oğula otomatik olarak halka hâkim oldular. Sonraları bir kısım maslahatçı araştırmacılar dediler ki; veraset yoluyla geçen imamet İranlıların ta eski dönemlerde ürettikleri bir şey olup oradan kopya edilmiştir. Her neyse, yine soruyorum, bunun bugün bize ne yararı var? Şu anda ben ne yapayım? Eğer Peygamber'den sonraki 250 yıllık dönemde hükümet, o döneme hükmedenlerin değil, 12 imamın hakkıydı diye inansam; bu inancın bugün bana, bize, insanlığa ne faydası olacak? Tamam, kabul ettim, şimdi ne yapmak lazım? Bugünün insanına, bu halka diyecek, verecek neyin var? İmamet sistemiyle diğer sistemler arasında ne fark var? Ebubekir'e oy veren kimse yok artık, Ali'ye karşı vefalı olan da yok şimdi, onlar gitti... O dönemde ve tarih boyunca Ali'ye vefalı olan, ondan yana duruş sergileyenler de; Ebubekir'den yana tavır alanlar da; her ikisine karşı vefalı olmayan ve başkalarına bağlı olan kimseler de gitti, yok şimdi. Sen ise hâlâ tutturmuş yok efendim hükümet bunların hakkıydı, onların değil, deyip duruyorsun. Yani fikrin, zikrin, bütün hassasiyetin artık tarih olmuş bir meseleyi konuşmaktan ibaret!
Sonra da dedin ki bu imamlar, masum ve metafizik bir kişiliğe sahiptir! Benim ve senin cinsinden değiller. Bunlar "insanüstü" varlıklardır, "üstün insan" değil. Bunlar Allah katında pak ve O'na yakın kimselerdir. Böylece biz de bu dünyada onlara tevessül ederek ahirette cehennemden, hesap ve kitaptan, sorgu ve sualden, ilahî adaletten kurtuluruz!
Oysa anne, baba! Ben; bugünün insanına yarayacak ve onun kötü yazgısını değiştirecek bir imametin peşindeyim. Zalim, ayrımcı, sömürücü ve istibdat yönetimlerinin eli altında her zaman inleyen, katliamlara uğrayan halkları kurtaracak bir imamet sistemi... Savunduğumuz, kendilerine karşı sorumluluk bilinci hissettiğimiz ve kurtuluşları için çabaladığımız bu ezilmiş halkları ve herkesi kurtaracak adalete, özgürlüğe ve erdeme dayalı bir rehberlik peşinde olalım.”
*
“Ben de ayrımcılığın, haksızlığın, zulmün kökünün kazınması ve bunun yerine özgürlüğün ikame edilmesi gerektiğine inanıyor ve bu uğurda çabalıyorum. Fakirliği ve sınıfsal yapıyı yerle bir edecek bir din arayışındayım. Bu dünyada insanlara kurtuluş ve özgürlük bahşedecek bir din arıyorum. Bu dünyada herkes için hayat, kültür ve olgunluk bağışlayacak bir sorumluluk arıyorum. Adalet terazisini ölümden önce bugünün insanına, bu dünyada ikame edecek bir din arıyorum. İşte bu yüzden Müslüman'ım.”
“Ancak bir çıkış yolu(!) daha var, o da şu: Hiç zahmete girmeden, şehadeti göze almadan, bir mücahidin eriştiği fikrî ve ruhî olgunluğa hiç gerek olmadan, özel bir "kelek atma" yöntemiyle aynı dereceye ulaşmak ve şehitlerin safında yer almak mümkün!
Örneğin kıyamet günü her gazvenin (harekât) şehitleri saf saf dizileceği gün Ali'nin, Hüseyin'in, Hamza ve Hür'ün yanında tanıdık, bildik ve büyük işler başaran Abbas, Cafer-i Tayyar, Enes bin Nadir, Habbab ve Yasir yer almakta. Bir de bakıyoruz ki medar-ı iftiharımız olan bu parlak şahsiyetlerin yanında tanımadık simalar da safa durmuş. Birisine soruyoruz:
Beyefendi siz de kimsiniz? Hangi gazvenin şehidisiniz siz? Beyefendi cevap verir:
Ben cihada gitmedim, üstelik çok yemekten öldüm! Ancak bir Cuma gecesi gusül abdesti aldım, falan virdi peş peşe yetmiş defa okudum ve bu makama ulaştım! Sakın “Nasıl oldu da bu şehitlerin safında yer aldın ve buna nasıl layık görüldün?" diye hayret etmeyesin! Ben o gece yetmiş şehit sevabı kazandım, üstelik şehitlerin en üst mertebesinde olan Bedir şehitlerinden yetmiş kişinin sevabı... Sen benim bu şehitlerin safında durmaya razı olduğuma ve kendimi onlardan biri gibi kabul ettiğime bakma. Bu, benim şehitlerin efendisi Hz. Hüseyin'e ihtiramım, tevazum ve alçak gönüllülüğüm dolayısıyladır ki derecemi yetmişten bire indirdim de o safta durdum. Zira İmam Hüseyin'in “kıyam"ının tamamı yetmiş iki şehit değerinde iken, benim tek başına "oturuşum” yetmiş şehit değerindedir! (İşte buna kurnazlık derler!)”
*
“Oysa bilimsel düşünen, bilinçli ve öncü bir aydın ile hiç düşünmeden körü körüne taklit eden avam arasındaki fark; birisinin inançsız, diğerinin ise inançlı olması değildir. Aksine aradaki fark şu olmalı: Aydın hakikate inanır, avam ise batıla! O, gerçek Ali'yi tanır, bilir, Kur'an'ı açar, okur ve anlar; bu ise, Kur'an'ı da Ali'yi de sadece kutsallaştırır, mutaassıp olur, onları anlamaz ya da yanlış anlar!”
Dua
“Demek istiyorum ki:
Kardeşlerim, bacılarım!
Dua, aczin ve zilletin sebebi değildir. Dua, insanın asaletini ve insanî değerleri reddetmez. Dua; muhal, mantıksız ve aklın kabul etmediği şeyleri elde etme aracı değildir. Dua hiçbir surette görevin yerine geçmez, bireyin veya toplumun sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Dua, herkesin hayata, halka, topluma ve kaderine karşı sorumluluğundan kurtulmak için bir kaçış, bir çıkış yolu değildir. Çirkinlik, seviyesizlik, fesat, hayasızlık ve ihanet lekesini yıkayıp temizleyen bir madde; suçluyu ve hak etmeyeni mantıksız ve kanunsuz yollarla affettiren ve ona kurtuluş bahşeden bir düzenbazlık değildir.”
*
“İtikadî, felsefî ve düşünsel özelliklerinin yanı sıra dua şunları da kapsamaktadır: İnsanın dertlerini ve acılarını ortaya dökmek... Toplumun durumunu beyan etmek... Bireyin kendisinin, grubunun ve toplumunun maruz kaldığı çelişkileri, haksızlıkları, adaletsizlikleri, perişanlıkları, insanlık dışı şartları ifade etmek... Düşmandan, düşmanın yaptıklarından, düşmanın tuzaklarından söz etmek... Ve hakikatle değil, hakikate hükmeden ve halka musallat olan sınıf ile bunların karşısında yer alan kesimin durumunu şerh etmek...
Duanın son merhalesi istemektir. Ama bu istekler her haltı yiyip bu arada duayı da ihmal etmeyen ve ettiği duanın dahi anlamını bilmeyen hurafe dolu vird okuyucularının dar görüşlü, mantıksız, akıl dışı ve bencilce istekleri değil. Bilakis büyük insanî değerleri niyaz etmek, ahlâkî ve toplumsal arzuları beyan etmektir. Öyle ki; istenen şey bazen inançlı, sorumluluk sahibi, ileri ideal ve ülkülere sahip bir grubun fikrî ve olmaktadır:
"Allah'ım! Beni zalimlerin oyuncağı kılma!" “
Faruk Sevim'le Derkenar..
19.09.2023
Fatma Akdokur'la Derkenar...
14.09.2023
Ayhan Bilgen'le Derkenar..
06.09.2023
Mehmet Yavuz Ay ile Derkenar..
26.08.2023
Muharrem Balcı ile Derkenar...
09.09.2023
Ufuk Uras'la Derkenar..
01.09.2023
6-7 Eylül / Mülteciler | Recep Karagöz
07.09.2023
IRAK NOTLARI (VII) / Harun AYKAÇ
25.09.2020
Bir 12 Eylül Okuması YUSUF YAVUZYILMAZ 16.09.2023
Zamların Anatomisi - IV. Bölüm MUHSİN GANİOĞLU 16.09.2023
Varoluşsal İdrake Yabancılaşmak ATASOY MÜFTÜOĞLU 17.09.2023
Zamların Anatomisi - I.Bölüm MUHSİN GANİOĞLU 25.08.2023
Bir 12 Eylül Okuması YUSUF YAVUZYILMAZ 16.09.2023
Muhafazakârlık ve Başkaldırı TALİP ÖZÇELİK 05.09.2023