metrika yandex
  • $34.34
  • 37.69
  • GA21310

Haberler / Yorum - Analiz

Abraham Anlaşmaları ve Aksa Tufanı|Hasan Dündar

09.11.2023

 

7 Ekim 2023 te Hamasın operasyonu sonrası Amerikalılar İsrail’e akın ettiler. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ziyarete geldiği İsrail’de  kameraların karşısında “bir yahudi olarak buradayım” (*)demekten bir sakınca görmedi. ABD başkanı Biden ise,7 Ekim sonrası geldiği İsrail'de temasları sonrası düzenlenen basın toplantısında İsrail devletinin dünyadaki Yahudi insanlar için güvenli bir yer olarak kurulduğunu söyleyerek, "İsrail Bunun için kuruldu, eğer İsrail olmasaydı, mevcut olmasaydı onu icat etmemiz gerekirdi." dedi. İsrail'in Yahudiler için yeniden güvenli bir yer haline gelmesi gerektiğini söyleyen Biden, "Ben size söz veriyorum bunun olması için elimizden gelen ne varsa onu yapacağız." diye konuştu. Biden, 75 yıl önce, kuruluşundan 11 dakika sonra ABD Başkanı Harry Truman'ın İsrail'i ilk tanıyan devlet olduğunu aktararak, "Onların yanında olduğumuzu o zaman göstermiştik şimdi de bunu göstereceğiz." ifadesini kullandı.(1)

Hamas’ın saldırısının anlamı neydi? Yüksek şiddet ve yıkım kapasitesine sahip bir saldırı mıydı, yoksa bir terör saldırısı mı? Ya da topraklarını işgal edene karşı bir başkaldırı niteliği taşıyan saldırı mı idi? Bu olay incelendikçe bilinenin aksine küresel stratejik değişimleri tetikleyecek “süper politik” bir eylem olarak tarihe geçecektir.(2)  Zaten saldırı sonrası açıklama yapan İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, Hamas’a saldırıların devam edeceğini belirterek, ülkesinin “uzun ve zorlu” bir savaşa girdiğini söyledi ve ekledi: “Hamas’a vereceğimiz yanıt Ortadoğu’yu değiştirecek.”

İsrail, Arap devletleriyle siyasi ilişkilerini bazı dönemlerde yumuşatmak ve bu vasıtayla diplomatik kazançlarını artırmak istemiştir. İsrail’in son dönemlerdeki bu isteği 13 Ağustos 2020 tarihinde dönemin ABD Başkanı Donald Trump tarafından uluslararası kamuoyuna duyurulmuştur. Donald Trump tarafından yapılan bu duyurudan yaklaşık bir ay sonra 15 Eylül 2020 tarihinde ABD Başkanı, İsrail Başbakanı Benjamin Netenyahu, BAE Dışişleri Bakanı olan Abdullah Zayed Al Nahyan ve Bahreyn Dışişleri Bakanı Abdullatif Bin Rashid Al-Zayani ile Abraham ( İbrahim)  Antlaşması imzalanmıştır (Al Jazeera, 2020). (3)

Abraham (İbrahim) Anlaşmaları Tel Aviv’in kuruluşundan beri dışlandığı bölgesinde nihayet kendisini kabul ettirmesini sağlamıştı. Son olarak Suudi Arabistan’la yapılan görüşmelerin iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesini hedeflediği belirtti (4)

Abraham (İbrahim) Antlaşmasının beyan bölümü analiz edildiğinde dostluk ve barış kavramlarına önem atfedildiği görülmektedir. Deklarasyonda inançlar arası ve kültürel diyaloglar geliştirilerek üç semavi din adına barış sağlamanın amaç edindiği, Orta Doğu’da tesis edilecek barış ortamının iş birliği ve diyalogdan geçtiği, ayrıca İsrail ile bölgedeki diğer ülkelerin kuracakları barış ortaklıkları ile bölgenin daha güvenli bir hale dönüşeceği bildirilmektedir (The State of Israel Abraham Accords Declaration, 2020)… (5) Biz bu filmin renksizini daha önce BOP ( Büyük Ortadoğu Projesi ) olarak yaşayarak seyretmiştik. Hatta kendimizi BOP’un eş başkanı zannederek bir yansılma yaşamıştık ta 15 Temmuz’da bedeli ağır olmuştu.

Nitekim şimdi gerçek eş başkan olarak: İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’unTwitter hesabından yaptığı açıklamada: “Ortadoğu’da iyi komşuluk ilişkileri ve ortaklık ruhu hepimiz için önemlidir. Tüm inançların mensupları -Müslümanlar, Yahudiler ve Hıristiyanlar- bir arada barış içinde yaşayabilirler ve yaşamak zorundadırlar” vurgusu aslında İbrahim Anlaşması’nda ifadesini bulan: “Üç İbrahimî din ve tüm insanlık arasında bir barış kültürünü ilerletmek için dinler arası ve kültürler arası diyaloğu teşvik etme çabalarını destekliyoruz. Irkı, inancı veya etnik kökeni ne olursa olsun herkesin onurlu ve umutlu bir yaşam sürebileceği bir yer haline getirebilmek amacıyla herkesten hoşgörü ve saygı bekliyoruz” şeklindeki sözde, ‘Dinler Arası Diyalog’ projesini çağrıştıran bu projelere teşne olmak hiçbir şekilde Türkiye’nin ve bölge ülkelerinin yararına olmadığını ifade etmek istiyoruz.(6)

Orta Doğu'da yeni bir dönemi başlatan Abraham Anlaşmalarının üzerinden üç yıl geçti. İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn arasındaki diplomatik ilişkileri normalleştiren Abraham Anlaşmaları, eski ABD Başkanı Donald Trump'ın Beyaz Saray'da düzenlediği resmi bir törenle 15 Eylül 2020’de imzalandı. Bu normalleşme adımları aynı yıl içerisinde genişleyerek Fas ve Sudan’a da ulaştı. Bu diplomatik atılımların gerçekleşmesinde İsrail’in ekonomik açıdan güçlü bir ülke olması ve katılımcı ülkelerin ABD ile daha yakın ilişkiler içerisinde bulunma umutları en önemli etken oldu. Beklendiği üzere bu normalleşme, anlaşmaya imza atan ülkelere güvenlik, ekonomi, bilim ve kültür alanlarındaki büyük değişimlerden yararlanma şansını sundu. Bu şansı değerlendiren Abraham Anlaşmalarına taraf ülkeler, özellikle ekonomik alanda ortak çıkarları önceleyen yeni iş birliklerine adım attı. Geçtiğimiz 2 yılda İsrail, anlaşmaya taraf ülkelerin her birinde diplomatik temsilcilikler açtı. Bu ülkeler ile ulaşım, yenilenebilir enerji, savunma, sağlık, siber güvenlik, tarım, sulama, turizm ve tıp gibi alanlarda bir dizi anlaşmalar imzaladı. Tüm ülkelerden bakanlar ve önde gelen iş insanları karşılıklı resmi ziyaretler gerçekleştirdi. İş birliğine dayanan ekonomik girişimler, Abraham Anlaşmaları ülkeleri ile İsrail’in ticaret rakamlarında çarpıcı bir artış sağladı. Atılan tüm bu adımlarda İsrail ve BAE arasındaki dinamik ilişkiler en dikkat çekici unsur oldu. (7)

Ama, 1971'de BAE'nin ilk Emiri ve Abu Dabi hükümdarı Şeyh Zayed bin Sultan Al Nahyan şunları söylemiştir: “İsrail'in yayılma politikası ve ırkçı Siyonizm planları, tüm Arap ülkelerine, özellikle de doğal kaynaklar açısından zengin olanlara yöneliktir. Hiçbir Arap ülkesi, İsrailli düşmanıyla yüzleşmede rolünü oynamadığı ve sorumluluklarını üstlenmediği sürece Siyonizm ile savaşın tehlikelerinden kurtulamaz. "(8) diyordu… 

ABD'nin aracılık ettiği İbrahim Anlaşmalarından önceki beş yıl boyunca Körfez Arap-İsrail uyumu, koordinasyonu, etkileşimi ve iş birliği daha açık hale geldi. 2015-2020 dönemi boyunca, Tel Aviv ile KİK ülkeleri (Kuveyt hariç) arasındaki ilişkiler bir şekilde normalleşme yönünde ilerledi. (9) 

Uluslararası İlişkiler Uzmanı Doç. Dr. Bahadır Kaynak, "11 Eylül nasıl Amerika’nın küresel ölçekte kırıp döktüğü bir dönemin kapısını açtıysa, İsrail de bunu daha küçük ölçekte bölgede gerçekleştirebilir" dedi. İbrahim anlaşmalarıyla iyice yalnızlaşan Filistinlilerin, kendi davalarını dünya kamuoyuna taşıdığı iddialarını da değerlendirdi. Bu durumun Filistinlilerin uğradığı haksızlıkların gündeme gelmesinden ziyade, İsrail’in hem Batı Şeria’da hem de Gazze’de bu olayları kullanarak baskıyı artırmasına neden olacağını söyledi. “1987’deki Birinci İntifada bir gözardı edilme sürecine tepkiydi. Meseleyi uluslararası gündeme taşımakta başarılı olmuştu. Ancak İsrailli askerlere taş atan çocuklarla siviller arasında böylesi can kaybına yol açan olayların doğuracağı tepkiler taban tabana farklı” diye konuştu. Böyle bir saldırının küllenmekte olan Filistin meselesini gündeme taşısa bile bunun kamuoyundaki etkisinin İntifada’yla aynı olmayacağını belirten Kaynak, “Filistin davasına yeniden can suyu vermek bir yana, İsrail’in Gazze’ye yönelik sert cevabına ve orada şiddeti artacak tedbirlere meşruiyet sağlayacak bir durumla karşı karşıyayız” dedi.(10)

Fakat unutmamız gereken bir husus varki; Ne Filistin Otoritesi ne de Gazze’yi kontrol eden Hamas hem hukuken hem de fiilen uluslararası sistemde henüz devlet olarak tanınmış değildir. Bağımsız Filistin Devleti 1988 yılında tek yanlı olarak ilan edilmiş ve birçok ülke tarafından tanınmış olsa da, Filistin Otoritesi BM’de gözlemci statüsünde bulunmaktadır. Filistin Otoritesi’nin Filistin toprakları üzerinde tam anlamıyla fiili kontrolü de bulunmamaktadır. Kendisine ait herhangi bir savunma gücü de yoktur (Khalil, 2005:23-24). Hamas ise sınırlı sayıdaki ükeler hariç genellikle bir terör örgütü olarak kabul edilmekte, Gazze’nin içini fiilen kontrol etmesine karşın, bu toprakların dış dünya ile ilişkilerini tam anlamıyla kontrol etmekten uzaktır. Zira Gazze’nin bütün giriş çıkış noktaları İsrail’in denetiminde bulunmaktadır. Üstelik Hamas’ın Gazze’yi tek başına bir devlet yapma gibi planı da bulunmamaktadır. Dolayısıyla İsrail’in hedefindeki Gazze bir devlet olmayıp, Gazze içinde savaşa muhatap kılındığı ifade edilen Hamas da zaten İsrail tarafından terör örgütü olarak tanınmaktadır. Bu nedenle, İsrail-Gazze çatışmasının devletler arası bir silahlı çatışma gibi sunulması yanıltıcıdır. (11) 

Çünkü bir taraf devletin bütün imkanlarını seferber etme yeteneğine sahip iken, öteki taraf bu lüksten yoksundur. Ortaya çıkacak çatışmanın da hakkaniyet ilkelerine göre yürütülmesi sorumluluğu vardır. Bu sorumluğu yerine getirmesi daha çok beklenen taraf elbette devlettir. Özelde Hamas-İsrail genelde ise Filistin-İsrail çatışmasında eşit sorumluluktan bahsetmek olası değildir (United Nations, 2007:15). Bu nedenle, İsrail’in Gazze’ye dönük saldırısının sürekli biçimde neden uluslararası düzeydeki bir silahlı çatışmaymış gibi arzedilmesinin geri planı da aydınlanmaktadır. İsrail, ‘‘orantısız güç’’ sorumluluğundan sıyrılabilmek için çatışmanın birbirine denk taraflar arasında yürütüldüğü izlenimini yaratmaya çalışmaktadır. Halbuki ne Filistin Otoritesi ne de Hamas İsrail’e karşı uluslararası düzeyde bir savaşı yürütebilecek kabiliyetlerle donatılmıştır. Bu nedenle Gazze’de neden olunan sivil kayıpların uluslararası bir çatışmanın olağan sonucu olarak kabul edilmesi olası değildir. (12)

Bu çerçevede Gazze’deki son duruma bakıldığında, toprakları işgal altında bulunan Filistinlilerin göstermiş olduğu direnişin Hamas tarafından organize edildiği, Filistin Otoritesi’nin, Bantustan rejimini (Boyle, 2000) kabul eden taraf olarak, artık direnişçi sınıfında ele alınamayacağı görülmektedir. Hamas’ın İsrail’in sivil yerleşim birimlerine roket fırlatması uluslararası hukuka göre savaş suçları arasında yer alsa da (Roma Statüsü Madde 8), bu durum anılan hareketin nihayetinde bir direniş örgütü olduğu gerçeğini değiştirmez. Diğer taraftan, Hamas militanlarının Gazze’de sivil halkın arasında saklandığı ve silahlarını sivil binalarda koruduğu ileri sürülerek İsrail tarafından yapılan saldırılardaki sivil kayıplar meşrulaştırılmaya çalışılırken, Gazze gibi nüfus yoğunluğu oldukça yüksek, ormanlık ve dağlık arazisi olmayan dar bir yerleşim biriminde faaliyet gösteren bir direniş hareketinin hangi yöntemleri kullanarak kendisini sivil halktan ayırabileceği sorusu cevapsız kalmaktadır.(13) 

Şehrin durumu, arazinin yapısı, nüfusun yoğunluğu ve Şerid’in ileri silah teknolojisiyle donatılmış İsrail güçlerinin her an gözetiminde olduğu düşünülürse, Hamas eylemlerinin sona ermesi çağrısı, Filistinlilerin işgale karşı direniş hakkından vazgeçmelerini istemek demektir. Gazze gibi bir yerde direniş örgütü bulunacaksa, bunun hareket alternatifleri bugün Hamas tarafından uygulananlardan çok da farklı olmayacaktır. Ancak, İsrail işgal altında tuttuğu topraklarda emniyet tedbirleri ile terörist diye nitelendirdiği gruplara karşı mücadele etmek yerine, Filistinlilerin işgale karşı direniş hakkı yokmuş gibi davranmakta ve direnişçilerin giriştiği en küçük eyleme karşı ‘‘savaş’’ mekanizmasını harekete geçirmekte; sonuçlarını bilerek, planlayarak ve isteyerek sivilleri hedef aldığı izlenimini vermektedir. (14) 

Ancak, işgalcinin mevcut çatışma şartları dahilinde göstereceği anlık nefs-i mudafaanın üst sınırını direnişçinin ilk hareketi oluşturmuş olacaktır. Bir diğer ifadeyle, direnişçinin sergilediği ilk eylemin boyutu ve yoğunluğu işgalcinin direnişçiye karşı alacağı önlemlerin boyutunu ve yoğunluğunu belirlemektedir. Bu durum, ulusal düzeyde vuku bulan silahlı çatışmalarda devletin başvuracağı orantılı gücü oluşturur. Dolayısıyla, İsrail’in Gazze’ye karşı giriştiği saldırının ölçeğinin roket fırlatan Hamas militanlarını etkisiz hale getirmekten öteye geçmemesi beklenir. Ancak sonuç hiç de böyle değildir. Bu yüzden İsrail’in Gazze saldırısı nefs-i mudafaa yapma sınırlarının çok ötesindedir.(15)

Öte yandan, Hamas-İsrail arasında Gazze’de yaşanan çatışmanın taraflar arasında daha önce tesis edilmiş bulunan ancak Hamas tarafından bozulduğu iddia edilen ateşkes üzerine başladığı ileri sürülür. Halbuki, ateşkesin İsrail tarafından bozulduğu bilinmektedir (Finkelstein, 2009). Dolayısıyla, uluslararası çatışma kurallarına göre (Lahey Düzenlemeleri Madde 40) Hamas’ın ateşkese riayet etmesi için neden kalmamıştır. Ancak, sivil-askeri hedef ayırımı yapmadan Hamas’ın İsrail topraklarına roket fırlatması çatışma kurallarının ciddi ihlalidir. Hamas ve İsrail tarafından çatışmalar sırasında ihlal edilen uluslararası hukuki düzenlemeler karşılaştırıldığında, bunlar arasında bir denge veya eşitlik aranması sözkonusu değildir. Hamas tarafından fırlatılan roketler çoğu durumda İsrailli siviller için sadece tehdit yarattıysa da, İsrail tarafından girişilen ihlaller Gazzeliler için dayanılması güç sonuçlar doğurmuştur. 

Aksa Tufanının temellerini oluşturan Abraham (İbrahim) Anlaşmalarının deklarasyonu Ocak 2020’de aslında sadece bir barış dosyası olarak yayınlanmadı, aynı zamanda “Müslüman ve Arap ülkeleri” için yeni bir evrenin başladığı müjdelendi(!). Ortadoğu’da artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Barış planlarının duyurulmasının ardından bazı Arap medya kanallarında Körfez ülkelerinin İsrail ile görüşmeler yapmakta olduğu ve anlaşmanın özellikle bir Körfez ülkesi tarafından imzalanacağı üzerine spekülatif haberler dolaşıyordu. En kötü komplo teorilerinin bile sınırlarını zorlayan bu söylemlere Ortadoğu’da yaşayanlar ile bölgede olup bitenleri anlamlandırmaya çalışanlar ihtiyatlı yaklaşmayı tercih ettiler. (16) Oysa,ABD’nin himayesinde İsrail daha önce başlatılan BOP ( Büyük Ortadoğu Projesi) ni ikmal ederek devamen GOP (Genişletilmiş Ortadoğu Projesi) ni de bitirmeye gayret ediyordu. İbrahim anlaşmalarının Kuzey Afrika ülkelerini kapsaması da bu proje gereği idi. Yani kurt kuzu postuna bürünmüş ve hergün kendisinden aşşağıda su içen kuzuya niye suyumu bulandırıyorsun ? diyordu… 

Sabır taşı çatladı ve Aksa Tufanı başladı.

Sonucu ya şehadet veya zafer olan bir cihad. Fakat fiziki olarak 11 Eylül tipi bir çerçeve; çok uzun bir süreç ve faturası  15 kat daha ağır olacağa benziyor. İnşallah 3. Dünya savaşına dönüşmez…

Kaynak:hikmetakademisi.com

D İ P N O T L A R:

(*) Bir Yahudi olarak buradayım!” Birileri bu savaşın din savaşı olmadığını iddia ededursun, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken Siyonist çetenin sözcülüğünü yapıyor ...

1-https://www.aa.com.tr/tr/dunya/biden-israil-olmasaydi-onu-icat-etmemiz-gerekirdi/3025099

2- https://www.yeniasya.com.tr/aytekin-coskun/israil-filistin-gazze-hamas-aksa-tufani-7-ekim-israil-in-11-eylul-u-mu-1_589022

3- Güngör ŞAHİN1, Serhat GÜZEL2 -https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1820883

4- https://www.iha.com.tr/istanbul-haberleri/doc-dr-bahadir-kaynak-israilin-11-eylulu-37262835

5- Güngör ŞAHİN1, Serhat GÜZEL2 -A.g.m- sh-22

6-Doğan BEKİN-https://yenidenrefahpartisi.org.tr/page/israil-turkiye-yakinlasmasi/2273

7- Şerife Akıncı-https://www.aa.com.tr/tr/analiz/ikinci-yilinda-abraham-anlasmalari-ve-gelinen-nokta/2691849

8- Giorgio CAFIERO Doç. Dr. Esra ALBAYRAKOĞLU-https://dipam.org/rapor-ibrahim-anlasmasinin-jeopolitik-sonuclari/ sh-3

9- Giorgio CAFIERO Doç. Dr. Esra ALBAYRAKOĞLU-A.g.m.sh-5

10- https://www.iha.com.tr/istanbul-haberleri/doc-dr-bahadir-kaynak-israilin-11-eylulu-37262835

11- Davut Ateş-GAZZE TRAJEDİSİ: SORUMLULUK VE  KAVRAMLARIN HAKLILAŞTIRMA İŞLEVİ -Çağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 6(1), Haziran 2009 -sh-64

12- Davut Ateş- A.g.m.sh-65

13- Davut Ateş- A.g.m.sh-70

14-Davut Ateş- A.g.m.sh-71

15-Davut Ateş- A.g.m.sh-72

16- https://kriterdergi.com/dis-politika/ibrahim-anlasmalari-korfez-ulkeleri-ile-israil-arasindaki-gercek-baris-anlasmasi-midir

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş