metrika yandex
  • $32.45
  • 34.68
  • GA18240

Takiyyeciliğin Zindanında Çağdaş Tekfircilik Hali

MEHMET YAŞAR SOYALAN
28.05.2018

Herkes kendi alışkanlıklarını veya yaşayageldiklerini dinin vazgeçilmezleri olarak görüyor. Önemsediklerini önemsemeyenleri, yaşadıklarını yaşamayanları, kendi dininin, dini geleneğinin dışında sayıyor. Kendi dinini, bilgi düzeyi ve ilgi alanıyla, hatta kişisel inançlarıyla sınırlamayarak, kendi algı ve tecrübesini dinin kendisi, yegâne gerçeği olarak kabul ediyor.

Kendisi gibi düşünmeyenleri, sadece kendi kişisel dininin değil, kişisel önyargıların ve tercihlerin çok üstünde olan İslam dininin de düşmanı olarak gördüğünden ona karşı kendisini kilitliyor. İslam’ı kendisi ve kendisi gibi düşünüp yaşayanlardan ibaret saydığı için böyle yapıyor ve bunu açıkça söyleyemese de hal ve hareketleriyle bu düşüncesini açık ediyor. Diliyle ikrar etmese de onu "düşman"ı olarak ötekileştiriyor. Düşmanı olarak gördüğünü önce kalbinden, sonra zihninden, daha sonra hayatından en sonunda da bütün dünyadan, dünyasından kovuyor.

O böyle yapmakla aslında kendisini sadece kendisi düşünenlerin sığ ve kıraç dünyasına hapsediyor. Kendisini “öteki” dediği “ötekilerin” koca dünyasından dışlıyor. Ancak günün gerçekliği, hayatın ve ihtiyaçların karmaşıklığı, kendisini, kendisi ve kendisi gibilerle başbaşa bırakmıyor. Bu gerçeklik onları kendi kozalarında tek başlarına yaşamalarına imkân bırakmıyor, “öteki” dediklerinin “dünyalarına girip çıkmak” durumunda kalıyorlar. Bu başka dünyalara giriş çıkış mecburiyeti onları mecburen başkalaştırıyor. Başka bir hale, ikircikli bir yapıya sokuyor.

Bu hal, bu ikircikli yapı, kimsenin kabullenmediği ama az çok herkesin bedenine bulaşmış olan, özellikle de kendisi olamayanlarda sıkça görülen bir durum: çirkin ve itici takiyyecilik... İşte insan, kibrin, kendini yeterli görmenin ve ötekileştirmenin girdabına kapıldığında, kendisini, zihnini ve varlığını betonlaştıran tekfircilikle, kişiliğini ve çevresini çürüten takiyyeciliğin kıskacına mahkûm ediyor. İnsanoğlu, takiyyeciliğin zindanında çağdaş bir tekfircilik yapıyor veya tersinden, tekfirciliğin zindanında modern takiyyecilik hali yaşıyor, yaşatıyor.

Çevremize baktığımızda görüyoruz ki, (Bu çevreyi, sadece dar kendi özel çevremizle ve dünyamızla sınırlandırmaya gerek yok, tv ekranlarıyla beynimizin içine kadar giren koca bir dünya olarak da düşünebiliriz.) herkesin şaşmaz, tartışılmaz, konuşulamaz bir yolu, bir din algısı, dünya görüşü, felsefesi var. Ve insanlar sahip oldukları bu şeyler için çok peşin hükümlü ve tartışmaya kapalılar. Genellikle bu algılar kör bir atacılığın ürünü. Çağdaş görünümlü anlayışlarda bu önyargı ve tututculuğun daha keskin olduğunu söyleyebilirim. Onlarınkı tam bir kör atacılık. Çağdaşı veya gelenekseli pek farketmiyor, hepsi hayat şartlarının dayatması karşısında hemen sırıtan bir takiyye içine giriveriyorlar.

Herkesin bu kör bir atacılık ve gelenek tutkusu, alışkanlıklarına inadına bağlı, ancak kendine bile güvenmeyen hali, gerçek yüzünü gizlemesi için iğreti duran yapmacık hoşgörü nöbetlerine tutulmasına ve çirkin bir takiyye içine girmesine neden oluyor. Hem bu hem bu ikiyüzlü hali hem de nerede, ne zaman, kime isabet edeceği belli olmayan serseri kurşun hali bütün güven ve uzlaşma ortamlarının sabote edilmesini sağlıyor.

Tüm bu zoraki birliktekilerin, birbirinden daha çok nefret etme ve karşılıklı olarak düşmanlıkları arttırma dışında bir işlev görmediği yaşanılan tecrübelerden anlaşılıyor. Konuşan insanların aslında konuşmadıklarını, birbirine bakan insanların aslında birbirlerini görmediklerini görüyorsunuz.

Tüm bunlar insanoğlunun bu çirkin yanının bir başka bir boyutunu da gözler önüne seriyor: riyahali. Bu yalancı dünyada “riya” ile kendisine yer ve imkân açıyor. Bu hal, öyle bir hal ki insanın, insanlığını bir kurt gibi kemiriyor, iyilik ve adanmışlık adına ne varsa anlamsızlaştırıyor, ne yapmışsa, yapılmışsa hepsini çürütüyor, ulduruyor. İnsanın beynine yerleşen, yüreğine hükmeden bir mikroptan söz ediyoruz. Riya, takiyyenin ve kibrin özkardeşi. Ama hep insanda, insanla birlikte. İşi ile arasında, eşi ile arasında, arkadaşı ile arasında. Riya, kibir ve takiyye bazen birlikte bazen ayrı ayrı olarak ama her durumda birbirlerinin değirmenine su taşıyarak, iyilik ve adaletin mezarını kazıyorlar da kazdıkları o mezarlara içinde gezindikleri bedenlerini gömüyorlar.

Elbette riya, kibir ve takiyyenin ve bunların doğal bir sonucu olan ötekileştirmenin, düşmanlaştırmanın egemen olduğu bir ortamda fikirlerin, kültürlerin, inanışların kaynaşması bir yana, konuşulup tartışılması bile söz konusu olabilir mi? Bütün muhatapların “düşman” kelimesi ile tanımlanmış olması, insanların, başka bir deyişle kültürlerin tanışmasını imkânsız kıldığından insan neslinin ortak paydası olabilecek yeni fikir ve anlayışların doğup gelişmesi de imkânsızlaşacaktır.

Dargörüşlülük dargörüşlülüğü, tahammülsüzlük tahammülsüzlüğü, düşmanlık düşmanlığı besliyor. Hangi toplumda olursa olsun farklı düşünmek kelle koparan en riskli ve en tehlikeli bir suç haline geliyor.

Türkiye’deki çatışmaların, anlaşmazlıkların, aykırılıkların, mutlaka birçok nedeni vardır; ancak bu nedenler arasında, kişinin kendi kişisel inançlarını, yani önyargılarını, kendi yaşadıklarını ve alışkanlıklarını din sanmanın özel bir yeri olduğunu düşünüyorum. Özellikle de dar görüşlülüğün ve tahammülsüzlüğün ağırlaşmasında bu anlayış temel belirleyici olsa gerektir.

İnsanoğlu gerçi her zaman kendisini öne çıkarmış, kendi düşüncelerini önemsemiş, bunu zaman zaman kendisini tabulaştıracak kadar abartmış. Ancak hiçbir zaman bunu günümüzdeki kadar etkili evrensel ölçekte bir silah ve toplumu değiştirme ve dönüştürmede bir araç olarak kullanmamıştı. En önemlisi de kendi alışkanlıklarını veya tercihlerini evrensel bir yaşam biçimi yahut bir inanç olarak sunmada bu kadar başarılı olmamıştı. Üstelik bunu yaparken, bu alanda her şeyi mubah görmede bu kadar pervasızlaşmamıştı.

Bu gün hangi inançtan olursa olsunlar, insanlar kendi yaşam biçimlerini, olmazsa olmaz, özellikle de tenkit edilip karşı çıkılamaz bir din olarak algılıyorlar ve bir başkasına da öyle sunuyorlar. Bir tanışma bir tartışma, bir sorgulama ortamının oluşmasına kesinlikle müsaade etmiyorlar.

Böyle bir davranışın dini bozacağını toplumsal kargaşaya yol açacağını, fitneye neden olacağını ifade ediyorlar. “Tehlike”, “Fitne” sözcükleri temel belirleyici kavramlar olarak toplumsal hayata giriyor. Her şeyi, her kuralı, her anlayışı, dolayısıyla hayatı yeniden şekillendiriyorlar. Ve bu kelimeler “günah”,”suç” ve “yasak” kelimeleri için uygun zeminleri oluşturduktan sonra, “günah”, “suç” ve “yasak”a dönüşüyorlar.

Kısacası kendi yaşam biçimlerine “çağdaş yaşam” diyenlerden “İslam” diyenlere kadar birçok anlayış ve inanç sahibi, dünyayı, kendisi gibi düşünmeyenlere, kendisi gibi yaşamayanlara dar etmek için elinden gelini yapıyor.

Bugün gerek Müslüman bireyler gerekse çağdaşıyla, klasiğiyle cemaatler incelendiğinde, insanların yetişme tarzlarının, alışkanlıklarının, geleneklerinin, hatta kişisel tercihlerinin bilinçli veya bilinçsiz bir dinsel kimlikle veya kılıfla sunulduğu görülecektir.

Bir de bu takiyye veya tekfir zindanında yaşayanların kibrin örtülü bir hali olarak sahte tevazühalleri var. Sadece dilleri, sözleri, sözlerinin tonları değil, eli, yüzü ve her hali onu ele veriyor da o bir yandan yaşamadığını, yaşamayacağını, yaşanmışlıkların arkasına sığınarak kendi zindanını pazarlıyor. Sihirbazlığın ve meddahlığın ileri bir hali.

Bu zindanda olma hali aynı zamanda bir sarhoşluk halidir ve bu hal sayesinde tüm bunlar gerçekleşir. Öyle ki bu sarhoşluk hali her bir bireyin veya cemaatin gözünde bir gözlük yüreğinde bir süzgeç/elek hali görür de hem oraya başka birisini, başka bir fikri sokmaz hem de dışarıdaki herkese ve her şeye bunların arkasından bakar gördüklerine göre de yargılar. Bir başkası da onu. Ne yazık ki insanlar aynı kelimeleri konuşarak, birbirlerini aynı şeylerin kâfiri ilan ediyorlar.

Ötekileştiren din ne kadar din, ötekileştiren Müslüman ne kadar Müslüman. Böyle olduğunda bu dinin ve dindarının kendisi ve kendisi gibi olanların, dışındakilere söyleyecek ne sözü olabilir. Ona bakacak, yönelecek yüzü var mıdır ki söyleyecek bir sözü olsun. Yüz, yüze dönmeden, el, ele değmeden ağızdan çıkan kelimeler bir kurşun gibi yürek deler ancak. Hakikatin fildişi kulesinde oturduğunu sananlardan aşağıdakilere kibir ve riya dışında ne akabilir ki!

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş