Hakan Albayrak geçen senelerde; “ Osmanlıda ‘hoşgörü’ sorunu yoktu, çünkü ihtiyaç yoktu”dedi.
Osmanlı, yapıştırıcı bir proje idi, ayrıştırıcı değil.
Esasen ülkeyi sevmek, önce insanını sevmekle başlar ama nedense; malum hamasi söylemler insan sevgisinin aksine, ötekileştirmeye ve daralmaya yol açıyor.
Büyük ve süslü laf edenlere “İnsan hani, olayın neresinde..” demişimdir, hep.
“İnsanın nerede olamayacağını “ küreselciler belirlemiş!. Siz nereye oturtuyorsunuz insanı?
İradesi mengeneye alınmış, kendi öz vatanından sürülmüş , önüne binlerce ‘tanrı’ konulmuş ve fakat ve inatla Allah’tan uzaklaştırılmaya çalışılmış insan.. Bu manzaradan ne kişi/lik doğar ne de liberallerin bize ucuza sattığı birey/cilik.. Sevgiye sıra hiç gelmez. Sevgi olmazsa ne olur? Bi halt olmaz. Kaos ve düş kırıklığı.
Gücünüz nereden kaynaklanıyorsa, ancak o tarakta beziniz, sözünüz olur.
…………………….
Şöyle bir bakalım: Piyasada neler var.. İçeriksiz gündemler, sayısız trafik kazaları, ufak bir sallanmada göçen evler.. “Toplum olarak biz bunu düşünemiyor muyuz? Emanetleri; emîn olmayanlara devretme dolayısı ile sorumluluğumuz yok mu? Başta bir yükümlülüğümüz (mükellefiyet) vardır, yerine getirmeyince de sorumluluk (mes'uliyet) doğar.” Diyemiyor muyuz.. Medeniyet tasavvuru olmayan bir eğitim ve kalkınma hayalinin, yoktan yere çökertilmiş zihin yapımızın, tasavvur(tasavvuf değil) edebiyatımızın-ufkumuzun yok olmaya yüz tutmasının nedenleri ne ola ki?? İhracat bi parça artınca iki katı ithalatın artmasının, demokrasiyi “ben de her şeyi yapabilirim” fikriyle özdeş görmelerin vuku bulduğu... Dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen, ihmallerle insanlarımızın can vermesinin vakıayı adiyeden olduğu... Cins kafalar yetiştirmesi gereken Üniversitelerimizde, tam tersine eksik kalmış lise eğitimine devam edilmesinin önem arz ettiği...
Bilginin, paranın ardından yürüdüğü bir dünya ve bu dünyada insanı aramak, ne zor iş..
Açıkgözlülüğümüz anlatılırken şeytanın ”benim burada işim kalmadı”dediği fıkraların ciddiye alındığı v.s bir coğrafyada yaşamadığımızı bana söyleyin ve ben de rahatıma bakayım... Adam (Herbokolog) çıkmış ; yüzünü buruşturup-ekşitip, ekranlardan suratsızca bağırarak ” bu ülkeyi seviyorum” diyor!Ama ben bu iğreti insanları sevmiyorum, arkadaş..Suratları bana gıcık geliyor.
………………………
Üstad diyor ki bana;”Denizli siyasetini yaz, yerelde ne olup-bitiyor, öğrenelim!” Nesini yazayım, yukarıdaki ahvalin değişik varyantları da burada vaki..
Bezirganlar şiir okursa, şiir okuyanlar/okuması icap edenler pardesü satarsa, hukukçular ellerindeki yetki ve donanımlara sahip olamayacaklarsa.. 28 şubatın 22.yılında ‘Mağudarlarından hiç ses çıkmamışsa ve halen de 10.yıl marşı çalıyorsa, hem de her yerde.. Günah çıkarma kabilinden ortalıkta bir sürü ‘Trol ’ geziyorsa..
İnsansızlaşma had safhadaysa..
“Parayı takip et/izini sür gerçeğe ulaşırsın!” der, işi bilenler.
Biz de paradan anlamadığımıza göre, diyecek sözümüz kalmıyor, bu konuda.
“Akıl hastanesinde koğuşları gezen başhekim, bir delinin oturmuş, bir şeyler yazdığını gördü:
- Kolay gelsin, ne yazıyorsun
- Mektup yazıyorum efendim.
-Yaa..Kime yazıyorsun
- Kendime...
- Peki ne yazılı mektupta
- İlahi doktor bey, deli misiniz? Mektubu daha almadım ki...İçinde ne yazdığını nerden bileyim.” Fıkra aynen böyle. Kendine mektup yazabilen insanlara madalya vermeye karar verdiğimizde, maküs talihimizin değişeceğine inancımı tazeliyorum.
Ne dersiniz; ‘sözün gücünün mevsimi’ gelesiye, siyaset yazmaya ara verelim mi?
Süleyman Arslantaş ile Derkenar
14.03.2024
Ertesi gün/ Vahdettin İNCE
25.02.2024
sürdürülebilir dindarlık MUSTAFA AKMEŞE 16.03.2024
İslama ve Müslümanlara Sövmek CAVİT OKUR 14.03.2024
Diriliş Yurduna Koşmak KADİR ÇİÇEK 16.03.2024
Filistin ve Gazze Üzerine SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 26.02.2024