Seçimler bitmesine rağmen yankıları hala devam ediyor ve muhtemelen de dozu artarak devam edecek.Siyaseti bir meslek gibi gören, geçimini siyasete endeksleyenler için bu şarkı burda bitmez, bitmiyor da zaten.Biri bitince diğeri başlıyor, gelenek böyle işliyor çünkü.
Ülkemizde son yıllarda yapılan siyaset; halka hizmet etme, hayra vesile olma, ideallerini hayata geçirme aracı olmadan daha ziyade, şahsiyet kazanma, dünya cennetine kavuşma, menfaat devşirme, hakimiyet sağlama, egoları tatmin etme vs.gibi adeta nefs-i özlem ve beklentileri temin eden resmi bir kurum haline dönüştü.Vatandaş nezdinde de siyaset denince ilk akla gelen bunlar oluyor maalesef.Bu bakış açısı aynı zamanda oluşan bu piyasaya uygun da seçmen profili oluşturdu.
Siyasi kanalla devletin imkanlarına ulaşan veya bir yerinden yakalayan artık siyasetten kopmuyor/kopamıyor ve orayı terk etmek de istemiyor.Farkında olmadan kendini bir mücadelenin içinde buluyor.Mücadelesi zamanla adeta kan davasına dönüşüyor.Mücadele intikam alma ve rövanşı kazanma hırsıyla daha ileri boyuta taşınarak kin ve nefret duyguları ile gözleri kör ve kendinden başkasını görmez yaparken, kulakları da kimseyi işitmez hale getiriyor/getirebiliyor.Artık araç diye kullandıkları mevki ve makamlar zamanla amaç haline dönüşüyor.Araçlar amaç haline getirilince de, artık ilkeler; araçları meşrulaştırmanın malzemesi olarak istismar ve taviz vermede bir aracı olarak kullanılır hale geliyor.
Bu gurub seçmen profilini teşkil edenler genelde her partide en etkili ve en yetkin makamları işgal ederler.Çıkar ve menfaatleri kimden ve nereden sağlanıyorsa orayı mesken tutarlar.Araçları değişse bile amaçları hiçbir zaman değişmez/değişmiyor.Çıkar ve menfaatleri değişmezleridir.Siyasete ve siyasilere bu nazarla bakarlar.Sayıları azdır ama devlet imkanlarından en fazla yararlanan da hep onlardır.
Bunların bir alt gurubu ise; mevcut imkanlarımı kısıtlamadan artıracak, rahatımı/huzurumu bozmayacak, özel hayatıma müdahale etmeyecek bir umut ve ümit olarak kimi kendine yakın görüyorsa tercihlerde oraya doğru meyleden, partilere seçimlerde sadece zarf olma görevi yapan tiplerdir.Çoğunluğu da bunlar teşkil etmesine rağmen hiçbir etkinlikleri yoktur.Yukarıdakilere meşruiyet kazandırırlar o kadar.Başka bir tabirle sürüdürler.
Dünyanın hiçbir yerinde seçime katılım % 85 olmamışken, bizdeki katılımın bu rakamlara ulaşması gönüllü sürü sayımızın nedenli fazla olduğunu göstermesi bakımından önemlidir/manidardır.
Üçüncü bir gurubu oluşturan seçmen profilide şöyle teşekkül ediyor.Bunlar da “Devlet”i kutsal bir varlık gibi görerek, her vatandaşın koruma ve kollama zorunda olduğu bir kurum olarak tanımlayan, devlete asabiye duyguları ile bağlı, sadık ve duygusal yanı ağır basan, sistemin muhafazası gereği öne sürülen her yeni fikre karşı parçalanırız, bölünürüz diyerek krizli refleksleri devreye giren, kendini yerli ve milli olarak kabul edip, kimlik olarak da kendini sağcı-milliyetçi olarak kabul eden guruplardır.
Milli duyguları ağır basan bu gurubun yönelimlerine yön veren şey, genelde hamasi nutuklar, sloganik sözler ve milli heyecanlarıdır.İktidarın/yönetimin kimde olduğu çok da önemli değildir.Devlette işgal ettikleri kadroları varsa onlar için bu yeterlidir.
Dördüncü gurup ise; solcu-sosyalist, kemalist, özgürlükçü, laik ve batı yanlısı diye kendilerini takdim ettikleri halde, dini değerlere, özelde de islami değerlere karşı düşman, konjüktürel takılan, içe kapanmış faşist ve hiç bir ideolojik tanımda karşılığı olmayan söylem ve eylemleri ile, kendilerini devletin ve sistemin sahibi gibi gören, halka tepeden bakan guruplardır.
Halbuki batıda en fazla özgürlük yanlısı olan, ideoloji ve inanç sahibi kişilerin kendilerini rahatlıkla ifade ettikleri partiler sol ve sosyalist partiler olurken, bizdeki sol partilerde ise maalesef tam aksine; seçmenlerin büyük oranı müslüman dinine mensup olmasına rağmen, kendilerine has laiklik yorumuyla müslümanlarca sembolikde olsa, büyük değer atfedilen ezandan hala rahatsızlık duymaları, inancının gereği örtünene zenci muamelesi yapmayı reva görmeleri gibi son derece ilkel kalmış bu tür davranışları aşamadıkları için daima hangi sol? gibi sorulara muhatap olmuşlar ve hafızalarda endişe kalmasının sebebi olmuşlardır.I.Dünya savaşı sonrası yıllarda uygulanan katı, faşist zihniyetden kurtulamadıkları için, halk tarafından endişe ile bakılan marjinal guruplar olarak azda olsa varlıklarını sürdüren guruplardır.
Son olarak da; kendini “Şuurlu Müslüman” olarak tanımlayan guruplardır.Bunlarda geleneksel siyasi mirası temsil eden, “İslam Devleti”nin kurulmasını dinin bir rüknü olarak kabul eden, islamın güzelliklerini yayma, hakim kılma aracı olarak devlet kurumlarına hakim olmanın gerekli olduğuna inanan ve bu gerekçelerle de siyasete dini değer atfeden, ithal bir isimle kendini “İslamcı” diye tanımlamaktan hoşlanan gurupları sayabiliriz.
Oysa devleti; hakların korunması, yetimin, mazlumun gözetilmesi, toplumda adaleti tesis, can ve mal güvenliğini koruma, imkanları adil paylaşma, ceza-i müeyyideleri uygulayan, mahalli/yerel hizmetleri organize etme vs.gibi görevlerin ifa edilmesi için lazım ve gerekli olan sosyal, örgütlü bir organizasyonun aracı olarak görülmesi gerekirken, adeta dini bir vecibe ve yerine getirilmesi zorunlu bir görev olarak görülmesi sonucu islamcıları aşırı politize olmaya sevk etmiştir.
Bu bakışla siyaseti yorumlarsanız eğer tabii olarak bu amacın dışına taşanları veya geride kalanları mecburen “Ötekiler” olarak kabul etmek zorunda kalırsınız.Halbuki islam tarihinin hiçbir döneminde ne pratik hayatta, nede teorik olarak olsun ümmete dayatılmış veya önerilmiş herhangi bir yönetim şekli olmamıştır.Kur’an’da da bu konuda açık ve sarih olarak önerilen bir yönetim şekli veya çeşidi hakkında bir emr-in olduğunu iddia eden de olmamıştır.
Bu alan tamamen şartlara göre istişare yoluyla tespiti insanlara bırakılmıştır.Galiba bu bakış ve yorum Emevi’lerden sonra islam coğrafyasına miras olarak kalan gelenekçi zihniyetin halen devamı olarak görülebilir.
Bugün yukarıda sayılan toplumsal ve insani hakları kısmende olsa belli oranlarda sağlayan ama yöneticileri müslüman olmayan yönetimleri nasıl değerlendirip ve nereye koyacağız? Müslüman, Yahudi ve Hristiyanlarla bu evrensel ilkeler çerçevesinde herkesimle ortak yaşamayı sağlama adına peygamber tarafından imza edilen “Medine Vesikası” örneğini nasıl anlamalıyız acaba?
Demek ki, gerek toplumsal ve gerekse bireysel insan haklarını tesis etme dinin bir gereği olduğu kadar, aynı zamanda insani bir görev olduğu da aşikardır.Bir arada yaşamanın kuralları belirlenirken, her çeşit din ve ideoloji mensubu, hangi ırktan olursa olsun fark etmeden, herkesin kendini özgür hissetttiği, rahatlıkla ifade edebileceği bir ortamın sağlanması insan olmanın gereği olarak da görülmelidir.
Hakkı ve adaleti sağlamanın aracı olan bu organizasyonların en önemlisi olan “Devlet”in idaresinde gönül isterki müslüman biri olsun.Bu temennidir.
Ancak adaleti sağlayan Hans, zulmü reva gören Hasan olduğu zaman elbet de Hans tercih edilir.Peygamberimiz örneğimiz olduğuna göre, yol arkadaşlarını neden Habeşiştan’a gönderiyor? müslüman biri yönetimde olduğu için mi gönderiyor? hayır! öyleyse biraz daha düşünmemize ihtiyaç var demekir.
Ayrıca peygamberden sonra vuku bulan siyasi mülahazalarda dışarda kalan, yönetim tarzını onaylamayan, taraf olmayan çok sayıda sahabe de vardı.Yönetime iştirak dini bir rükun olsa idi onlar tarafsız kalabilirlermiydi.?
Elbet de adil, ehil ve müslüman olan birinin devleti yönetmesi arzu edilendir.Fakat müslümandır diye şayet; ehil değilse, adaleti gözetmiyorsa, yönetme kabiliyeti yoksa ısrarla sırf müslümandır diye destek olmanın mantığını da doğru bulmuyorum.Başka çözüm yolları mutlaka vardır.Allah bütün kapıları kapalı tutmaz.
Bu kadar seçmen çeşidi olan başka devletler de var mı? bilmiyorum.Çok farklı kültürlerin miras bıraktığı, bizim de yer aldığımız bu coğrafyada birliği ve beraberliği oluşturmanın oldukça zor olduğunu da kabul ediyoruz tabi.
Süleyman Arslantaş ile Derkenar
14.03.2024
Ertesi gün/ Vahdettin İNCE
25.02.2024
sürdürülebilir dindarlık MUSTAFA AKMEŞE 16.03.2024
İslama ve Müslümanlara Sövmek CAVİT OKUR 14.03.2024
Diriliş Yurduna Koşmak KADİR ÇİÇEK 16.03.2024
Filistin ve Gazze Üzerine SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 26.02.2024