metrika yandex
  • $33.45
  • 36.34
  • GA18445

Kanatlarımız Neden Kırık

ENES TARIM
31.10.2019

“Zümrüdü Anka uçar senin bakışlarında. Benim rüyalarımda birkaç deli güvercin...”

Nurullah Genç

Algılarımızın esiriyiz ve hiçbir şey kontrolümüzde değil.

Önkoşulu itaat olan örgütsel yapılanmalarda köleleştirme operasyonları sürerken; dinin tevhid/ özgürlük/ adaletten ibaret olduğu gerçeği artık umursamadığımız bir fantezi.

Geldiğimiz demde İslami zihinlerin, birilerinin elinde ehlileştirildiğini ve belirli formatlara sokularak nasıl kullanışlı hale getirildiğini gördük, yaşadık. Ve görmekteyiz ki onca ihanet ve aldanışa rağmen, yığınların bağımlılığı hala samimiyet/ takva adına devam ediyor.

Tüm bunlardan sonra kafamızda netleşen bir şey var ki; o da koşulsuz bağlık ve itaatin; amaç İslami eğitim ve davet çalışması dahi olsa, “kullanışlı dindarlık” anlamına geldiği ve samimi duygularla dahi olsa bilmeden İslam dışı odaklara güç devşirilebileceği gerçeği.

O halde tüm bu algı operasyonlarından sonra farkına varabildiğimiz zihinsel acziyetimize rağmen gerçekten özgür müyüz?  Özgürlük sadece bedenlerin gezinmesi midir? Zihinlerimiz, kalplerimiz, düşüncelerimiz, ruhlarımız zincirlerle çepeçevre kuşatılmış ve tutsak ise, yine de özgür sayılabilir miyiz?

Birileri bizi özgürleştirme adına, putlara adamışsa; özgürlük mücadelemiz bizleri köleleştiriyorsa… İslami sandığımız düşünce ve eylemler bizleri cennete değil de cehennemin kızgın alevlerine sürüklüyorsa; yine de özgür sayılabilir miyiz?

Neden kafamızdaki doğrular ve teslim olduğumuz gerçekler sürekli değişiyor, bilmiyoruz. Kaybettiklerimiz karşısında neden endişe duymuyoruz?

Neden kanatlarımız kırık, neden özgürce uçamıyoruz? Kanatlarımızı kıranlar, uçarak uzak ellerde kartallara yem olmamamız için mi bizi yaraladılar? Yoksa yanı başlarında, gözleri önünde köleliğimizin idamesi için mi?

***

Rivayet edilir ki, Hz Süleyman’a kuşlarla konuşabilme yeteneği verilmiş. Bir gün yaralı bir kuş Süleyman’a gelerek, kanadını bir dervişin kırdığını söyler. Dervişi huzuruna getirten Hz Süleyman sorar: ”Bu kuş senden şikâyetçi, niye bu kuşun kanadını kırdın?

Derviş: ”Sultanım ben bu kuşu avlamak istedim. Önce kaçmadı, yanına kadar gittim, yine kaçmadı. Bende bana teslim olacağını düşünerek üzerine atladım. Tam yakalayacakken kaçmaya çalıştı, o esnada kanadı incindi” der.

Bunun üzerine Hz Süleyman kuşa dönerek: ”Bak bu adam haklı. Sen niye kaçmadın? O sana sinsice yaklaşmamış. Şimdi kolum kanadım kırıldı diye şikâyet ediyorsun.”

Kuş cevap vermiş: ”Efendim ben onu derviş kıyafetinde gördüğüm için kaçmadım. Avcı olsaydı hemen kaçardım. Derviş olmuş birinden bana zarar gelmez, bunlar Allah tan korkarlar diye düşündüm ve kaçmadım.”

Hz Süleyman bu savunmayı beğenir ve kısasın yerine gelmesi için: ”Kuş haklı, hemen bu dervişin kolunu kırın!” diye emreder.

Kuş o anda :”Efendim sakın böyle yapmayın!” der.

“Niçin?” diye sorar Hz Süleyman.

Kuş: ”Efendim, dervişin kolunu kırarsanız, kolu iyileşince yine aynı şeyi yapar. Siz en iyisi bunun üzerindeki derviş elbisesini çıkartın. Çıkartın ki benim gibi kuşlar bundan sonra aldanmasın!

***

Derviş kıyafetli birileri neden bizi avlamak ister? Bir avuç etimiz, para etmeyen postumuz var bizim!

Zihnimizi, beynimizi, ruhumuzu, düşüncelerimizi özgürleştirmemize neden izin vermiyorlar? Neden kanatlarımızı kırıyorlar biteviye?

Yine de kendimizi özgür hissediyoruz nedense! Özgür, mutlu ve bir o kadar da şaşkın!

Kitabı da okuyoruz; ama ne yazık ki, okuduklarımız bizi özgürleştirmiyor. Aksine kanatlarımızı yaralayan dervişlere sarmaşık misali bağlıyor, sarıyor, nefes almamacasına eklemliyor. Okuduğumuz ayetler bizi özgürleştireceğine, nedense dervişlere kul-köle yapıyor.

Algılarımızın esiri, yılgın ve edilgeniz. İradelerimiz ve zihnimiz kuşatılmış, düşünemiyor, akledemiyoruz.

Kalabalıklar içerisinde sessiz, benliksiz ve kullanışlıyız…

***

Mezhep, tarikat, etnik kimlik, parti, ırk, kabile…

Tümü de ruhumuzu ve benliğimizi kölelikten arındırabilmemiz için birer engel değil mi?

Tümü de ayrıştırıcı birer araç değil mi?

Modern zamandaki putlarımız!

Uğrunda ruhumuzu ve benliğimizi secdelerle köleleştirdiğimiz kutsallarımız!

Batıl davalar ve inançlar uğrunda savaşmak, ölmek zorunda değiliz ki! Varsın korkak desinler bize!

Çatışma ve nefret kültürlerinden arınmamız gerekmez mi?

Suni devrimler ve sahte iktidarlar aldatmamalı, dervişler yolumuzdan alıkoymamalı, kırık kanatlarla da olsa yola devam edebilmeliyiz.

Hem sonsuza gitmekte değil mi ki bu yol?

Sonsuz ve uzun yollar bitirilmek için değil, sadece yürümek için değil miydi?

Neden yol üzerindeki meşgalelerle, ziynetlerle oyalanıp yolumuzdan geri kalıyoruz?

Yürüyüşümüzde, direnmeksizin yol üzerindeki metaa ya, altına ve mülke tapıyor, eğleniyoruz…

Yollara çocuklarımızın küçücük ölü bedenleri öbek öbek savrulmuşken; yeryüzünün ücra köşelerinde kardeşlerimizin evleri başlarına yıkılıp aç açık sabahlarken hiçbir sorun yokmuş ve mutluymuşuz gibi nasıl yaşarız?

Dervişlerin arkasında bekleşerek, kısık seslerle yalnızca: “Dua edelim!” demek; Allaha, Resulüne ve tüm varoluş gerçeklerimize ihanet değil midir?

Böyle bir dönemde hiçbir sorunumuz yokmuş ve özgürmüşüz gibi davranamayız ki!

Hiçbir şey olmamış gibi yapamaz, yabancıymış gibi bilmezlikten gelemeyiz…

O halde, zihinsel ve düşünsel anlamda özgürleşebilmek için, dervişlerin bizi yakalayabilecek mesafeye kadar yanımıza yaklaşmalarına izin vermememiz gerekir!

Günümüz dervişlerinin tümü avcıdır!

Üzerlerindeki derviş elbiseleri çıkarılmadan onlardan korunabilmemiz, zihnimizi arındırabilmemiz, düşüncelerimizi özgürleştirebilmemiz asla mümkün değil!

Selam ve dua ile…

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş