metrika yandex
  • $32.51
  • 34.82
  • GA18240
Firak

HAKİKATİ YALNIZLAŞTIRMAK

ATASOY MÜFTÜOĞLU
23.12.2019

Geçmişin ve geleneğin, bugünün zihin dünyasını baskılayarak ele geçirmesi, İslam toplumlarını her alanda hareketsizliğe mahkûm ettiği gibi, İslami idraki de taşlaştırıyor. İslami idrakin taşlaştırılmasıyla birlikte, zihin dünyamız bir şekilde mumyalanmış oluyor. Bu mumyalanma sebebiyle, İslami anlamda, bağımsız / özgün  epistemolojik tasavvur / tahayyül ve inşalar üzerinde çalışamıyor, bu doğrultuda nihai bir tercihte bulunamıyor, bu nedenlerle de zihinsel/ entelektüel / kültürel tahakküme açık hale geliyor, zamanla bu tahakkümün mağdurları olarak hayatlarımızı sürdürüyoruz.

Mağdurlar, hiçbir şekilde nihai anlamda İslami bir tercihte bulunamıyor, bulunanlar da, bu tercihlerin sonuçlarına katlanamıyor. Her hangi bir toplumun nihai düşüşü / çöküşü, ilgili toplumun ve kültürün güncel politik ya da dini popülizmin sefil bayağılıklarına teslim olarak etkisiz hale getirilmeleriyle birlikte başlıyor. Kabileler, kabilecilikler, fırkalar, fırkacılıklar sebebiyle, evrensel anlamda yankısı olabilecek İslami içerik üretemediğimiz için, derin kırılmalar yaşıyor, İslami içerik üretmeden geçirdiğimiz zamanların kayıp zamanlar olduğunu fark etmiyoruz. Kabilecilikler, fırkacılıklar sebebiyle sık sık kesintiye uğrayan, şizofrenik parçalanmalara maruz kalan bir tarih yaklaşımından İslami anlamda bir tarih bilinci çıkmıyor. İslam tarihi, tarih bilinci, tarih felsefesi, bilinç ve düşünce tarihi yerine, aile/ kabile/ hanedan iktidarlarının tarihlerinin yükseliş ve düşüşlerini okuyoruz.

İslami evrensellik bilinci, evrensel dikkat ve zihin, aile- kabile- hanedan iktidarlarının etkinliklerinin sınırları içerisine hapsediliyor. İslam toplumları bir yanda, aile/kabile/hanedan iktidarlarının etkinliklerinin sınırları içerisine hapsediliyor. İslam toplumları bir yanda aile/ kabile/ hanedan istibdadına maruz kalırlarken, bir diğer yandan da, özellikle, günümüz dünyasında ideolojik/epistemolojik istibdat’ a maruz kalıyor. Her iki durumda da evrensel İslami varoluş ve bilinç gerçekleşmiyor. İslami akıl ve zihin, kendi varoluşunu yaşamıyor. Hangi yönden gelirse gelsin, dayatılan bir etkiye maruz kalan İslam toplumları hakikatin öznesi olamıyor, bu nedenle de yapısal bir pasiflikle bütünleşiyor. Yapısal bir pasiflikle bütünleşen toplumlar ve kültürler, hakikati temsil yeteneğini kaybediyor. Hakikati, tevhidi bir bütünlük içerisinde temsil – tecrübe yeteneğini ve iradesini kaybettiğimiz için, aziz İslam’ ı ve aziz Kur’anı bugün müzelere kapatmış bulunuyoruz.

Aklın kapitalistliği, kapitalizm yönünde gerçekleşen takipleşme, sömürgeciliğin küreselleşme adı altında yeniden ortaya çıkışı, piyasa ve sermayenin dokunulmaz kılınan çıkarı ve saltanatı, her toplumda, İslam toplumlarında da, oportünist ilkesizliği toplumsallaştırıyor. Oportünist ilkesizliğin toplumsallaşması, özellikle İslam toplumlarında, adanmışlık zamanlarına bütünüyle  yabancılaştığımızı gösteriyor. Bu yüzden dir ki, bugün, Müslümanlar olarak, kendi dönemimize özgü İslami misyonu üstlenemiyoruz. Oportünist ilkesizlik, mevcut ve mümkün olanın sınırları içerisinde kalmaya özen göstererek, mevcut ve mümkün olanın referanslarını kullanmayı gerektiriyor.  Müslüman aydınlar, eleştirel referanslar kullanarak statülerini riske atmak istemiyor. Oportünist ilkesizliği, çıkar alanını tercih edenler, kendi düşüncelerinin, kendi kişiliklerinin sahibi olmaktan vazgeçerek, dayatılan düşünceleri ve kişilikleri kullanmaya başlıyor. Mevcut ve mümkün olanın sınırları içerisinde kalma kaygısı – endişesi İslami kişiliğin parçalanmasına neden oluyor. Her parçalanma insani yanımızı çürütmeye başlıyor. Sahici ve gerçek kişilik zorlu koşullarda belli olur. Kişiliğin tamamlanması durumunda, gerçek insan ortaya çıkar.

Sahici ve gerçek kişiliklere, sahici ve gerçek tercihlere yabancılaştığımız için, günümüz insanı, büyük ideallerden, büyük anlam ve amaçlardan vazgeçerek, küçük ve bayağı çıkarlara, maddi anlam ve amaçlara yöneliyor. Bireycilik kitleselleştiği için, ortak anlam ve amaç ufkunu kaybediyoruz. Devlet aklının, devlet çıkarlarının, devlet tercihlerinin her durumda meşrulaştırılabilmesi, dokunulmaz kılınması, kılınabilmesi, toplumlarımızın biyopolitik bir uygulama ile karşı karşıya bulunduğunu gösteriyor. Toplumsal/ sosyal/ kültürel/ siyasal yozlaşma karşısında tepki gösteremiyoruz. Tepkisizlik, ortak korkaklık  durumuna işaret ediyor. Hayatta kalma mücadelesi dışında, düşünsel/ kültürel/ entelektüel vb. gibi mücadelelere ilgi duymuyoruz.

Teslimiyetçilikler sebebiyle de, mevcut olanın dışında her hangi bir arayışa ihtiyaç duymuyoruz.

Bugünün gerçekliğiyle uyum sağlayanlar için, farklı bir gerçeklik tahayyülü imkansız hale geliyor. Zihin dünyamız, piyasa yorumlarının baskısı altında bulunduğu için, ihtiyaç ve ihtiras beklentileri dışında anlamlı bir hikaye üretemiyoruz. Neoliberal haçlı seferleri günümüz insanını ne kadar esnek hale getiriyorsa,  Müslümanları da aynı ölçüde esnek hale getiriyor. Günümüzde insanlığın dünyası, soğuk aklın, jeopolitik ve seküler aklın icat ettiği kategorilerle kuşatılmış durumdadır. Modern uygarlığın, en ilkel geri kalmışlığın ifadesi olan ırkçılıkla malûl bulunduğunu görmek – anlamak gerekiyor.

Egemenlik ve tahakküm ideolojilerinin/ ihtiraslarının ve siyasetlerinin belirleyici olduğu, bu doğrultuda sonsuz kötülükler işlemeye devam edebildiği, bu kötülükler sonucu mutlak mağduriyetler ve mutlak maduniyetler oluşturduğu, her hangi bir ülkeye ‘’demokrasi’’ ve ‘’ özgürlük’’ götürmenin, kötülük ve yıkım götürmek anlamına geldiği bir dünyada, özgürlük dili ve söyleminin mahiyetini ifşa etme sorumluluğu ile karşı karşıya bulunuyoruz.

Mutlak maduniyet ve mağduniyet kurbanı olan halklar, Filistinliler, Afganistanlılar, Uygurlar, Iraklılar, Suriyeliler, Libyalılar vb. bugün hiçbir şekilde haklarını / sorumluluklarını / acılarını / yoksunluklarını insanlık ölçeğinde dile getiremiyor. Aşağılanan, mağdur edilen, dezavantajlı bir duruma mahkûm edilen, halkların savunma refleksiyle ortaya  koydukları masum tepkilerin ‘’terör’’ olarak yorumlandığı bir dünyada yaşıyoruz.

Hayatın ve tarihin içerisinde görkemli bir bilinci temsil etmeleri gereken Müslüman aydınların, hakikati yalnızlaştırmak pahasına, mutlak olan’ dan göreceli olana kaçışlarının ahlaki açıklaması yoktur. İslam dünyası toplumlarında aydınların, düşünce/ kültür/ ilahiyat hayatının, devlet- iktidar  gündemi karşısında, eleştirel- mesafeli bir dikkat – tavır – duruş sergilemeleri, bağımsız bir politik bilinci temsil etmeleri gerekirken, devlet- iktidar tarafından belirlenen gündeme – ufka dahil olmaları, bu çevrelerin hakikati temsil/ tecrübe/ ifade etme sorumluluğu / iradesini / idrakini kaybederek çok açık bir bilinç çürümesiyle karşı karşıya bulunduklarını gösterir.

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş