metrika yandex
  • $32.57
  • 34.69
  • GA19020
Düşünce

Bir Form Olarak Düşünce

ABDULAZİZ TANTİK
29.11.2019

Düşünce, insan ile bütünleşik bir ikiz gibidir…

Düşünce, insanı varlık hiyerarşisinde tepeye koyan bir özellik olarak ortaya konulmaktadır. Burada kastedilen düşüncenin, etki ve tepki durumunun ötesinde, inşa edici bir boyutu içeren yapısına göndermedir. Kastedilen akıl değil, bilakis farklı bilme yöntemlerinin hepsini kullanabilen bir yetiden söz ediliyor.  Muhakeme, mantık, sezgi, dil vesaire üzerinden yapılan düşünüşlerin her biri kastedilen düşünceye dâhil olmazlar. Düşünce, salt bir form olarak mevcudiyetini ortaya koyan ve bu mevcudiyeti ile hayatı yeniden düzenleyen, siyaset ve toplum için yeni parametreler, paradigmalar üreten bir istidadın adıdır.

Düşünce, anlam üretir. Ürettiği anlam üzerinden sorumluluk yüklenir ve teklife hem muhatap olur hem de teklifi sunar. Bu çerçevesi içinde düşünce, irade üzerinden inşa edebilme özelliği kazanır. İrade zaten sorumluluğu üstlenen ve özgürlüğü koruyan bir boyuta sahiptir. Bu noktada düşünce ile özgürlük birbirini tamamlayan cüzler gibidir. Yaratılmışlar içinde ‘Teklif’e muhatap olma imtiyazını insan,  özgürlüğü, sorumluluğu ve bunları tamamlayan iradesi ile kazanmıştır. İnsan, düşünce sahibi olması sayesinde ‘en büyük’, ‘aşkın’ ve ‘kahredici güç’ sahibi tarafından ‘muhatap’ kabul edilmiştir.

İnsanın bu düşüncenin sahibi olduğu savını iki türlü temellendirme imkânına haiziz… İlki, parçadan bütüne doğru insanlık tarihini dikkate aldığımızda ortaya konulur: şöyle ki; insanlık, tarih boyunca birden fazla farklı düşünce sistemleri kurmuştur. Bu farklı düşünce sistemlerini mümkün kılan bütün bu düşünce sistemlerinin beslendiği bir düşünce mekanizması zorunlu olur. Çünkü insan, aynı olay ve olguya farklı tepkileri, farklı kültürler üzerinden veriyorsa bunu sağlayan bir düşünce biçimi ile karşı karşıya kaldığımızı gösterir. Aynı düşünce sistematiği içinde de farklı bakışlar, yorumlar bulunmaktadır.  Ayrıca insanların bir düşünceden bir diğer düşünceye geçişlerini de bu çerçeve içinde yorumlamaktan başka seçenek görülmüyor. Bir dinden diğer dine olduğu gibi bir felsefi bakıştan bir başka felsefi bakışa da geçişler olabilmektedir. Bütün bu geçişkenliklerin mümkün olabilmesi için üst bir düşünce formuna ihtiyaç olduğu bedihidir. Bu düşünce, kendisi değişmeyen ama değişime imkân tanıyan bir boyut içeriyor.

Bütünden parçaya dönük bakışı içinde de düşünce formu kendi bütünselliği içinde taşıdığı sürece çoğullaşma imkânı bulabileceği ilkesidir. Eğer bütünlük olmasa, farklılığa neden olacak şey de ortadan kalkar. Ayrıca özgürlük ve sorumluluk da doğal olarak çöker. Çünkü eğer kim hangi kültür evreninde bulunursa o evrende kalır, dışarı çıkma imtiyazı olmaz, o zaman onu sorumlu kılacak ahlaki zemini inşa edilemez. Bu yüzden düşünce bir form olarak üstte duracak, kendisine içerik olarak verilen şeyleri yeniden düzenleyecek, anlamlandıracak veya sıçramalar yaparak yeni düşünme biçimleri ortaya çıkaracak ki, sorumluluğunu kuşanacak bir ahlaki zemini de harekete geçirsin…

Bu düşünce formu insanı farklı kılmış ve varlık hiyerarşisinde tepeye oturtmuş dedik yukarıda… İnsanın teklife muhatap olmasını sağlayan da bu düşünce formuna sahip oluşu denildi. İnsanın sorumluluk ve özgürlüğünü de buraya eklediğimizde bu düşünce biçiminin insanı diğer varlıklardan farklı kılan bir özellik olduğu aşikâr oluyor.

Sorumluluk ilkesi gereği insan, düşünme yetisini kullanma zorundadır. Eğer düşünce yetisini kullanmazsa; insan, kendi sorumluluğunu üstlenmiş olur ve böylece bedelini ödemek durumunda kalır. Buradaki sorumluluk aşkınlıkla buluşan bir sorumluluktur. Diğer bütün sorumluluklar ancak bu sorumluluğun iz düşümü olarak öne çıkartılabilir. Yani Yaratıcı karşısında duyulan sorumluluk, insana ve varlığa karşı duyulan sorumluluğa da kaynaklık eder. Yaptığı her şeyin sorumluluğunu bu üst sorumluluk yetisi üzerinden elde eder. Ve bir bedel ödediğinde önceliği de bu üst sorumluluk olarak betimlenir. Yani ubudiyet/kulluk şuuru olarak betimleyebileceğimiz sorumluluktur.

İnsan sürekli bir imtihan olgusu içinde varlığını idame eder. Bu imtihanın varlığı ise bir gerilim/stres üretir. Bu strese dayanabilme gücü ise her an bir imtihan olgusu ile karşı karşıya kaldığı şuurudur. İşte bu şuur, düşünce açısından önemli bir izlek ve yol gösterici rol oynar. O zaman strese dayanıklılığı arttığı gibi yeni streslere de göğüs gerecek bir potansiyeli harekete geçirir.  İnsan, sorumlu olduğu için imtihana tabi tutulmaktadır. Bu temel gerçeği gözden uzak tutmamak önemlidir. Düşünce, bu temel gerçeği dikkate alarak bütün üzerinden bu bakışı içselleştirir. Hâlbuki her parça düşünme ameliyesi, kısmi gerçekliklere haiz olurlar. Sorumlulukları da farklılaşır.

Bu noktada asıl vurgu yapılması gereken şey insanın özgürlüğü meselesidir. Düşüncenin bu özgürlük üzerine kurulu oluşunu temellendirmek ve böylece insanın sorumluluğunun niteliğini ortaya çıkartmaktır.  Çünkü sınırlı bir zemin ve zamanda yapılan bir eylemin karşılığının sonsuz bir bedel olarak ortaya konması, ancak sahip olunan düşünce ve özgürlüğün aşkın bir kaynağa dayalı oluşuyla temellendirilebilir. Özgürlük, aşkın bir kaynak üzerinden kendisine verildiği için insan, dünya merkezli herhangi bir bağ üzerinden özgürlüğünü feda edemez. Bu ondan kabul edilemez olandır. Bu yüzden insan, sorumluluğu çerçevesinde özgürdür ve özgürlük alanı içinde sorumludur. Düşünce bu özgürlük ve sorumluluk alanında bağımsız bir şekilde iş görür. Yoksa insan doğduğu kültürün kodları tarafından belirlenir. Kişi, nerede ve hangi kültür evreninde var olursa o kültür evreninin etkisini taşır. Ona göre duygu ve davranışlarına yön verir.  Ancak, insan içinde doğduğu bu kültür evrenini üst bir düşünce mekaniği sayesinde eleştiriye tabi tutar ve o bağdan kurtulabilir. Bu yüzden geçişkenlikler mümkün hale geliyor. Bu da insanın sahip olduğu bu düşünce biçiminin herhangi bir içerik tarafından tamamen baskılanmasının imkânsız oluşunu gösterir.

Allah, insana eşyayı musahhar kıldığını ifade edince bunun bu düşünce biçimi sayesinde gerçeklik kazandığını insanlık tarihine bakarak gözlemleme imkânımız vardır. Tarih boyunca insan, doğa ile girdiği savaşta hep istediğini alarak çıkmıştır. Çünkü düşüncenin motor gücünü oluşturan irade sadece insana has bir yetidir. Şuur, bilinç, farkındalık gibi temel hassalar üst bir düşünce zemini üzerinden açığa çıkartılır. Ve böylece yeni durumlara karşı yeni fikirler geliştirilebilir. Hem bilimsel gelişmelerin seyri bağlamında, hem sosyal bilimlerin seyri bağlamında, her iki tür mühendislik faaliyetinin başarılı oluşu da düşünce formunun gücünden istifade edişleri ile orantılıdır. Sürekli yenilenen yaşamın yeni sorunlarına karşı yeni düşünceler geliştirmek bu düşünce formunun gücü ile ilgilidir.

Düşünce, kendi başına çalışmaz. İçi boş bir kap gibi düşünmek lazım. Bu mekanizma, içerik olarak kendisine sunulan şeyi harekete geçirir. Ancak, düşünceyi boş bir kaba benzetirken onun asli unsuru olan sürekli yeni ilkeleri de düşünebilme yetisini göz ardı ettirmemelidir. Bu nokta düşünce ile insanın sorumluluğu ve özgürlüğü arasındaki korelâsyonla birebir ilişkilidir. Düşünce öyle dizayn edilmiştir ki insan, bu düşünceyi kullanma istidadına sahiptir. Ancak düşünceyi doğru kullanmak ve varlığın yararına uygun halde kullanıma devam etmek bizzat insanın sorumluluğu ile ilişkilidir. İnsan, etkileşen bir varlıktır. Bu etkileşime iki yönlü cevap verir.  Hem etkilenir, hem etkiler. Bu insanın sahip olduğu ufuk ile de ilgilidir. İnsan, kendi Yaratıcısını bilip ona göre davrandığında düşünceyi de ona göre kurgulayabilir. Yani mesele kurgu meselesidir. Bu kurgunun iki boyutu vardır. Kurgunun ilki doğru bir zeminde oluşursa her şeyi iyiye doğru taşır, kişinin kendisini tanımasını sağlar ve barışıklık hali normale döner. İkinci boyutu ise kurgunun; yabancılaştırır. Anlamı kaybettiği andan itibaren kurgu kişiyi ve ilişkide olduğu her şeyi yabancılaştırır. Bu da düşüncenin yanlış kullanılmasını beraberinde taşır ve kaos üretir. Bu yüzden düşünce ile kurgu arasındaki ilişkiyi doğru okumak şarttır. Örneğin, tevhidi dinlerin düşünce açısından yaptıkları kurgu insanı ve etrafındakileri barışık kılarken her şeyin yerli yerinde var oluşunu sürdürme imtiyazını da beraberinde taşır. Küçük örneklerin varlığı bu görüşü desteklemek için yeterlidir. Ancak modern kurgu sürekli bir çatışma ve kaosu üretmiş ve giderek çoğalan bir yabancılaşma ile birlikte kaosu düzenli kılmıştır. Burada insanın düşünce üzerinden sorumlu kılındığı ve özgürlüğünü de bu düşünce üzerinden elde ettiği açıklık kazanmıştır.

Düşünce, akıl üzerinden çalışabileceği gibi duygular üzerinden de çalışabilir. Aynı düşünce sezgisel bir biliş üzerinden de çalışır. Deney ve gözlem, tanıklıklar, tecrübeler üzerinden elde edilen verilerle de düşünce çalışmasını sürdürebilir. Ancak, düşünce derken kastedilen içerikleri değil bilakis düşüncenin kendi formu olarak düşünülmelidir. Bu form üzerinden düşünce hem sürekliliğe sahiptir ve hem de değişimi sürekli denetim altına alabilmektedir.

Düşünce ve insan arasındaki bu derin bağı sürekli düşünmeliyiz. Çünkü insan, bu düşünce tarzına haiz olan varlık skalasındaki yegâne varlıktır. Elbette ki her varlığın bugün akıllı ve canlı olduğu bilgisine haiziz. Ancak bu akıllı ve canlı varlıklar, özgür bir düşünce sahasına haiz değiller. Tıpkı insan da yaşamı boyunca her boyutu ile böyle bir zemine sahip olmadığı gibi… Ancak insan, teklife muhatap oluşu ile birlikte bir özgürlük sahası elde etmiş ve bu çerçeve içinde sorumlu kılınmıştır. Bu yüzden insan düşünce ile hesap verebilirlilik yetisine haiz olmuştur. Yani insan, torpilli değil, bilakis sorumlu kılındığı için varlık içinde en zor şeye; teklife muhatap edilmiştir. Hâlbuki insanın teklifi kabulü zalim ve cahil oluşuna gönderme yapılarak ifadeye kavuşturulmuştur. Çünkü insan, başına neler geleceğini çoğu kez düşünmeden karar verebilen bir varlıktır. Ama düşünceyi doğru ilkelere bina ettiği zaman mahlûkatın en şereflisi olma liyakatine haiz olabilir. Bu insanı farklı kılar.

İnsan ve düşünce, irade ve eylem, ahlak ve davranış kendi bütünlüğü içinde anlamlı kılınmalıdır. Artık şunu açıklıkla bilmekteyiz ki insan, düşünce sayesinde kendi yaşamını ve başka yaşamları barış içinde sürdürebilme yetisine sahiptir. Bunu gerçekleştirdiği sürece de ilahi lütfe mazhar olmaya devam edecektir.

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş