2019 yılının zorlu geçeceği, içe dönük hesaplaşmaların ağırlık kazanacağı bir ortama sürükleniyoruz.
Kulislerde, Cumhurbaşkanlığına kayyum mu atandı, ironisi yapılıyor.
Kemalist kimi çevreler, ülkeye yeniden hâkim olma motivasyonuyla ayağa kalkıyorlar. Provokasyon tecrübelerini sahaya yansıtma iradelerini güçlendirmeye çalışıyorlar. Peygamberimize , dinimize hakareti özgürlük kapsamında gören kışkırtıcı söylemleri, Müslümanları “dinci” yaftalamasıyla aşağılamaları, zaman zaman Müslüman şahsiyetleri ve gurupları üzerlerine gidilmesi gereken zararlı unsurlar olarak hedef göstermeleri, ordu içindeki kimi kanallardan haberler alıp kullanmaları, askerî vesayet sisteminin yeniden tesisi için provokatif yayınlarda bulunmaları gündemi belirler hâle geldi.
Mustafa Öztürk’ün Kutlu Kitabımızla ilgili açıklamaları üzerinden yürütülen karşı beyanların, duygusal tepkiler içeren, haddini ve bağlamını aşan sözlerin yeni ve tehlikeli provokasyon sürecine katkı sunduğu da gözlerden kaçmamaktadır.
İnsanlara, topluma, dünyaya söyleyecek ikna edici mesajları olmayan elitist, Kemalist yazarlardan birinin “kanla yazılan yazılar” kotarması, sistematik bir mühendisliğin ayak sesleri gibi.
Kemalistlerin ihtiyacı olduğu kadar Müslüman yazar, münevver ve kanaat önderlerinin de düşünce, tavır, bakışaçısı ile eylemlerini gözden geçirme gerekliliği var.
Önce Kemalistlere söyleyecek sözlerimiz var:
Yıllarca ülkemizin gerçek sahibi olarak kendinizi gördünüz. Bugün varlığımızı tehdit eden Batının ideolojik, ahlakî, sosyo-kültürel tüm verilerini ülkemiz insanlarına dayattınız. İnsanlarımıza, beyaz efendinin “zencileri” gibi baktınız: Sizin için savaşta ölecek, ayak işlerinizi yapacak, sesi hiç çıkmayacak… Azıcık başını kaldırsa sırtından sopayı eksik etmediniz.
Birazcık bile solcu olamadınız. Öyle göründünüz. “6. Filoyu biz protesto ettik, gericiler secde etti” bile dediniz. Yıllarca Cumhuriyet gazetesi okuyan biri olarak, domuz eti sever malum bir yazarın değerlerimizi aşağılayan söylemi içimi acıtmıştı, okumayı bırakmıştım.
Batı mamulü Marksizm’e, Batının vicdanı gözüyle baktık. Amerika’nın ikiyüzlülüğüne karşın “halkların kardeşliği, eşitlik, özgürlük, adâlet” diyen sosyalizme Müslümanlar olarak kendimizi yakın hissettik. Coğrafyamızda örgütlerin devlet olamayacağını, ne ki, sol-sağ örgütlerin de Amerika’nın nüfuz alanında olduğunu öğrendik.
Aklı başında hiçbir Müslüman, insan olarak sizi yok saymadı. Doğrularınız yanında yanlışlarınızı, eksiklerinizi, maalesef halka reva gördüğünüz zulümleri görmenizi bekliyoruz. Beklemeye devam edeceğiz. Kitap ve hikmetle şekillendiğimiz, Anadolu irfanıyla yoğrulduğumuz için “ölü sevici” olmadık, Allah’ın izniyle olmayacağız.
Kin, nefret ve hırsla yeni kurbanlar yeni Uğur Mumcu’lar istiyorsunuz. Dün olduğu gibi, içimizden birileri “durumdan vazife çıkarmıştır” bile. Hâlâ o soruları soramadınız: “Uğur Mumcu, Taner Kışlalı, Bahriye Üçok, Çetin Emeç, Abdi İpekçi ve diğer kurbanları kim öldürdü?” Ontolojik boşluklarınızı, epistemolojik kuraklıklarınızı aşmanızı bekliyoruz. Kimse ölülerinizi yakmıyor. Dikey gelmediğiniz camilerimize yatay da olsa geliyorsunuz.
Birbirimize düşman, emperyalist sevici nasıl olabildik? Tüm gücünüzle yürüttüğünüz psikolojik savaşın galibi siz mi olacaksınız? Yeni 28 Şubat, kimin ekmeğine yağ sürecek: Yoksulların mı, küresel efendilerin içimizdeki uşaklarının mı?
Gelelim Müslümanlara:
“Dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin” (Kehf, 18/29) diyen Kutlu Kitaba iman etmiş Müslümanlar, fikir hürriyetinin de arkasında durmak zorundadır.
Sapkınlık ve hakaret karşısında onurlu duruş sergilenir ve bu doğal bir haktır. İnanç, fikir, yorum farklılığına kendi delilleriyle karşılık vermek varken; şiddet, susturma, yok etme, ötekileştirme, sürgün etme hezeyanı taşımak, özgüven yoksunu zavallıların işidir.
Yüce Yaratıcı; inananları olduğu kadar, ehl-i kitap, müşrik, putperest, inançsız her türlü insanı muhatap kabul edip, tartışırken; Müslümanlar, susturucu takılmış silâhların tetikçisi olamazlar.
İnsanların inançlarına, düşüncelerine karşı olabiliriz ama fikir hürriyetinin, can-mal-nesil emniyetinin yanında olmak ahlâkî ödevimizdir.
Kemalistler ideolojileriyle dindar Müslümanlar kutsal değerlerine yapılan bilinçli saldırılarla motive olurken, asıl güç odaklarının bir taşla birçok kuşu vurdukları bir bataklığa çekiliyoruz. Bu filmi defalarca görmemize rağmen…
Muhtemel darbenin taşları böyle döşenir:
Laik Kemalist tanınmış şahsiyetlere, yazarlara, ilahiyatçılara suikast düzenlenir. Tetikçi operasyon yapılacak Müslüman gurubun içinden birileridir. Bütün guruplar “davalarına” hizmet ettiğine inandırılır.
Kendisine “Amerikan İşbirlikçisi” diyen birinin ifadesiyle, “Alevî Kızılbaşlarla”- “Sünnî Kızılbaşların” operasyonunda Alevîlerle Sünnîler piyon olarak sahaya sürülür. FETÖ bahanesiyle bütün dindar Müslümanların tasfiyesini meşru kılacak medyatik/psikolojik mizansenler sahnelenir.
Henüz kapanmamış yaralarımızın yanına yenileri açılır. Müslüman Anadolu halkının çocukları birbirinin yüzüne hiç bakamasın diye. İsrail’in güvenliğinin, “vadedilmiş toprakların” tek kutsal olduğu coğrafyamızda Türkiye’nin istikrarsızlaştırılması ana hedeftir.
“Coğrafya kaderdir” der İbn-i Haldun. Bizim kaderimiz ayrı düşmüş çocuklarımızın eve/aslına dönmesi mücadelesi olmalıdır. Lütfen bu oyuna gelmeyelim…
02.01.2019, Kardelen/Ankara
Mehmet Yavuz AY
Süleyman Arslantaş ile Derkenar
14.03.2024
Ertesi gün/ Vahdettin İNCE
25.02.2024
sürdürülebilir dindarlık MUSTAFA AKMEŞE 16.03.2024
İslama ve Müslümanlara Sövmek CAVİT OKUR 14.03.2024
Diriliş Yurduna Koşmak KADİR ÇİÇEK 16.03.2024
Filistin ve Gazze Üzerine SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 26.02.2024